AK Parti’nin bu haftaki gündemi bir hayli yoğun. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, çarşamba günü TBMM’de grup toplantısında bir konuşma yapacak. Ama asıl önemli gündem hafta sonuna doğru. Milletvekilleri, bakanlar ve bakan yardımcılarının katılacağı 30-31 Mayıs tarihli kamp geliyor. Daha önce aktarmıştım, öncekilerin aksine kampta eşler yer almayacak. “Bu da mı tasarruf genelgesi kapsamında” diye sordum AK Partili bir isme. “Ondan daha çok, konuşma ve tartışmalara olabildiğince uzun zaman ayrılması hedefleniyor” cevabını aldım.
Partide daha önce bu tür pek çok toplantı yapıldı. Ancak ilk defa bir seçim yenilgisi masaya yatırılacak. Eleştirilerin ve karşılıklı soruların bir hayli sert geçeceğini şimdiden söyleyebilirim. Dahası son birkaç yıldır giderek yoğunlaşan bir sorunun da sıcak gündem olacağını belirteyim. Sorun çok tanıdık aslında. Milletvekilleri sıkça, bakan ve bakan yardımcılarına, hatta pek çok bürokrata ulaşmakta ve vatandaşların sorunlarını aktarmakta zorlandıklarını ifade ediyor. Kampta bakan ve bakan yardımcılarının bir hayli terleyeceğini tahmin etmek zor değil.
Bürokrasinin hantallaştığı, sorunlar karşısında yeterince hızlı refleks veremediği, dolayısıyla sistemin işleyişinde ciddi bir yavaşlamaya ve aksaklığa neden olduğu milletvekillerinin bu toplantıdaki gündemleri arasında ilk sırada yer alıyor. “Bu sorunun seçim sandığına yansıdığını” da ekleyerek elbette.
KAYIPLARIN NEDENLERİ
Milletvekilleri bir yandan kendi sorularını ve sorunlarını dile getirecek. Ama onların terleyeceği kısım da özellikle kaybedilen ya da kazanılsa bile ağır oy kaybına uğranan illerde ne olduğunu anlatmak. Çünkü tabanda ve toplumun geniş kesimlerinde milletvekillerine yönelik ciddi eleştiriler var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu ana kadar pek çok il için aldığı notlar, kendisine sunulan raporlar ve elbette kendi okumaları var. Kampın gündeminde bir yandan milletvekillerinin kendi şehirlerine dair hikayelerini dinlerken, diğer yandan hem eleştirilerini, hem de yeni döneme dair yol haritasını genel hatlarıyla aktarması bekleniyor. Genel hatlarıyla; çünkü bahse konu yol haritasının henüz tüm ayrıntılarıyla şekillenmediği, yaz boyunca bazı tartışma ve arayışların süreceği ortada.
AK PARTİLİLER NEDEN KONUŞMUYOR
İstisnasız her gün AK Parti’den isimlerle konuşuyorum. Hepsinin ortak vurgusu, ortaya çıkan tabloda herkesin sorumluluğu olduğu yönünde. Peki neden konuşmuyorlar, kamuoyuna açıklama yapmıyorlar. Kimse böyle bir şey söylemese de sessizliğin asıl nedeni, partinin bu tartışmanın özünü öncelikle kendi içinde devam ettirmekte kararlı oluşu.
Kuşkusuz hemen her yerde birkaç milletvekili, bazen iki bakan, bazen bürokrasideki önemli isimler konuşuyor ve tartışıyor. Ancak sadece kendi aralarında. Dışarıya açık bir tartışmanın yarardan çok zarar getireceğinin altı çiziliyor. Böyle devam etmesi mümkün mü, kesinlikle hayır. Bu iddiamın temeli de, toplumsal baskının yüksekliğine ve dolayısıyla bu sabırsızlanmanın bir süre sonra partiyi konuşmaya zorlayacağına dayanıyor.
GEÇ KALINIYOR ENDİŞESİ
Daha önce sizlere hem kulis, hem de analiz olarak aktardığım gibi, iktidara yakın çevrelerde, hatta parti içinde ya da bürokrasideki kritik mevkilerde, değişimle ilgili AK Parti’nin çok geç kaldığına ve bu süreçte sahanın/seçmenin daha da kopabileceğine dair eleştiriler var. Değişimin somut olarak ortaya çıkmasına kadar da bu eleştiriler devam edecek.
Asıl önemli başlık elbette değişimin rotası ve siyasi kodları. Şu anda partinin farklı birimlerinde buna dair çalışmalar yapılıyor ve stratejiler çalışılıyor. Bir strateji merkezinden de bu yönde destek alınıyor. Fakat gerek partinin tabanında, gerekse de kamuoyunda “seçimleri kaybeden bir parti yönetiminin bu değişim sürecini nasıl yöneteceği ve hangi yönde katkılar sağlayacağı” sorgulanıyor.
MENDERES NASIL BAŞARDI?
Önceki gün 27 Mayıs vesilesiyle merhum Adnan Menderes ve Demokrat Parti dönemine tekrar yakından bakma ihtiyacı duydum. Menderes ve arkadaşlarının siyaset sahnesine yeni bir partiyle çıkmasında pek çok dinamik rol oynadı elbette. Ama toplumun yaşadığı ekonomik sorunlar, hak ve özgürlüklere yönelik talepler çok güçlüydü ve DP kadrosu bu mesajın siyasi merkezde sahibi ve temsilcisi oldu. Üstelik partiyi kuran kadronun, bu toplumsal taleplerin bir kısmıyla dünya görüşü olarak pek de yakın olduğu söylenemez.
Mesela ezan başta olmak üzere dini hayatla ilgili talepler ve yaşanan sıkıntılar, DP’nin elde ettiği muazzam destekte büyük rol oynadı. Ama DP üst yönetiminin bu anlamda dindar bir hayat tarzına sahip olmadığını da biliyoruz. Buradaki başarı, Menderes’in toplumun geniş kesimlerinin taleplerine, herhangi bir kısıtlayıcı yaklaşım olmaksızın sahip çıkmasının sonucuydu.
ERDOĞAN'IN HİKAYESİ
Benzer bir durum Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’nin ortaya çıkış sürecinde yaşandı. Siyasi geçmişindeki ideolojik yaklaşımların ötesine geçerek, toplumun geniş kesimlerinin hak ve özgürlük taleplerine kulak verildi. Erdoğan ve partisi bu konuda samimiydi, toplum da bu gayreti destekledi, iktidara getirdi.
Bugün eğer bir vizyon ve çıkış noktası aranıyorsa, dönemin şartları gibi belirsizliklere saplanmadan buraya bakmak yararlı olacaktır. AK Parti’nin bu anlamda 2002’de yakaladığı “temsil derinliği”nde ciddi bir sorun var. Sadece belirli bir dünya görüşünün taleplerine kulak verdiği ve diğerleriyle mesafesinin açıldığı herkesin kolayca duyacağı bir eleştiri olarak partinin önünde duruyor.
Ayrıca toplumun değişim yönündeki mesajları pek de karmaşık filan değil. Nerede durduğunu ve ne istediğini açık biçimde ifade etti. Gerisi siyasetin bunu nasıl göreceğine bağlı.