Birçok ülke gibi Türkiye’de dijital dönüşümde sorunlar yaşıyor. “Dijital Telif Yasası” konusunda şu günlerde hararetli çalışmalar yapılıyor, ancak fikri mülkiyet haklarının temellerini sarsan önemli bir zamanı da geride bıraktık.
Dijital ortamın içeriklerini bizler ürettik, pazarlayan ve bunlar üzerinden kazanç sağlayanlar küresel devler oldu. Bu süreçte de medya ciddi kırılmalar yaşadı. Kurumsallığı da bu tartışmalar esnasında rafa kaldırmış olduk. Kaideler, kurallar, yasalar ve teamüller de önemli oranda ortadan çekilmeye başladı. Mesela televizyona program hazırlarken yasalar, mevzuatlar ve RTÜK devredeyken sosyal medyada her şeyin önü açık!
İnternet ortamı yeni imkân ve fırsatlar sunarken bunları toplumun menfaatine olacak şekilde belli kaide ve kurallara kavuşturmak için kafa yormada geç kaldık. Hâlbuki dijital çağda mülkiyeti haklarını daha kolay takip etme fırsatları da vardı. Ama bu alana hâkim olanlar, getirdikleri imkân ve fırsatları paylaşmada direndiler. Devletler de karşı koyma ve düzenleme yapmada gecikince gazete ve televizyonlar sıkıntıya girdi. Dijital dönüşümde sorun yaşadı. Sektör sorunlu hale geldi. Kaliteli telif ürünlerine imza atan kurumsallık elden giderken, basit, topluma yarardan çok zarar veren bireysel üretimler arttı. Hizmet sağlayıcılar da bu gelişmelere çanak tutmaya devam ederken, diğer taraftan da medyanın ürettiği içerikleri hoyratça kullandılar.
Ülkeler ve ilgili yasa yapıcı kurumlar harekete geçmedikten sonra Google gibi kurumlar neden kendi kendine telif ödemeye geçsinler? Şu an Türkiye’de de yasa çalışması hızlandı. TBMM Dijital Mecralar Komisyonu Başkanı Hüseyin Yayman gelişmeleri çeşitli platformlarda anlatıyor. Başta Kanada olmak üzere çeşitli ülkelerdeki gelişmeler de görebildiğim kadarıyla yapılmak istenen düzenlemeler için referans oluyor. “Brüksel’de, Londra’da, Paris’te ne varsa Google hangi anlaşmaya bağlı kalıyorsa Ankara'da da onu istiyoruz.” Diyor Yayman. Biz de bu yasanın mağdurları olarak acilen “Dijital Telif Yasası” konusunda adım atılmasını bekliyoruz.
‘Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nu çağımıza uygun şekilde güncellenecek ve haberin telif kapsamına alınması gündeme gelecekmiş. Yani Google ile masaya oturmaya için biz de devlet olarak hazır değiliz. Üzerimize düşeni yapmamışız. Bu sebeple sürekli birilerini suçlama hakkımız da olmamalı.
Avrupa’da ülkeler dijital telif yasaları üzerinden çalışırken bizimde yola çıkıp, aynı süreçte bu konuyu açıklığa kavuşturmamız iyi olurdu. Eğer böyle bir adım atsaydık şu an böyle bir sorunumuz olmayacaktı. Google ve Meta’nın (Facebook, Instagram ve WhatsApp) ülkemizde üretilen içerikleri tüketimleri karşılığında yayıncılara ödeme yapmaları sağlanmış olurdu. Böylece kurumsal yapılar güçlenir, birçok meslektaşımız da mağdur olmazdı. Ama yine de yapılan çalışmalar ümit verici. Eğer ülkemizde “Dijital Telif Yasası” hayata geçirilirse Google gibi kurumlara karşı hak arama hakkı da doğmuş olur. Arama motorları ve sosyal platformlar da yayıncılara telif ödemek zorunda kalır. Aksi halde mevcut durum “dijital tehdit” olmaya devam eder.
YAZ SAATİ HALEN DAHA NEDEN TARTIŞILIYOR?
Yaz saati uygulamasının doğruluğunu medyada en fazla ve belki de yoğunlukla savunan gazetecilerden biriyim. Bu sebeple bazı meslektaşlarımla da epeyce tartışmalar yaşadım. Konuyla ilgili son yazımı geçen yıl ABD’nin de bize benzer uygulamayı hayata geçirmesi sebebiyle yazmıştım. Şöyleydi:
“Türkiye’de saatlerle oynamaktan vaz geçilmiş olması epeydir haksız bir şekilde eleştiriliyor. Bu konuda Enerji Bakanlığı’nın doğru strateji güttüğünü düşünenlerdenim. Başından beri de saatlerle oynamanın doğru olmadığı ifade ediyorum. Kısa süre önce ABD’de de saatlerle oynamanın mantıklı olmadığı gündeme geldi. Onlarda Türkiye ile aynı uygulamaya geçmek için adım attılar. ABD Senatosu, 2023 yılından itibaren yaz saati uygulamasını sürekli kılmayı öngören bir tasarıyı onayladı. Böylece ABD’de artık yılda iki kez saatlerin değiştirilmesi uygulamasına son verecek.”
Türkiye’deki asıl mesele ise ülke genelinde mesainin aynı saatlerde toptancı anlayışla düzenlenmiş olmasıdır. Güneşin Doğu’daki illerimizde erken doğduğunu dikkate alan yok. Güneşin doğuşuna ve batışına göre düzenleme yapmayı akla getiren de yok. Saati ileri geri almak yerine mevsime göre mesai saatlerini şehirlere göre düzenlemek daha mantıklı olmaz mı?
Bu konu her yıl olduğu gibi bu sene de yine ısıtılıp TBMM’de gündeme getirildi. Enerji Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar da bu eleştiriler için haklı olarak şu cevabı vermiş: “İstanbul’da güneş saat 08.20’de ağarıyor, Paris’te saat 08.34’te, Berlin’de yine sekiz buçukta güneş ağarıyor; oralarda hiçbir problem olmuyor, bizde neden problem oluyor, anlamakta güçlük çekiyorum.”
Türkiye, bilimsel çalışmalar sonrası böyle bir uygulamaya geçti. İyi de yaptı. Bakan Bayraktar’ın işaret ettiği gibi, 20 Kasım 2015 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi ile bir protokol kapsamında yaz saati uygulamasının enerji verimliliğine etkisi araştırılarak böyle bir karar verildi.
Ülkemizde eğitim müfredatı da toptancı anlayışla bölgesel farklılıklar dikkate alınmadan yapılıyor. 15 günlük tatile de tüm ülke aynı anda çıkıyor. Almanya, Japonya bu konuda neler yapıyor? Birileri baksın lütfen. Saatlerle oynamak yerine güneşin hangi şehirlerde erken doğduğuna bakılarak, bölgesel farklılıklara dikkat edilerek mesai saatlerini valilikler rahatlıkla düzenleyebilir. Artık yaz saati tartışmasını bırakıp, eğitimdeki toptancı yaklaşımı gündeme almamız lazım.