Her bayram uzayacak mı, kısa mı kalacak tartışması yaşanması ciddi anlamda plansızlığın ve geri kalmışlığın işareti değil mi? Bu çağda böyle bir tartışma hoş mu? Turizmciler zaten sürekli fırsat peşinde. Bu Kurban Bayramı da 9 gün olsun kampanyasını başlatmışlar. Niye 9 gün olacak? Zaten bayramla birlikte yaz tatili başlıyor. Okullar tatil olacak. Herkes de planını buna göre yapmıştır zaten. Kafa karıştırmanın anlamı var mı?
Eğer iki dini bayramda tatil uzatılacaksa bunun sene başında ve daha erken belli olması lazım ki uyanık turizmciler fırsata çevirmesin. Bir liralık hizmeti zaman sıkışıklığı sebebiyle 5 liraya satmasın. Eğer önceden bayram tatillerinin uzatıldığı açıklanırsa böylece seyahat acenteleri, tur operatörleri, oteller, havayolları, diğer ulaşım işletmecileri de ona göre plan yaparlar. Yurt içi ve yurt dışı kampanyalara çıkarlar. Rekabet oluşur. Uygun fiyatlara, kaliteli tatil için her kesim de hazırlanacak zaman bulur. Tatile çıkardığımız insanımızın çalıştığı kurumlar da üretim ve çalışma planlarını yapabilirler. Bu şekilde bayrama kısa süre kala alelacele “tatil uzatıldı” açıklaması olunca turizmciler en yüksek fiyattan “yer kalmadı” modunda kazanç yarışına giriyorlar.
Maalesef ülkemizde iç turizm denince turizmciler sürekli olarak fırsat kovalarken, Avrupalıya, Ruslara, diğer yabancılara çeşitli sebeplerle ucuza hizmet veriyorlar. Bunun sebebi en başta devletin, kamunun iki dini bayram tatilini bile önceden planlayamamasıdır. Böyle bir ortamda vatandaş, işyeri sahipleri nasıl uzun vadeli plan yapabilir.
Uzatılan bayram tatilleri “iç turizm canlanıyor” sloganına dönüşüyor, ama ülkeye, topluma verdiği zararı konuşulmuyor. İstikrarlı, düzenli çalışmamız lazımken, halen daha vatandaşı fabrikadan, işyerlerinden çıkarıp, üretimi, dönen çarkları durdurup, yerli turizmi hareketlendirme hesapları yapılıyor. Allah aşkına böyle bir mantık olur mu? Böyle ülke kalkınır mı?
İstikrarlı bir tatil anlayışının oluşması için aklı başında fikir öne süren, geliştiren neredeyse yok. Avrupalılara, Ruslara çok önceden plan yaptıkları gerekçesiyle uygun fiyattan hizmet veriyorlar, ama mevzu iç turizm olunca kendi vatandaşına kısa, uzun vade fark etmiyor en yüksek rakamlardan satış yapmaktan zerre imtina etmiyorlar. Üstelik şimdi Türk vatandaşları için vize sorunu da olduğu için yurt içinde tatil yapma zorunluluğunu daha da iyi değerlendiriyorlar. Kısmen vize meselesi olmayan Yunan adaları ve Mısır’ın Şarm El-Şeyh turları incelenirse ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.
Şubat’ta okullar tatil olur kış turizmi yapanlar kısa dönemde 2-3 aylık gelir derdine düşerler. Rakamları normal zamanın 3-4 katı yukarısına çekerler. Ama şubat tatilinin 1,5-2 aya yayılması için çaba sarfetmezler. Kısa süreli kış tatilinde kötü hizmetle yüksek gelir hesabı yaparlar. Bu sebeple yurt dışı şubat tatili daha hesaplı hale gelir. Balkanlar, Bulgaristan tercih edilir. Yazın deniz-kum-güneş için Mısır, kar keyfi için de Balkanlar Türkiye’den çok daha hesaplı tatil fırsatları sunuyor. Neden?
Bu sebeple anlık kararla turizmcilere Ramazan ve Kurban bayramlarında kendi halkından haksız nemalanma imkânının verilmemesi lazım. Eğer bu iki bayramda tatil uzatılacaksa bunun çok önceden hatta yılbaşında açıklanması gerekir ki fırsatçılık yapılmasın. Marketlere stokçuluk ve yüksek fiyat baskısı yapan kamunun turizmcileri de bu yönüyle dikkate alması şart.
Bayramlara az zaman kala tatilin uzatıldığının açıklanması devletin eliyle vatandaşın adeta soyulması anlamına geliyor. Ayrıca iç turizmi hareketlendireceğim diye üretimi, ekonominin çarklarını durdurmanın da nasıl bir anlamı olabilir? Romanya vatandaşlarına turizm sektörüne katkı sunmaları için vize kaldırıldı. Turizmciler de devletin aldığı bu karar sebebiyle sevinçli. Bu tartışmalı karar bile turizm sektörüne fazlasıyla yeterli. Dolayısıyla yurt içinde üretim çarklarını durdurup, işyerlerini kapatıp kendi vatandaşımızla iç turizmi hareketlendirme gibi yanlıştan acilen dönülmesi lazım….
Elektrik hırsızlığı neden önlenemiyor?
Ülkemizin çeşitli bölgelerinde ve farklı oranlarda elektrikte kayıp kaçak söz konusu. Kayıp sitemden, altyapıdan kaynaklanıyor. Çözümü var. Ama “kaçak” ifadesi hırsızlığı, çalıp çırpmayı, haksız bir şekilde elektrik kullanmayı anlatıyor. Bu durumda çözüm “kayıp” gibi olmuyor. Zaten yıllardır da özellikle Güney Doğu’da elektrik hırsızlığı bir türlü önlenemiyor.
Elektriği çalıp kullananların hiçbir değer yargısı olmadığından yıllardır netice almak güç oluyor. Helal haram diye bir kaygıları yok. Başka türlü ahlaki takıntıları da söz konusu değil. Devleti, kanunu, kaideyi, nizamı zaten takmıyor, dinlemiyor ve elektriği çeşitli yöntemlerle çalıp, kullanmaya devam ediyorlar. Bedeli ise diğer bölgelerdeki masum vatandaşa ödetiliyor.
Çalınan elektrik konusunda devlet, kamu otoritesi ağır davranıyor. Alması gereken önlemleri, yapması gereken düzenlemeleri yerine getirmemek için bahane üretiyor. Bu sıkıntılı mevzunun çözülmemesinin bir numaralı sebebi kamu otoritesidir. Ama devlet yetkilileri topu çok güzel bir şekilde elektrik dağıtım şirketlerine atıyor.
En fazla elektrik kaybının, çalınmanın olduğu Dicle Elektrik Dağıtım bölgesinde çok ilginç hırsızlık yöntemleri keşfediliyor. Özellikle kırsal bölgelerde ve tarımsal sulama alanlarında havadan drone ve karadan mobil ekipler vasıtasıyla gerçekleştirilen kontrollerde, bölgede kaçak trafolar tespit ediliyor. Ama çözüm olmuyor. Çok ağır cezaların, yaptırımların devlet tarafından uygulanması lazım.
Mesela Dicle Elektrik Dağıtım Şirketi ekipleri, 2024 yılı içerisinde 2 bin 155 kayıt dışı trafoyu tespit etmiş. Şanlıurfa’da traktör römorkunda, gübre deposuna gizlenmiş vaziyette kayıt dışı trafolar bulmuşlar. Öyle ki bulunan tek bir kaçak trafonun 100 hanenin ihtiyacını karşılayabileceği dahi ortaya çıkarılmış. Peki bunlara verilen ağır bir ceza haberi duyduk mu? Bu kaçak trafolarla elde edilen haram kazançların hangi gayri meşru işlerde, nerelerde ve kimin aleyhinde kullanıldığını bilen var mı?
Özellikle Güney Doğu’da ve Türkiye genelinde elektrik hırsızlığı için özel düzenleme yapılması şart. Dağıtım şirketlerinin tek başlarına altından kalkamadıklarını gördük. Düşünsenize elektrik dağıtım şirketi kaçak trafo tespit ediyor, el koyma kararı alınması için savcılığa başvuruyor. Kaçak elektrik tüketen kayıt dışı trafolara ancak savcılık kararı alındıktan sonra el konulabiliyor. Bu şekilde netice alınabilir mi? Çalınan elektrik milletin, devletin. Sahip çıkacak olan da devlet olmalı. Dağıtım şirketlerine işi yıkıp, yargı süreçleriyle uğraştırmaya devam edilirse uzun yıllar netice alınamaz. Elektrik hırsızları dürüst vatandaşın hakkını yemeye devam eder.
E-ticarete devletin, odaların bir katkısı var mı?
Ticaret Bakanlığı’nın ‘E-Ticaretin Görünümü Raporu’na göre, 2023 yılında e-ticaret hacmi 1,85 trilyon TL’ye ulaşmış. İşlem sayısı bir önceki yıla göre yüzde 22,25 artarak, 5,87 milyar adet olarak gerçekleşmiş. 2024 yılında ise e-ticaret hacminin 3,4 trilyon TL ve işlem sayısının da 6,67 milyar adet olması bekleniyor. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de e-ticaretin önemi ve toplam ticaret içerisindeki payı günden güne artıyor.
Peki, bu artışa devletimizin, iş dünyasının zorla üye yapılıp parasını alan ticaret odalarının bir katkısı var mı? Net bir şekilde “yok” demek mümkün. İlgili kamu kurumlarının kolaycılığa kaçıp, kendi başarıları gibi istatistik açıklamasına aldanmayın. Çünkü DHL gibi şirketler bile İstanbul Ticaret Odası’ndan (İTO) ilgili bakanlıklardan daha fazla e-ticaretin gelişmesi için çaba gösteriyor. Elbette kendi ticari faydaları için bunu yaparken Türkiye’den KOBİ ölçeğindeki şirketler de bu gibi eğitim, öğretim ve destek faaliyetlerini çok iyi değerlendiriyor. Yurt dışına e-ticaret sayesinde ürün satabiliyorlar. Mesela İTO, her fuarda faydasız gövde gösterisi yapmak yerine üyelerine e-ticaret desteği verecek bir web sitesi, dijital platform neden hazırlamıyor. Yasak savma kabilinden göstermelik e-ticaret kurslarından bahsetmiyorum. Kendini çağın ihtiyaçlarına göre yenileyip, üyelerine DHL kadar faydalı olacak bir sistem kurması gerektiğini düşünüyorum.
Raporda başka ilginç detaylar da var. Mesela kartlı işlem hacminin yüzde 63’ü mal ticareti iken, yüzde 37’si hizmet ticareti kaynaklı işlemlerden meydana geliyormuş. Yani ne kadar kartlı işlem yapılıyorsa, ilgili yabancı ödeme sistemleri de o kadar kazanıyor. Halen daha yerli, milli ödeme sistemi TROY’dan bahseden, bu tür istatistiklerde yer veren yok.
E-ticaret hacminden en büyük payı alan ilk üç sektörden birincisi 233 milyar lira ile beyaz eşya ve küçük ev aletleri olurken, bu sektörü sırasıyla 135 milyar lira ile elektronik ve 127 milyar lirası ile giyim, ayakkabı ve aksesuar sektörleri izliyormuş.
Anlayacağınız kendi ürettiğimiz ürünler üzerinden bile yabancı ödeme sistemlerine daha fazla para kazandırmaya devam ediyoruz. Çünkü e-ticaret demek aynı zamanda kayıtlı ekonomi anlamına geliyor. Ama kafamızı kullanıp kazanan tarafta olmamız lazım. Bu sebeple Ticaret Bakanlığı’nın bundan sonra hangi ödeme sistemi üzerinden ne kadar işlem yapıldığını da kesinlikle yer vermesi gerekir. Aksi halde her kurum kendini öne çıkaracak istatistiklere önem vermeye devam ederse toptan ülke olarak kaybederiz.