Hangisi daha tehlikeli – Gazze'de ölümün kıyısı mı, kültür boykotları mı?
Birleşmiş Milletler, İsrail’in kara harekatı yürüttüğü Gazze’nin kuzeyindeki sivillerin açlık, hastalık ve şiddetten mutlak ölümüne dair kıyamet alarmı veriyor ama İsrail’in kültür ve sivil toplum yapısına boykot hareketleri, Filistin ölümlerinden daha tehlikeli bulunuyor. İsrail kültür kurumlarına boykot için binlerce imzalı açık mektuba kontr yayınlanan aydın ve sanatçılar bildirisi, tehlike algısını doğrudan bu yöne çekiyor.
Dünyadan bini aşkın yazar ve yayıncı, İsrail’in 75 yıldır süregelen sömürgeci apartheid rejimi ve soykırımına sessiz kaldıkları veya suça ortak oldukları gerekçesiyle İsrailli yazarlarla yayınevleri ve festivallerin boykot edilmesi çağrısında bulundu. Filistin Edebiyat Festivali’nin (PalFest) örgütlediği bildirinin imzacıları arasında adı sanı bilinmeyen yüzlerce ismin yanı sıra Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Annie Ernaux ile Arundhati Roy ve Rachel Kushner gibi kalıplı yazar figürler de var. Geçmişte Güney Afrika’daki apartheid rejimine karşı da sayısız yazarın mücadele verdiğini hatırlatarak şunu söylüyorlar:
“21’inci yüzyılın en derin ahlaki, siyasi ve kültürel krizini yaşıyoruz. İsrail, geçen ekimden bu yana Gazze’de 43 bin 362 kişiyi öldürdü. Bu yüzyılda çocuklara karşı açılmış en büyük savaşla karşı karşıyayız. Milyonlarca Filistinliye baskı ve etnik temizliği örtbas etmek, ‘sanatsallaştırarak aklamak’ (whitewashing) için çoğu zaman devletle birlikte çalışan, Filistinlilerin uluslararası hukukla koruma alına alınan haklarını açıkça tanımayan kültür kurumlarıyla ilişkimizi kesiyoruz.”
Arundhati Roy (Küçük Şeylerin Tanrısı)Arundhati Roy ve Rachel Kushner İsrail’i uzun zamandır eleştiriyor; hatta Roy geçen ay PEN Pinter Ödülü’nü kabul konuşmasında Gazze’de soykırım suçu işlendiğini vurgulayarak, hiçbir propagandanın dünyanın kanayan yarası Filistin’in üstünü örtemeyeceğini söylemiş ve ödül parasını Filistin Çocuklara Yardım Fonu’na bağışlamıştı. Hindistan’da otoriter Modi hükümetini de eleştiren Roy, ülkesinde hapis tehlikesiyle karşı karşıya; bundan 14 yıl önce “Keşmir, asla Hindistan’ın parçası olmamıştır” dediği için hakkında “terör” soruşturması yürütülüyor.
“WHITEWASHING” PROPAGANDASI
İsrail’in yazar çizer takımını işbirlikçilikle suçlamak, kültür iklimi aracılığıyla devletin “whitewashing” propagandasına payanda olduklarını iddia etmek ağır gelebilir. Nitekim İsrail medyasında infial yüksek. Başka coğrafyalarda iptal kültürünü eleştirirken İsrail bağlamında çifte standarda düşmemek gerek. Ukrayna işgali sonrası, şef Valeri Gergiev’den soprano Anna Netrebko’ya uluslararası Rus sanatçılara uygulanan iptal dalgasını gaddarca bulmuştuk. Onların da kabahati Putin’i kınamamaktı. Bu bakımdan İsrail boykotuna karşı argümanlar öne sürmekte beis yok ama edebiyatın ağır toplarından gelen cevap, Filistinlilerin yaşam hakkına dair algılarının tamamen kapalı olduğunu gösteriyor.
Nobelli, Pulitzer ve Booker ödüllü yazarların da dahil olduğu bin kişilik karşı grup kültürel boykotun “dar görüşlü ve tehlikeli” olduğunu, çünkü tarihin “günahkar” kitapları ve hatta “günahkarları” yakan hareket ve cemaat örnekleriyle dolu olduğunu söylüyorlar.
Bildiride şu satırlar yer alıyor: “Yahudilerin Holokost’tan beri maruz kaldığı en büyük katliam karşısında, tek taraflı bakış açısını benimsemeyen İsrailli meslektaşların aforoz edilmesi karşısında şoka uğradık. İsrail, Hamas ve Hizbullah terör gruplarına karşı varoluş savaşı veriyor. Herhangi birini sırf İsrail’i tek taraflı kınamadığı için dışlamak, ahlaki değerleri ters yüz etmek ve hakikatin üzerine perde çekmek anlamına gelir.”
Böylece kendi tek taraflı bakış açılarını dile getiriyorlar. Yazarların, kitapların ve festivallerin insanları bir araya getirerek sınırları görünmez kıldığını, diyalog kapılarını açarak değişim yönünde olumlu etki yarattığını, boykotların ise ayrışma ve nefreti körüklediğini de söylüyorlar ama kültür ikliminin bugüne kadar böyle bir işlevi olmadığı ortada.
Creative Community For Peace (CCFP) grubunun yayınladığı açık mektupta, baştan beri İsrail’in kendini savunma hakkını savunan Nobel Edebiyat Ödüllü Herta Müller ve Efriede Jelinek’in yanı sına Gene Simmons ve Ozzy Osbourne gibi rock figürleri de var
İmzacılardan medyatik Fransız felsefeci Bernard-Henri Lévy şöyle diyor: “Ben daima tartışmadan ve fikir çatışmalarından yana olmuşumdur. Ama burada ne fikir çatışması var ne de tartışma. İsrailli yazar ve yayıncıları boykot etmek saf anti-semitizmdir – anti-demokratik ve tehlikelidir. Bu boykotun hedefi dünyadaki tek Yahudi devleti İsrail’in meşruluğunu ortadan kaldırmaktır. Fikri hür ve demokrasiye inanan bütün dünya vatandaşları bu müstehcenliği kınamalıdır.”
Filistinlilerin insan haklarını savununca, yine aynı kolaycı antisemitizm damgası!
“PINKWASHING” PROPAGANDASI
Tehlikeli bulunan başka bir hareket ise LGBT+ topluluğu içinde cereyan diyor. Dünyada 150’yi aşkın ülkeden 2 bine yakın derneğin toplandığı uluslararası grup ILGA World, İsrail’deki şemsiye örgüt Aguda’yı ihraç etti. Gerekçe; İsrail, Batı nezdinde demokratik ve modern görünmek için ülkeyi eşcinsel cenneti gibi göstererek “pinkwashing” yaparken, bir kısım LGBT+ unsurlarının bu propagandaya alet olması, Gazze’deki İsrail askerlerine yardım paketi götürmesi ve savaş sürerken Onur Haftası düzenlemekte ısrar etmesi.
ILGA’nın Güney Afrika'daki yıllık konferansı öncesi alınan karar İsrail medyasında tepkiye yol açtı; Almanya’nın İsrail Büyükelçisi Steffen Seibert X’ten “Aguda ile dayanışma” mesajı verdi, ABD Kongresi’nden “İsrail’deki ilerici güçleri dışlamak yanlış” sesleri yükseldi. Şimdi dünya çapında bütün eşcinsel Yahudilerin tehlike altında olduğu söyleniyor. Bazı homofobik odaklar gerçekten tehlike yaratabilir, fakat ihraç kararının perde arkasında son derece irite edici somut vakalar var.
Savaşın birinci ayında İsrail hükümetinin resmi sosyal medya hesabından iki fotoğraf paylaşılıyor. İlk fotoğrafta savaş yorgunu gibi görünen Yoav Atzmoni adlı asker İsrail bombalarının eseri Gazze yıkıntıları önünde gülümseyerek poz veriyor. Elinde tuttuğu gökkuşağı bayrağa el yazısıyla şu mesaj iliştirilmiş: “In the name of love”.
İkinci fotoğrafta ise aynı asker, gökkuşağı bordürlü İsrail bayrağıyla bir tankın yanında dikiliyor; alt yazıdaki mesaj: “Gazze’de yükselen ilk Onur bayrağı…” Propaganda çok açık ve net: İsrail bölgenin LGBT+ bireylere hoşgörülü tek ülkesidir! Fotoğrafta görülen enkaz yığınlarında can verenlerin sayısı ise o gün itibariyle 4 bini çocuk olmak üzere 10 bini bulmuştur.
İsrail’in Filistin kimliğinden ayrışmak, baskı ve zulmü örtbas etmek için yıllardır uyguladığı söylenegelen “pembe yıkama” stratejisi en somut fotoğrafını bulmuş oluyor. Guardian’a konuşan aktivistler, ultra milliyetçi Netanyahu hükümetinin o bayrak altında hak mücadelesi verenleri istismar ettiğini söylüyor. Aynı hükümetin diğer yüzünde, bizzat “Homofobik bir faşistim ama geyleri taşlamam” diyen aşırı sağcı Maliye Bakanı Bezalel Smotriç var. Hatta koalisyonun iş başına geldiği 2022’den bu yana eşcinsellere karşı nefret suçlarının arttığı da kayıtlara geçiyor.
30 Mayıs 2024 - Kudüs'teki Onur yürüyüşünde savaş protestosuAna akım LGBT+ topluluğu içinde ise ayrışma mevcut; yerli ve milli gey Yahudi olarak devlet nezdinde eşit kabul görmek için “pinkwashing”e gönüllü alet olan, Gazze’ye savaşmaya gidenler ve diğerleri. Diğerleri Guardian’a anlatıyor: “Filistinlilere karşı baskı ve zulme ortak oluyoruz ki, biz baskı ve zulüm görmeyelim (…) Bireysel haklarımızı Filistinlilerin sırtından kazanıyoruz (…) İnsan olduğumuz için değil, kullanışlı olduğumuz için kabul görüyoruz…”
Aguda’nın ihracına giden yol ise bir “pinkwashing” hamlesiyle açılıyor. İsrailli örgüt, ILGA’nın 2026 veya 2027 konferansı için Tel Aviv’i aday gösteriyor. Talebin apartheid konusunda hassas ve İsrail’i soykırım suçlamasıyla Uluslararası Adalet Divanı’na götüren Güney Afrika’da dile getirilmesi topluluk bileşenlerini öfkelendiriyor. “İşgal altındaki Filistin toprakları ve Lübnan’da sivillerin durumu her geçen gün kötüleşirken Tel Aviv aday olamaz” denilerek İsrail oylama dışı bırakılıyor, ardından Aguda’nın üyeliği iptal ediliyor.
Şimdi Aguda yönetimi Filistinlilere de destek veren bir insan hakları örgütü oldukları halde, devletin bütün eylemlerinden sivil toplumun sorumlu tutulduğunu, oysa Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra Rus örgütlerin ihraç edilmediğini söylüyor. ILGA ise “Tel Aviv’in adaylığını konuşmak zorunda kaldığımız için üyelerimizden özür dileriz” diyor.