Dinlerde O`nsuz varlığın söz konusu olamayacağı, kainatın ve içindeki her şeyin Yaratıcısı; tazim ve ibadetin muhatabı olan aşkın/mutlak, nihai gerçeklik ya da Kutsal sayılan varlık.
Dinin söz konusu olmadığı bir insanlık tarihinin düşünülemeyeceği nasıl tarihsel bir olgu ise "aşkın gerçeklik" veya Tanrısal bir varlıktan bahsetmeyen bir dini gelenekten söz etmenin imkansızlığı da tarihsel bir olgudur. Bütün varlıkla özdeşleştirenler olmakla birlikte dinlerin büyük kısmı bu mutlak varlığı/gücü, şahsiyeti olan bir ilah olarak tasavvur eder ve inanç sistemlerinin merkezini onun doğasının ve rolünün açıklanması oluşturur. Ancak bu onun yalnızca tanrı ve tanrılar şeklinde tasavvur edildiği anlamına gelmez. Bu ilahi varlık tanrı ya da tanrılar şeklinde tasavvur edildiğinde bu dine "tanrıcı" (theistic) din (Zerdüştlük, Hinduizm, Yahudilik, Hristiyanlık, İslam) denilir. Bu mutlak varlık, Budizm'in Zen gibi kollarında olduğu gibi tanrı/tanrılar olarak tasavvur edilmiyorsa ona "tanrıcı olmayan" (nontheistic) din denir. Tanrı/tanrıların varlığını kabul etmekle birlikte kurtuluş anlayışı ya da aydınlanma gibi dini yaşamın hayati meselelerinde tanrıya ya da tanrılara vazgeçilmez bir rol verilmeyen dini gelenekler ise "tanrıcılık-ötesi" (transtheistic) (Theravada Budizmi, Cayinizm) olarak adlandırılır.
Tanrının varlığını kabul; çok tanrıcılık (polytheism), tek tanrıcılık (monotheism), var olan tanrılardan birini öne çıkarma (henoteism), ikicilik (dualism), tekçilik (monism), panteizm (pantheism) ve panenteizm (panentheism) şeklinde tezahür eder.
Hem tanrı hem de tanrıça şeklinde olmak üzere çok tanrıcılık, insanlık tarihinde ulaşabileceğimiz dinsel malzemeler bırakmış kadim medeniyetlere (Sümer, Hint, klasik Yunan, Mısır, Roma vs.) kadar giden ve farklı şekillerde açıklansa da bugün Hinduizm gibi dinlerde var olan bir inançtır. Evrendeki işlerin icrasını paylaşan, belli sorumluluk alanları olan ve insani niteliklere sahip, insan biçimli (anthropomorfic) tanrılar silsilesinin (pantheon) başında bir yüce tanrı (Asur, Zeus vs.) bulunur.
Çok tanrıcılığın kökenini açıklamaya yönelik en eski teori, Euhemurus (ö. MÖ 260) ve İbnü'l-Kelbi'nin (ö. 821) bir şekilde öne çıkan insanların tanrılaştırılması olarak açıklayan Evemerizm teorisidir. 19. yüzyıl biliminde ise tanrı anlayışının ve tek tanrıcılığın oluşumunu evrimci bir tarzda açıklama çabası antropolojik, psikolojik, sosyolojik açıklamalara ve karşı açıklamalara yol açtı. Tylor'a göre gelişimin kökeni ruhlara tapınmadır (animizm). Sigmund Freud (ö. 1939) için tanrı, öldürülen babanın; Durkheim için ise toplumun yüceltilmiş halidir. Feurbach'a (ö. 1872) göre, insani sıfatların mükemmel hallerinin kendisine yansıtıldığı, muhayyel bir varlıktır. Tanrı düşüncesinin kökenini insana indirgeme bakımından hepsi antropolojik olan bu teorilere göre tanrı düşüncesinin ortaya çıkışı olan ilk aşamadan sonra, çok tanrıcılığa geçilmiş ve nihai olarak da tek tanrı anlayışına ulaşılmıştır.
Tek tanrı düşüncesinin bir evrim sonunda ortaya çıkmayıp en yüce varlık biçiminde, bazı sosyal bilimciler tarafından ilkel (primitive) olarak tanımlanan toplumlarda da, var olduğuna ilk dikkat çeken Andrew Lang'dır (ö. 1912). Benzer düşünceye işaret edenler olsa da bu anlayış esas olarak, Wilhelm Father Schmidt (ö. 1954) tarafından insanlığın asli dininin bir ilk tek tanrıcılık (ur-monoteismus) olduğu şeklinde kavramsallaştırılmıştır. Ona göre, çok tanrıcılık bir bozulmadan ibarettir. Pettazzoni, Schmidt'in insanlığın ilk inancının monoteizm olduğu iddiasına karşı çıkar. Ona göre, bütün tek tanrıcı inançlar, çok tanrılı bir arka plana sahiptir. Ancak tek tanrıcılık, çok tanrıcılıktan evrilerek değil, devrimci bir tarzda ortaya çıkmıştır. İlkel toplumlardaki En Yüce Varlık (Supreme Being) ile semitik tek tanrıcı tanrı anlayışı her zaman aynı değildir. Ã ke Hultkrantz, En Yüce Varlık anlayışındaki bu farklılığı çevrenin insanların inançlarının ortaya çıkışında değil fakat şekillenmesi üzerindeki etkisine bağlar. En Yüce Varlık/Yüce Tanrılar/Gök Tanrılar olarak isimlendirilen bu varlıklar başta ilkel kabileler olmak üzere, sonraki medeni toplumlarda da (Afrika'nın ve Avustralya yerlilerinin tanrı anlayışı, Çin'de Şang-ti/Ti'en; Hindistan'da Brahman, Türklerde Tengri, Araplarda Allah) varlığını devam ettiren bir inanç olmuştur. Bugün varlığı hususunda genel bir kabulün söz konusu olduğu ve çoğunlukla gökle özdeşleştirilen, ancak maddi göğün ötesinde oldukları da vurgulanan bu varlıklar evrenin yaratıcısı, koruyucusu, besleyicisi; ana, mutlak öteki, bilinmeyen, her şeyi bilen, her yerde olan, darda kalan insanlara yardım edendir. Resmi, heykeli yoktur. Çeşitli sebeplerle insanlardan uzaklaştığından (deus otiosus) mabedi ve kendisine has rutin ibadetleri yoktur. Zor zamanlar dışında yerlerini ikinci düzeydeki ilahlar almıştır.
Din çalışmalarında evrenden ayrı müstakil bir varlığa sahip olma şeklindeki tek tanrıcılık (monoteizm) Ikhnaton ile ortaya çıkan ancak kısa bir süre sonra ortadan kalkan; kalıcı zuhuru Musa Peygamber ile ilişkilendirilen tanrı anlayışıdır. Erken dönem Zerdüştlüğün, Yahudiliğin, Hristiyanlığın ve İslam`ın tanrısı böyle bir tanrıdır. Bu dinlere göre tanrı evrende keşfedilecek herhangi bir şey değildir. İspata yönelik (kozmolojik, ontolojik, teleolojik, ahlaki, dini tecrübe ve dizayn) argümanların mutlak anlamda ispat edemeyecekleri, yalnızca evrenin O'nunla daha anlamlı hale geleceğine işaret edebilecekleri bir varlıktır. Zaman ve mekan kategorilerinden azadedir. Beşeri dil onu ifade etmekten acizdir. Bu yüzden O'nun ne olduğunu değil de ne olmadığını (ne o ne, neti neti) söylemek daha güvenilir bir yoldur (apophatic theology: tenzihi teoloji/dil). Ancak evrenin yaratıcısı olmasından dolayı evrenle ilişkisinin olması; onu anlatırken, tasavvur/tasvir ederken insani niteliklerin kullanılmasını zorunlu kılar. Fakat mezkûr niteliklerle onu betimlerken -insan biçimli bir tanrı anlayışına yol açmamak için de- bu niteliklerin O'ndaki karşılığının insandaki gibi olmadığının da ilave edilmesi zorunludur. "İşitir, ancak insanların işittiği gibi değil; sever ancak insanların sevdiği gibi değil (â¦)".
Yahudilikte ancak 5. yüzyıldan itibaren söz konusu özellikleri kazandığı kabul edilen YHVH, kendisinden başkası olmayan; tek, her şeyi bilen, her yerde hazır ve nazır, ebedi ve değişmeyendir. Yarattıklarıyla özdeş değil, onlardan tamamen başkadır. Her şeyin olduğu gibi yasanın da yaratıcısıdır. Yahudi kutsal kitabı Tanah'ta baba, kral, çoban, hakim, şifacı, rehber, koca, hakim biçiminde eril ve baba karakterinde betimlenir. Ancak dişil ve anne nitelikleriyle de gösterilir. Kendisini hem tarihsel olaylarda hem de peygamberlerle ilişkisinde vahiy/ifşa eder. Bütün ulusların tanrısıdır (Yeremya 10/7). Fakat bu Tanrı Yahudileri kendi halkı olarak seçmiş ve onlarla bir antlaşma icra etmiştir. Onlar Tanrı'nın tanıkları ve diğer insanlara yönelik kurtuluş planının failleri olacaktır. Bu tanrı anlayışı 1. yüzyılda Platon etkisindeki Philo; Aristo ve onun Müslüman yorumcularından etkilenen Maimonides ve varoluşçu felsefeden etkilenen Franz Rosenzweig tarafından söz konusu felsefeler bağlamında yorumlandı. Tanrı en yüce olduğundan O'nun ismi kutsaldır ve bu yüzden de YHVH asla telaffuz edilmez onun yerine Adonai (Rab), Ha-Şem (İsim) kullanılır. Maimonides O'nun niteliksiz, Kabalacılar O'nun sonsuz (Ein-sof) olduğunu; bu yüzden de hakkında bir şey söylenemeyeceğini ancak Sefirotlar vasıtasıyla bilinebileceğini söylediler.
Hristiyanlıkta Tanrı tektir. Ancak 3-5. yüzyılda yaşanan tartışmalarla, Grek metafiziğinin etkisi altında teşekkül eden Hristiyan teolojisi bu tanrının tekliğini selefi olan Yahudilikten tamamen farklı bir şekilde tasavvur etmiştir. Tek olan tanrılık özü, kendisini üç farklı şahsiyette tezahür ettirmiştir: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh. Hristiyan kutsal kitaplarında açık bir şekilde ifade edilmeyen, ancak sonradan oluşan anlayışla okunduğunda izleri bulunan (Matta 28/19-20) söz konusu Baba, Oğul ve Kutsal Ruh, 3. yüzyılda teslis (trinity) olarak adlandırılmıştır. Üçlü birlik ya da birde üçlük şeklinde çevrilebilecek olan bu anlayışa göre tek olan tanrılık özüne sahip oldukları için hepsi aynı şekilde tanrıdır. Baba, monoteizm tanrısının bütün özelliklerini kendisinde barındırır. Oğul (Logos), insanlığı asli günahın yükünden kurtarmak için İsa'da bedenlenmiştir. İnsan bedeninde bulunması itibarıyla tam olarak insan, tanrılık özüne sahip olduğu için de tam olarak tanrıdır ("Baba ile Ben biriz." Yuhanna 10/30). Baba'dan (Katoliklere göre, "ve Oğul'dan") çıkan Kutsal Ruh, Tanrı'nın yeryüzünde devam eden varlığını temsil eder ve inananlara, kiliseye rehberlik yapar. Reformdan itibaren Tanrı'nın takdimi/tasviri mevcut felsefi düşüncelerden (Kant, Hegel, Schleiermacher) etkilenmiştir.
İslam'da bu tek tanrı Allah olarak adlandırılır. Kur'an hem İslam öncesi dönem Arap toplumunun hem de Yahudilerin ve Hristiyanların O'na yükledikleri kabul edilemez anlayışları eleştirerek; yaratıcı, doğmamış, doğrulmamış; eşi, benzeri ve ortağı bulunmayan (İhlas sûresi 112/1-4); Alemlerin Rabbi, her yerde hazır ve nazır olan; her şeye gücü yeten; evreni ve evrendeki her şeyi yaratan şeklinde tanımlar. O, merhametli ve adildir. Kelam, Felsefe ve Tasavvuf düşünce okullarının teşekkülüyle birlikte Kur'an merkezli Allah anlayışı her bir ekolün kendi kelime hazinesine uygun olarak tasvir/tasavvur edilmiştir.
Vedaların tanrı anlayışını anlatmak için kullanılan "henoteizm" ile Max Müller birçok tanrının varlığını kabul etmekle birlikte bunlardan birini, onların temsilcisi olarak seçerek ona tek tanrı şeklinde ibadeti kasteder. Bu Müller tarafından politeizmden tek tanrıcılığa geçişte bir aşama olarak kabul edilmiştir. Ancak bu şekilde kabul edilmediğinde bile, mevcut Hinduizm'de de benzeri bir anlayışın varlığını görmek mümkündür. Hint tanrı düşüncesinde Vişnu, Şiva, Devi inananları; kendi tanrılarının tek olduğunu, diğerlerinin ise onların farklı şekilde tezahür etmiş biçimleri olduklarını kabul ederler. Dolayısıyla burada bir tek tanrı anlayışı vardır; fakat bu monoteizm anlamında bir tek tanrıcılık değildir. Çok tanrıcılığın bir kabulü vardır; ancak bu da Babilliler, Asurlular, Sümerler vs.de görüldüğü şeklinde bir çok tanrıcılık da değildir.
17. yüzyılda ortaya çıkan ve farklı kullanım alanları olmakla birlikte dini anlamdaki düalizm, evrenin varlığa gelmesinde ve onu devam ettirmesinde birbirine indirgenemez, iki zıt varlığın (iyi ve kötü) faaliyet halinde olması anlamına gelir. Bu anlamda tek karşılığı Zerdüşt sonrası dönemle kazandığı anlamıyla bu anlayışı, Zerdüştlüğün evreni iki varlığın, Ahura Mazda ve Ehrimen'nin faaliyet alanı olarak takdiminde ve Maniheizm'de (aydınlık ve karanlık dünyalar anlayışında) görmek mümkündür. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam'daki Tanrı-şeytan ayırımı, ikincisi varlığını birincisine borçlu olduğu için söz konusu anlamda düalizm olarak tanımlanamaz.
Monizm, varlığın tekliğini ya da birliğini kabul eden dini, felsefi düşünce sistemlerini ifade eder. Dini düşüncedeki karşılığını; varlığın Bir'den (Yeni-Eflatuncu Sudur nazariyesi ve onun Yahudi, Hristiyan ve İslam dünyasındaki felsefi ve tasavvufi [vahdet-i vücûd] karşılıkları ile Taoculuktaki her şeyin Bir'den, Tao'dan) çıkışı ile Şankara'nın Advaita Vedantasındaki, çokluğun bir yanılsama (maya) olduğu, tek gerçekliğin de Brahma olduğu anlayışında görülür. Tanrının varlığıyla evrenin varlığını özdeşleştiren panteizm (Spinoza) ile evreni tanrıda gören, bütün gerçekliği tanrının varlığının bir parçası olarak kabul eden, fakat tanrının dünya tarafından tüketilmediği; tanrısal olanın hem aşkın hem de içkin olduğu "panenteizm"den de bu türden bir monizm olarak söz edilebilir.
YAZAR
Fuat Aydın