Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Risk Toplumu Nedir?

        Günlük hayatta sürekli çeşitli risklerle çevrilmiş olan modern toplum biçimi. Sosyolojide Risk toplumu kavramı, modernleşmenin özellikle küreselleşmeyle birlikte ön plana çıkmış önemli bir özelliğini ifade etmek üzere kullanılmıştır. Riskler, olgusal olarak insanlık tarihi kadar eski olsa da, kavramsal olarak görece daha yeni bir kullanıma sahiptir. Coğrafi keşifler sürecinde kıtalar arası denizciliğin gelişmesiyle beraber gemi yolculuklarında karşılaşılan tehlikeleri ifade etmek için kullanılan bu terim süreç içerisinde, her türlü olumsuz durumun ortaya çıkma ihtimali ve potansiyeli anlamına gelen riske dönüşmüş ve önce Batı dünyasının ve devamında diğer bölgelerin dillerinde yer almıştır. Modernleşme bağlamında riskler ve toplumlar arasındaki karşılıklı ilişki, sosyolojinin bir konusu olarak risk toplumu kavramının ortaya atılmasını sağlamıştır. 

        Risk toplumu kavramı, ilk defa Anthony Giddens'ın modernite değerlendirmelerinde yer almıştır. Giddens'a göre dünya toplumları, bazı sosyal bilimcilerin iddia ettiği gibi henüz post-modern bir seviyeye ulaşamamış, ancak kendisinin modernleşmenin son aşaması olan "geç (yüksek) modernite" olarak adlandırdığı bir aşamayı yaşamaktadır. Ona göre bu aşama, modernitenin sonuçlarının daha önceye kıyasla daha da radikalleştiği ve evrenselleştiği bir safhadır. Geç modernitenin önde gelen özelliklerinden birisi olarak güven olgusunu ortaya koyan Giddens'a göre bu çağda insanların gündelik hayatları, kendisinin soyut sistemler olarak adlandırdığı mekanizmalara bağımlıdır. Telekomünikasyon ağları, finans piyasaları ve medya gibi birtakım soyut sistemlerin, nasıl işledikleri toplum tarafından tam olarak bilinemese de, işlevselliklerine bireyler tarafından güvenilmektedir. Ancak, güvene rağmen geç modernitenin bir başka önemli olgusu da risk toplumudur. Riskleri dışsal ve imal edilmiş riskler olarak iki kategoriye ayıran Giddens'a göre, risk toplumunu belirleyici unsur imal edilmiş risklerdir. Sel baskınları, depremler, salgın hastalıklar gibi insanların kontrolü dışında kalan dış faktörlerden kaynaklı dışsal riskler, tarih boyunca var olmuştur. Bu tip riskler Giddens'a göre doğal (salgın hastalıklar, doğal afetler), insan (işgalci ordular, haydutlar) ve doğaüstü fenomenler (kötü büyüye maruz kalmak) kaynaklıydı. Ancak, modernite öncesi toplumlarda bu tip riskler, kaderci bir anlayışla insan yazgısının doğal parçaları olarak kabul edilmiştir. İmal edilmiş riskler ise teknolojik gelişmelere bağlı olarak insanın doğal çevreye olan müdahale ve etkisinin artmasıyla ortaya çıkmış olan ve daha ziyade modern çağa özgü risklerdir. Giddens, modern çağdaki riskleri, çevre kirliliği gibi dünya ekosistemini tehdit eden riskler, sürekli artan yoksulluk, kitle imha silahlarının yaygınlaşması ve insan hakları ve özgürlükler üzerindeki baskıların artması olmak üzere dört ana başlık altında toplamıştır. İnsan imali bu risklerin geç modernite döneminde bir risk toplumunu da beraberinde getirmiş olmasını Giddens, risklerin bu döneme dört ortak özelliği ile açıklar. Buna göre, risk toplumundaki riskler, tüm dünya toplumları nezdinde geçerli olan ortak risk kavramlarının ve anlamlarının oluşması itibarıyla evrenselleşmiştir. Geç modernitenin bir başka önemli özelliği olan küreselleşme ile birlikte, riskler daha yüksek sayıda insanı etkileyebilecek boyuta ulaşmış, bir başka deyişle riskler de küreselleşmiştir. Üçüncü olarak, modern çağda her türlü organizasyon mevcut riskleri hesaba katıp ona göre önlemler (sigorta ve güvenlik önlemleri gibi) almakta ve böylelikle riskler kurumsallaşmaktadır. Ve son olarak, tüm riskler, insan kaynaklı pek çok sürecin riskler olarak geri dönmesi itibarıyla (örn. sanayileşmenin beraberinde çevre kirliliğini getirmesi) dönüşlülük özelliğine sahiptir. Tüm bu özellikleriyle riskler, geç modernite çağında tüm dünya toplumlarını etkilemekte, yönlendirmekte ve sürekli risklerle karşı karşıya olarak geliştirdikleri bir risk kültürüyle yaşamaya sevk etmektedir.

        Risk toplumu kavramı üzerinde durmuş bir başka sosyal bilimci olan Ulrich Beck (ö.2015), Giddens gibi toplumsal değişmenin farklı safhalarına vurgu yapmış ve bu bağlamda modern öncesi, basit modernleşme ve düşünümsel modernleşme olmak üzere üç evre olduğunu belirtmiştir. Düşünümsel modernleşme diye adlandırdığı son aşamada, modernite kavramının bizzat kendisi, toplumlara kazandırdığı olumlu ve olumsuz çıktıları itibarıyla, tartışma konusu olmuştur. Modernitenin dönüşlülüğü üzerinde duran Beck, bu çıktıların içerisinde risklerin önemine dikkati çekmiş ve düşünümsel modernleşme aşamasında bir risk toplumun ortaya çıktığını belirtmiştir. Beck'e göre modern çağın riskleri, sınırları aşan ve her yerde var olabilen, sonuçları hesaplanamayan ve telafi edilemeyen niteliktedir. Risklerin ön görülmesinin çok zor olduğunu belirten Beck, üst sınıfların maddi olanakları itibarıyla risklere karşı önlemler alabildiğini, ancak geneli olumsuz etkileyen niteliğinden dolayı risklerden kaçınamadıklarını belirterek risklerin toplumsal sınıflardan bağımsız özelliğine de değinmiştir. Risklerin olumsuz sonuçlarından bazı insanların, özellikle daha alt sınıfların daha fazla etkilendiğini ve böylelikle bireyden bireye değişen farklı toplumsal risk konumları oluştuğunu ifade eden Beck'e göre, risklere yol açan süreçlerden kar eden kesimler bile (örn. sanayi ve çevre kirliliği ilişkisinde olduğu gibi) eninde sonunda risklerin olumsuz sonuçlarına maruz kalacaklardır. Bu durumu bumerang etkisi olarak adlandıran Beck, küreselleşmeyle birlikte risklerin tüm dünya toplumlarını ve tüm toplumsal kesimleri etkileyen dönüşlü niteliğine, Giddens'a kıyasla daha eleştirel bakmıştır. 

        Riskler karşısında toplumların verecekleri tepkiler de, risk toplumu çalışmalarının önemli bir konusu olmuştur. Bu noktada temel sorun, neyin risk olup olduğunun tanımlanması ve bu durum karşısında nasıl bir yol izleneceğidir. Beck'e göre, riskler karşısında toplumların önünde üç seçenek vardır. Bunlar, riskin varlığının veya olumsuz etkilerinin inkar edilmesi, ihmal edilmesi ve riski kabullenip bu doğrultuda gerekli önlem ve eylemleri hayata geçirmek suretiyle geçirilecek bir dönüşümdür. François Ewald ise modern dünyada risklerin tanımlanması sürecinde, riskin konusuyla ilgili uzmanların söylemlerinin toplum ve devletlerin söz konusu riske yönelik tutumlarını güçlü biçimde etkilediğini belirtmiş ve risklerin nesnel boyutundan ziyade öznel boyutuna dikkati çekmiştir. 

        YAZAR

        Melih Çoban

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa