Belli bir güce sahip olan devletin, başka devletler, milletler ve topraklar üzerinde (ihtiyaç duyduğu) onların rızası olmadan egemenlik kurma çabası ve gayesi olarak tanımlanır. Bu çabanın içeriğinde; coğrafi olarak yayılma, genişleme, siyasi olarak denetim altında tutma, ekonomik olarak bağımlı kılma, kültürel olarak üstünlük kurma eylemleri vardır. Genel olarak egemenlik kurma arayışının tarihsel dönemler içinde birbirini besleyen çeşitli unsurları, yöntemleri, tercihleri oluşmuştur.
Ekonomik, siyasal veya kültürel düzeyde; bağımlılık oluşturma, baskı ve işgallerle toprak egemenliğine sahip olma, doğal kaynaklara ve pazara ilişkin kalıcı hakimiyet kurma ve bunlara dayalı tek yanlı, eşitsiz işleyen bir düzenekle, sömürü mekanizması oluşturma gibi emperyalizm kavramıyla çeşitlenen ve irdelenen tarihsel içeriğe sahiptir. Emperyalizm; Avrupa merkezli sömürgeciliğin ve kolonyalist yayılım sürecine dayanan tarihsel pratiğe sahiptir. Avrupalı ülkeler tarafından dünyanın paylaşılma sürecinde ve bununla birlikte kolonyalist genişlemede, güç kullanımına dayalı egemenlik kurabilme hedefi, emperyalizmin tarihsel anlamda ilk çekirdeği kabul edilir. Yine bu duruma bağlı olarak, imparatorlukların genişleme süreci, emperyalizmin içeriğiyle ilişkilendirilerek, ilk evresi olarak sayılabilir. Esasen emperyalizmin tarihsel süreç içinde birbirini takip eden evreler olarak ayrı dönemlerde tasnif edilir. Bu duruma ilişkin birbirinden farklı kaynaklarda birbirinden farklı tarihsel evrelerin ayrımının yapıldığına rastlanabilir. Ancak en geniş anlamda yapılacak bir tasnifte emperyalizmin tarihsel boyutu 3 döneme ayrılabilir. Buna göre; 16.yüzyıla kadar uzanan dönem içinde imparatorlukların genişleme dönemi, emperyalizmin gerek teoriği gerekse pratiği açısından erken döneme işaret eden ilk çekirdek evresi sayılabilir. İkinci dönem ise coğrafi keşiflerle başlayan ve 19 yüzyıla kadar uzanan dönemdir. Bu dönem; emperyalizm kavramı ile sömürgeciliğin coğrafi yayılımı, derinleşmesi ve kurumsallaşmasına bağlı olarak tarihsel süreçte harmanlanması olarak nitelendirilebilir. Üçüncü dönem ise özellikle 19.yüzyılın ikinci yarısından sonra yeniden sömürgelere yönelişin yükselişe geçtiği, Avrupa tarafından Afrika'nın ve Asya'nın yeni emperyalizmine sahne olduğu dönemdir. Buna göre sömürgecilikle, anlam, içerik, yöntem, hedef benzerliği bulunmaktadır. Avrupa sömürgeciliğinin 19. yüzyılın sonuna doğru yükselişinde toprak işgalleriyle ağırlık kazanan egemenlik tesisi, emperyalizmin tarihsel içeriğidir.
Zaman içinde kapitalizmin değişen ve gelişen üretim-tüketim-dağıtım sarmalı ve buna dayalı ilişkiler ağı, emperyalizmin hem içeriğini genişletmiş hem de yöntemlerini çeşitlendirmiştir. Bu durumun tarihsel izdüşümü, kapitalizmin yükselişi ve Sanayi Devrimi'nin gerçekleşme ve etkilerinin yaygınlaşma dönemini kapsar. 16. yüzyıldan 19. yüzyılın başlarına kadar uzanan kolonyalist dönem, sömürü düzeninin kurumsallaştırılması, sömürge merkezlerinin kurulması, köle ticaretinin boyut kazanması ve böylece hem yer altı hem yer üstü kaynaklarının sömürgeci gücün denetimine girmesiyle yaşanan tarihsel süreci içerir.
Emperyalizmin içeriğine, işleyişine, tarihsel sürecine ilişkin farklı düşünce okullarının ve düşünürlerin farklı yaklaşımları ve kuramları vardır. 1900'lü yıllarla birlikte emperyalizm konusunda eserler veren bellibaşlılar arasında John Hobson (ö. 1940), Rudolf Hilferding (ö. 1941), Rosa Luxemburg (ö. 1919), Nikolai Bukharin (ö. 1938), Vladimir İlyiç Lenin (ö. 1924) sayılabilir. Özellikle tarihsel olarak emperyalizm konusunda üretilen ilk çalışmalar, fikirler, kuramlar üzerinden birbirinden farklı yaklaşımları kabaca iki gruba ayırmak mümkündür. Birincisi; emperyalizmi kapitalizmden bağımsız olarak ele alan yaklaşımlardır. İkincisi ise; emperyalizmi, kapitalizmden ayırmaksınız, aralarındaki ilişkinin biçimine göre ele alan yaklaşımlardır. Birinci grupta yer alan görüşler, tarihsel olarak kapitalizm öncesi sömürgeciliğin varlığıyla ilişkilendirilmiş yaklaşımlardır. Diğer bir ifadeyle; kapitalizm öncesinde de emperyalizmin varlığına işaret edilerek, emperyalizmi kapitalizm ile ilişkilendirmeden açıklayan fikirlerdir. Kapitalizmin gelişmiş olduğu kimi ülkelerin emperyalizme başvurma zorluğu olmadığını örnekleyen ya da ideolojik ve ekonomik olarak kapitalist sistemin içinde olmayan eski Sovyetler Birliği'nin yayılmacı politikalarını emperyalizmle ilişkilendiren yaklaşımları da bu grupta toplamak mümkündür.
İkinci gruptaki yaklaşımlar ise; esasen kapitalizmin gelişme süreçleriyle belirginleşen fikirlerdir. Sanayinin gelişmesi, ham madde-mamul madde-pazar sarmalının etkinlik kazanması, üretim sermayesinin yanı sıra mali sermayenin de egemenlik çabalarına eşlik etmesi, siyasal nüfuzun yanı sıra ekonomik egemenliğinde kendi araçlarını geliştirmesi gibi üretim ve ticarette tarihsel süreç içinde yaşanan yeni gelişmeler bu gruptaki yaklaşımların fikri dayanaklarıdır. Bu gruptaki yaklaşımların kapitalizm ile emperyalizmin ilişkisine dayalı açıklamaları, aslında temel olarak birbirinden tamamen farklılaşmadan, birbirini tamamlar niteliktedir.
Her iki farklı yaklaşımlar grubundan tarihsel olarak ilk ortaya atılan görüşlere örnekler vererek kısaca değinmek gerekirse, özellikle 1900'lı yıllarla birlikte emperyalizm konusunda eserler üreten önemli isimler sıralanabilir. Birinci grup yaklaşımlar içinde olduğu kabul edilebilecek olan John Hobson'a göre emperyalizm; kapitalizmin gereği, ihtiyacı olarak değil, kapitalist sistemin işleyişiyle ortaya çıkan sorunlarının siyasi bir sonucu olarak etkinlik kazanmaktadır. Hobson'un emperyalizmi ele alış çerçevesi, liberal anlayışa dayalıdır. Emperyalizm, kapitalizmin kaçınılmaz sonucu değildir. Şayet kapitalist üretim ilişkileri içinde emek-sermaye arasındaki denge iyi kurulabilirse emperyalizme başvurma ihtiyacı da olmaz. Bunun için sermayenin kar payında emeğe ödenen ücretin artırılarak, payı yükseltilirse, emeğin satın alma gücü artar, sermayenin yatırım imkanı sekteye uğramaz ve böylece kapitalizm emperyalizme başvurarak, yeni pazar arayışına yönelmez. Bunun için de ülke içinde gelir adaletsizliği giderilmeli, tasarruf ve tüketim arasındaki denge isabetli kurulmalıdır.
İkinci grup yaklaşımlar içinde sayılabilecek olan Alman Sosyal Demokratlar ekolüne bağlı Rudolf Hilferding emperyalizmi; kapitalizmin sermaye yoğunlaşmasıyla tekelci niteliğinin yol açtığı finans kapitalini, ulusal sınırlar dışında egemenlik çabası olarak görmüştür. Bu çabada finans kurumlarının bilhassa bankaların pozisyonu ve etkinliği başat karakterdedir. Yine ikinci grup içinde sayılabilecek bir başka yaklaşım, Marksist ekolün temsilcisi olarak Rosa Luxemburg'un emperyalizme bakışıdır. Luxemburg emperyalizmi, kapitalizmin işleyişinde sermaye birikiminin kaçınılmaz olarak ortaya çıkardığı bir zorunluluk olarak görür. Emperyalizm; sömürü amacıyla yeryüzünün imkan bulunulan her yerinde kaynaklara el koymaya, kuvvet kullanmaya, talana ve giderek medeniyetleri yok etmeye varan kapitalizmin ömrünü uzatmanın tarihsel yöntemidir. Bu grup içinde nitelendirilebilecek bir diğer yaklaşım, Lenin (ö. 1924)'in emperyalizm değerlendirmesidir. Lenin emperyalizmi, kapitalizmin en yüksek aşaması olarak görür. Ona göre bu aşama, kapitalizmin kaçınılmaz olarak mutlak varacağı aşamadır. Bu mutlak aşama, kapitalizmin paylaşım mücadelesinin doğal bir sonucu olarak emperyalist savaşları da kaçınılmaz kılar. Lenin'e göre emperyalist yayılma, kapitalizmin doğasından kaynaklanır. Geliştirdiği "eşitsiz gelişme yasasına" göre, emperyalist güçler arasında ilişkilerin seyri değişkendir. Buna göre; kapitalist sistem içinde emperyalist güçler için yeniden paylaşım mücadeleleri ortaya çıkabilir, emperyalist hamleler farklılaşabilir, güç dengeleri değişebilir, aralarındaki iş birlikleri bozulup, yenileri gelişebilir, anlaşmazlıklar yeni çatışmaları doğurabilir.
Burada sıralananlar dışında, emperyalizm konusunda çalışmalar yapan ve fikirler ortaya atan birçok isimden daha söz edilebilir. Nitekim günümüzde de bu konuda geniş bir literatür bulunmaktadır. Emperyalizm konusunda ortaya konan tüm yaklaşımlar ve kuramsal çerçeve emperyalizmin, doğasını açıklayabilme çabasıdır. Günümüzde de bu çabanın sürdüğünü görmekteyiz. Emperyalizm kavramı, günümüzde içerik bakımından geniş bir bütünlük içinde ele alınmaktadır. Yeni kavramsallaştırmalar, yeni yaklaşımlarla özellikle siyasi güncelliğini korumaktadır. Örneğin günümüzde küreselleşme kavramıyla emperyalizm olgusu arasında bağ kuran, benzerliklerini ve zıtlıklarını ele alan yaklaşımlarda dikkat çekicidir.
Diğer yandan "Yeni Emperyalizm" vurgusuyla bazı düşünürler, emperyalizmin günümüzdeki etkinliğine yeni açılımlar getirebilme çabasındadır. Bu noktada özellikle David Harvey'in, ABD'nin 2003 yılındaki Irak İşgali üzerinden emperyalizmi yeniden yorumlayarak, kaleme aldığı "Yeni Emperyalizm" isimli eseri örnek gösterilebilir. Harvey, eserinde emperyalizmi, coğrafi alan ve onun bileşenleri üzerinden egemenliğe dayalı siyasi bir proje olarak irdelemiştir.
Günümüzde küresel ilişkiler ağı içinde; siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel alanda emperyalizmin varlığı, üzerinde büyük ölçüde mutabık kalınan gerçekliğe işaret eder. Bu gerçeklik; ekonominin tüm araçları başta olmak üzere, siyasi kurumların, kültürel kuruluşların, askeri teşkilatların işleyişinde emperyalist eğilimlerin varlığıyla örneklendirilir. Günümüzde hüküm süren dünyanın eşitsiz ilişkiler sistemi, esasen emperyalizmin hem sebebi hem de sonucudur. Sebebidir çünkü egemenlik arayışında güce dayalı hamleler, eşitsizliğin sürmesine zemin hazırlamaktadır. Sonucudur çünkü eşitsiz ilişkiler sistemi kaçınılmaz olarak gücün dengesiz dağılımına dayanır ve bu durumda emperyalizmin sürgit varlığıyla sonuçlanır. Diğer bir ifadeyle emperyalizm, doğal kaynaklar ve pazar egemenliğine dayalı eksilmeyen çabanın ürünü olmaya devam etmektedir.
Uluslararası ilişkilerde güce dayalı stratejilerin uygulanmasında emperyalist refleks daima devrededir. Ulusal sınırlar dışında egemenlik arayışında ister askeri yöntemler gibi "sert güç" araçları, isterse ekonomik ve kültürel yöntemler gibi "yumuşak güç" araçları tercih edilir olsun her ikisinde de emperyalist içerik canlılığını korur. Zira asimetrik güç ilişkileri varlığını korumaktadır ve bu durum emperyalist eğilimleri beslemektedir.
YAZAR
Yaşar Hacısalihoğlu