Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Ortodoks Kilisesi Nedir?

        Hristiyan Kilisesinin 11. yüzyılda İstanbul merkezli Grek Doğu ile Roma merkezli Latin Batı şeklinde ayrılmasından sonra İstanbul Kilisesiyle birlikte hareket eden Grek, Slav, Rumen, Gürcü, Arnavut, Arap vb. halkların mensup olduğu Kilise.

        Ortodoks kelimesi; Grekçe "doğru inanış", "doğru ibadet" anlamlarına gelmekte ve genel anlamıyla bir dinin öğretisine, ilkelerine, doktrin ve dogmasına, geleneksel olarak doğru kabul edilen düşüncelerine uygun inanç ve uygulamaları ifade etmek için kullanılmaktadır. Terim olarak Ortodoks Kilisesi ise başlıca Hristiyan mezheplerinden birini ifade etmek için kullanılmaktadır. Yaklaşık iki yüz milyon civarında mensubu bulunan bu mezhebin bağlıları, ağırlıklı olarak Balkanlar, doğu Avrupa ve doğu Akdeniz coğrafyasında yer alan bazı ülkelerde yaşamaktadır. Bu geleneksel yerleşim bölgeleri yanında, son iki yüzyılda ekonomik veya siyasi gerekçelerle başta kuzey Amerika olmak üzere, batı Avrupa ülkeleri ve Avustralya'ya göç eden kayda değer sayıda Ortodoks Hristiyan bulunmaktadır. 

        Ortodoks Kilisesi, bazı inanış ve uygulama farklılıkları bulunsa da genellikle Katolik Kilisesiyle benzer inanç ve ayinleri benimsemektedir. Bu nedenle bu iki Kilisenin birbirinden ayrılması, ilahiyat alanındaki bazı anlaşmazlıklar kadar, bu anlaşmazlıklara dayanak teşkil eden kültürel farklılıklara ve iki mezhebin temsilcisi konumundaki İstanbul Kilisesi ile Roma Kilisesi arasındaki liderlik mücadelesine de dayanmaktadır.

        Hristiyanlık, Filistin coğrafyasında bir Yahudi ihya hareketi olarak doğmuş, ancak İsa'dan sonra bu coğrafyanın dışına çıkarak, başta Roma İmparatorluğunun toprakları olmak üzere çeşitli bölgelere yayılmıştır. Bu yayılma sürecinde Yahudilikten uzaklaşarak yeni bir din haline gelen Hristiyanlık, Yahudilikten gelen öğreti ve uygulamalarını, yayıldığı bölgelerdeki farklı kültürlerle harmanlamış, böylece Grek coğrafyasında Grek anlayışına uygun bir Hristiyanlık, Latin coğrafyasında ise Latin anlayışıyla şekillenen bir Hristiyanlık ortaya çıkmıştır. 

        Ayrı kültürel zeminlerde gelişen Grek ve Latin Hristiyanlıklarının dini anlayış ve uygulama alanındaki farklılıklarına, 4. yüzyıldan itibaren Hristiyan Kiliselerine liderlik etmeye yönelik rekabet eklenmiştir. Bu döneme kadar Roma, İskenderiye ve Antakya Kiliseleri saygınlık itibarıyla ilk üç sıraya konarak Hristiyan dünyası bu Kiliselerin idaresi altında paylaştırılmışken, İmparator I. Konstantin'in, 330 yılında, İmparatorluğun başkentini, Roma'dan İstanbul'a nakletmesiyle İstanbul Kilisesinin statüsü hızla yükselmiş ve bu Kilise önce bağımsız bir başpiskoposluk haline getirilmiş, ardından da 381 İstanbul Konsilinde Roma'dan sonra ikinci sıraya çıkarılmıştır. 451 Kadıköy Konsilinde ise İstanbul'un bu ikinciliği iyice pekiştirilmiştir.

        Roma Kilisesi, İstanbul Kilisesinin statüsünün yükseltilmesine, Hristiyan dünyasında iki başlılığa sebep olacağı ve kendi liderliğini zedeleyeceği endişesiyle karşı çıkmış ve bu Kilisenin apostolik (havarilere dayanan) bir Kilise olmadığı bahanesini ileri sürerek bu düzenlemeyi kabul etmemiştir. İstanbul Kilisesi ise Havari Andreas tarafından kurulduğunu iddia ederek Roma'nın itirazını temelsiz bırakmaya çalışırken, devletin desteği sayesinde elde ettiği haklarla Roma Kilisesi ile birlikte Hristiyan dünyasının en etkili iki merkezinden biri haline gelmiştir. Böylece Latinler ile Grekler arasındaki dini yorum ve uygulama farklılıklarından kaynaklanan gerilime, bu iki kültürün temsilcisi konumunu üstlenen şehirlerin rekabeti ve etkinlik mücadelesi de eklenmiştir.

        Roma ve İstanbul Kiliseleri, dini anlayış ve uygulama farklılıklarına ve özellikle Roma'dan kaynaklanan liderlik iddialarına rağmen, 9. yüzyıla kadar ciddi bir kavga yaşamadan ilişkilerini devam ettirmiştir. Ancak bu yüzyılın ikinci yarısında hem Roma'nın İstanbul üzerindeki üstünlük iddiası hem de ilahiyata dair tartışmalar gündeme gelmiştir. Bu dönemde Roma'nın İstanbul'daki patriklik mücadelesine müdahale etmesi, İstanbul'un tepkisine neden olmuş, İstanbul buna, Latinlerin kredoya (iman beyanına) eklediği "ve Oğul'dan" anlamındaki filioque takısı ve başka birtakım gerekçelerle papayı sapkın ilan ederek karşılık vermiştir. Ancak aynı yıl kavgaya taraf olan papanın ölmesi, patriğin ise görevden ayrılması sayesinde Roma-İstanbul ilişkileri kopmamış ve sorunlu da olsa 11. yüzyıla kadar devam etmiştir. Bu süreçte İstanbul Kilisesi Latinlerle rekabet alanı olan Balkanlardaki ve doğu Avrupa'daki Slav halkları Hristiyanlaştırmıştır.

        11. yüzyılda sorunlar yeniden patlak vermiş ve İtalya'da bulunan Grek Hristiyanlar, Latin kredosunu kullanmaya zorlanınca, İstanbul Kilisesi de İstanbul'daki Latin kiliselerine Grek usulünü dayatmış ve bu kiliseleri kapattırmıştır. Ayrıca o zamana kadar papaların adının kaydedildiği listeye yeni papanın adını da kaydetmemiştir. Roma, aradaki sorunları çözmek için, 1054 yılında İstanbul'a bir heyet göndermiş, ancak bu heyetin başındaki Kardinal Humbert istediği gibi bir tabloyla karşılaşmayınca, Grekleri kredodaki filioque takısını kullanmamakla suçlayan ve patriği aforoz eden bir belgeyi Ayasofya Kilisesinin sunağına bırakarak İstanbul'u terk etmiştir. Bunun üzerine patrik de karşı aforoz belgesi yayınlamış ve böylece iki Kilisenin ilişkileri tamamen kopmuştur. Bu ayrışmadan sonra bütün Hristiyan dünyasının temsilcisi olduğunu iddia eden Roma Kilisesi evrensel anlamına gelen "Katolik" adını, Grek Kilisesi ise doğru inancın temsilcisi olduğunu vurgulamak için Ortodoks adını tercih etmiştir. 

        Bölünmeden sonra iki Kilise arasında bazı birleşme girişimleri olmuş, özellikle 15. yüzyılın ilk yarısında, İstanbul Kilisesi, Bizans İmparatorunun teşvikiyle, Türklere karşı Batıdan askeri yardım almak amacıyla Roma Kilisesi ile birleşme antlaşması yapmış, ancak bu da İstanbul'un fethini engelleyememiştir. Türkler İstanbul'u fethedince buradaki Hristiyanlara inanç, ibadet ve yaşam tarzlarını serbestçe sürdürme hakkı vermiş ve Patriğe "milletbaşı" unvanı vererek, onu Ortodoks cemaatinin sosyal ve dini meselelerinde yetkili kılmıştır. Bu dönemde patrikhane bir süre farklı yerleri merkez edindikten sonra 1600 yılında şimdiki yeri olan Fener semtine taşınmış ve bu semtin adıyla tanınmaya başlamıştır. 

        Ortodoksluğun en önemli merkezi olan İstanbul'un Türk egemenliğine girdiği dönemlerde Rusya yükselişe geçmiş ve Moskova Kilisesi, önce İstanbul'dan bağımsız bir Kilise haline gelmiş, ardından 1589'da statüsünü patriklik düzeyine yükselterek Ortodoks dünyasında önemli bir merkez haline gelmiştir. Bu Kilise, devletin desteğiyle etkinliğini arttırarak İstanbul Kilisesinin yerini almaya çalışmıştır. Moskova Kilisesinin gittikçe artan bu ağırlığı yanında 19. yüzyılda Yunan, Bulgar, Sırp ve Rumen Kiliselerinin Fener Patrikhanesinin denetiminden çıkarak kendi bağımsız Kiliselerini oluşturması da Fener'in Ortodoks dünyasındaki etkinliğini eskiye kıyasla azaltmıştır. 

        Ortodoks Kilisesi ilk dokuz yüzyılda düzenlenen yedi konsili evrensel kabul eder, bundan sonra düzenlenen konsillerin bütün Hristiyanları temsil etmediğini ve evrensel olmadığını savunur. Bu Kilise, en az Katolik Kilisesi kadar hatta ondan daha fazla geleneğe önem verir. Onlara göre kutsal kitap bile otoritesini gelenekten alır; çünkü nihai anlamda hangi metinlerin kutsal kitaba dahil edileceğini bile gelenek ve Kilise belirlemiştir. Dolayısıyla kitapların nasıl yorumlanması gerektiğini de belirleyen Kilisedir.

        Ortodokslar, Katoliklerin iddia ettiği gibi papanın veya bir başka piskoposun yanılmazlığını kabul etmez ve yanılmazlığı sadece evrensel konsillere atfederler. Aynı şekilde onlar; Kutsal Ruh'un sadece Babadan çıktığını kabul eder ve Katoliklerin sonradan kredoya eklediği filioque takısını reddederler. Bu ihtilaf, ayrışma döneminde Ortodokslarla Katolikler arasındaki en temel tartışma konularından birini oluşturmuştur.

        Ortodoks Kiliselerinde ibadetin belli bir dille yapılması zorunluluğu yoktur; bu nedenle ibadette çoğunlukla yerel diller kullanılmaktadır. Ortodoks Kiliselerinde alt kademelerdeki papaz vb. din adamları evlenebilir; piskopos ve patrik gibi üst kademe din adamları ile keşişlerin evlenmesine ise müsaade edilmez. 

        Ortodoks Kiliseler, yönetim olarak bağımsız bir yapı sergilemektedirler. Bu yapı içerisinde ikisi henüz Kiliselerin tamamı tarafından tanınmadığı için tartışmalı olan toplam on altı otosefal (bağımsız) Kilise bulunmaktadır. Bunlar; İstanbul, İskenderiye, Antakya, Kudüs, Kıbrıs, Rusya, Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan, Romanya, Polonya, Arnavutluk, Gürcistan, Çek-Slovakya Kiliseleri ile tartışmalı durumdaki Ukrayna ve Amerika'daki Ortodoks Kilisesidir. Bu otosefal Kiliseler yanında, yine bazı Kiliseler tarafından tanınmadıkları için sayıları tartışmalı olan otonom (özerk) Kiliseler bulunmaktadır. Ortodoks Kiliseler genel itibarıyla ulusal karakterli bir yapıya sahip oldukları için ileride başka otosefal ve otonom Kiliselerin oluşması muhtemel gözükmektedir. 

        Ortodoks Kilisesi, bazı Kiliselerin tarihten gelen saygınlığına rağmen hiyerarşik bir yapı yerine, eşitlik anlayışını esas alan Kiliseler topluluğundan oluşmaktadır. Bu Kiliseler inanç ve ayinler bağlamında birbiriyle sıkı bir bağ ve paralellik içindedir. Ortodoks Kilisesinin yapısı sebebiyle bunların arasından Roma'nın konumuna muadil olan yoktur. Doğu - Batı ayrışması, İstanbul ile Roma arasında olduğu ve bu Kilise, eski imparatorluk merkezinde bulunduğu için farklı bir konumu, eşitler arasında bir öncelik ve saygınlığı bulunmakta; ancak bu ona, diğer Kiliselerin işine müdahale hakkı vermemektedir. Bu Kilisenin karşısında ise 1500'lü yıllardan itibaren arkasına aldığı devlet desteğiyle gücünü sürekli arttıran ve günümüzde bazı Kiliseleri de yanına çekerek İstanbul Kilisesiyle rekabet edecek bir güce erişen Moskova Kilisesinin özel bir yeri bulunmaktadır.

        YAZAR

        Mehmet Katar

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa