Siyasal iktidarın dar bir grubun elinde olduğu yönetim şeklidir. Aristokrasi başta olmak üzere diğer bazı yönetim şekillerinde de iktidarın küçük bir grupta toplandığı bilinir. Ancak oligarşide aristokrasinin aksine yöneticilerin seçkin bir aileden gelme koşulu aranmaz. Aslında hemen her toplumda yöneticilerin sayısı yönetilenlere göre çok daha azdır. Oligarşinin bunlardan farkı, iktidarda bulunan kişilerin toplumun yerleşik kurallarına uymaması, baskı ve zora başvurmasıdır. Bu tür yönetimlerde siyasal özgürlükler büyük ölçüde kısıtlanır, demokratik yönetim usulleri en fazla sembolik bir görünüm taşır. Kavram, oligos (az, küçük) ve arkhia (yönetim) kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. Öte yandan oligarşik grup içinde yer alan yöneticilere oligark adı verilir.
Oligarşi kavramı antik dönemden itibaren kullanılır. Platon (ö.M.Ö:348/7) ve Aristoteles (ö.M.Ö:322), oligarşiyi azınlığın despotça yönetimi ve erdemli bir yönetim olarak gördükleri aristokrasinin yozlaşmış hali şeklinde nitelemişlerdir. Bu düşünürlere göre oligarşinin mantığında servete sahip olma arzusu vardır. Oligarşilerde işbaşına gelen yöneticiler, kamusal çıkarı ya da toplumun iyiliğini düşünmeden kendi servetlerini artırmak peşinde koşacaklardır. Aynı şekilde, kamu görevlerine atanmada liyakat ilkesinden de uzaklaşılmış olacak ve en üst düzey görevleri oligarklar veya bunların belirlediği kişiler işgal edecektir. Platon'a göre, bir süre sonra toplumda paylaşılacak hiçbir zenginlik kalmadığından oligarkların birbirlerine düşmesi ve sayılarının giderek azalması kaçınılmazdır. Kendi içlerinde yaşadıkları bu mücadelelerin oluşturduğu kısırdöngü, oligarşinin sonunu getirecektir. Tarih boyunca, aynı çizgiyi izleyen diğer pek çok düşünür tarafından da oligarşi, azlığın kötü yönetimi şeklinde görülmüş ve siyasal erdemle bağdaşmaması nedeniyle olumsuz şekilde değerlendirilmiştir.
Modern çağlarda kavramın yeniden gündeme gelmesindeki en büyük katkılardan biri siyaset bilimci Robert Michels'e (ö. 1936) aittir. Michels, tüm siyasal örgütlenmelerde gücün zaman içinde dar bir seçkin grubun eline geçeceğini savunmuştur ve bu durum "Oligarşinin Tunç Yasası" olarak nitelenmiştir. Michels'e göre, bir siyasal sistem, en başta ne kadar demokratik şekilde kurgulanırsa kurgulansın, zaman içinde yöneticiler, onu kendi çıkarları doğrultusunda dönüştürmeye başlayacaklardır. İktidarı kaybetmemek için halkın gerçek bilgiye erişmesini ve muhalefetin tam bir özgürlük içinde hareket etmesini engellemeye çalışacaklardır. Sistemin büyümesiyle alınan kararlarının sayısı ve çeşitliliği artacak, bunlar giderek teknik bir nitelik kazanacaktır. Dolayısıyla insanların büyük kısmı, yöneticilerin icraatlarından gerçek anlamda haberdar olamayacak ve onların kendilerine verdikleri bilgiyle yetinmek zorunda kalacaktır. Bu şekilde, iktidarda bulunan dar zümrenin gücünü giderek pekiştireceğini ve oligarşik bir yapıya dönüşeceği savunulmuştur. Michels'in bu yaklaşımı diğer seçkin teorisyenlerini de etkilemiş, Gaetano Mosca (ö. 1941), Vilfredo Pareto (ö. 1923), C. Wright Mills (ö. 1962) gibi diğer başka düşünürler de demokrasilerde iktidarın dar bir gruba geçtiğini savunmuştur.
Oligarşinin modern dönemlerdeki bir diğer kullanımı ise kapitalist ve komünist sistemlerin birbirlerini karşılıklı olarak suçlama amacına yöneliktir. Komünistler, kapitalist sistemlerde, her ne kadar yöneticilerin seçimle işbaşına geldiği gibi bir iddia bulunsa da aslında iktidarın sınırlı bir kesimin kontrolünde olduğunu savunmuşlardır. Onlara göre iktidar, aslında büyük kapitalistlerin elindedir ve siyasetle bürokrasi dahil olmak üzere diğer gruplar, sermaye kesiminin çıkarlarını korumak için hareket ederler. Bunlar, iktidarı kaybetmemek için toplumu manipüle etmekten veya insanlar üzerinde baskı kurmaktan kaçınmazlar. Buna karşılık, kapitalistler de komünist rejimlerin "parti oligarşisi" tarafından yönetildiğini savunurlar. Söz konusu yaklaşıma göre, komünist rejimlerde, partinin üst düzey yöneticilerin oluşturduğu küçük ve kapalı bir grup, toplumsal talep ve dinamikleri göz önüne almaksızın tamamen baskı ve zora dayalı olarak iktidarı kullanır. Bu durumun en belirgin örneği, Sovyetler Birliği'nde Komünist Partinin en üst karar organı olan Polit Bürodur. Üye sayısı değişik dönemlerde 7 ile 15 arasında değişen Polit Büro, dağılana kadar Sovyetler Birliği'nin en üst karar organı olmuştur.
Öte yandan 20. yüzyılda, oligarşik yapılanmaların bir diğer örneği olarak askeri darbeler sonrasında kurulan cunta yönetimleri gösterilebilir. Genellikle darbeyi yapan az sayıda askerin oluşturduğu cuntalar, yönetimi tek bir kişiye bırakmadan bir grup olarak ellerinde tutarlar. Tek bir devlet başkanı olsa da kararlar, cunta üyeleri tarafından ortaklaşa alınır. Yunanistan, Arjantin, Şili, Portekiz gibi ülkeler uzun yıllar boyunca askeri cuntalar tarafından yönetilmiştir. Türkiye'de 1960 ve 1980 darbeleri sonrasında da demokrasiye yeniden dönülene kadar benzeri yönetim modelleri görülmüştür.
YAZAR
Hamit Emrah Beriş