Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Az Gelişmişlik Nedir?

        Gelişmemiş, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülke terimleri, endüstrileşmiş ülkelerle endüstrileşmemiş ülkeleri ya da daha basit bir ifadeyle zengin ve zengin olmayan ülkeleri ayırt etmek için kullanılır. Az gelişmişlik kavramı, zengin ülkeler tarafından, kendileri gibi olmayan ülkeleri tanımlama ve ötekileştirme aracı olarak kullanılır. Kavram İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkmış ve yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Zengin olmayan ülkeler de sorgulamaksızın kendilerini bu kavramla tanımlamayı benimsemiştir. Kavram genellikle kapitalist ve sosyalist ülkeler tarafından kültürleri, toplumsal ve ekonomik yapıları kendilerine benzemeyen ülkeleri ayrıştırmak ve bu ülkelerin önüne kapitalist veya sosyalist ekonomilere benzemeyi hedef olarak koymak amacıyla kullanılmıştır. Az gelişmiş ülke yerine "üçüncü dünya ülkesi" kavramı da kullanılmış, bu da kapitalist ve sosyalist blok dışında kalan devletleri ifade etmiştir. Sosyal bilimler, toplumları farklı ölçütlere göre sınıflandırır. Günümüzde en yaygın kullanılan ölçütlerden biri "gelişmişlik seviyesi"dir. Sosyal bilimlerde az gelişmişliğin tanımlanması ve derecesinin ölçülmesinin yanında, sebepleri, sonuçları ve aşılmasının yolları da ele alınmaktadır.

        Az gelişmişlik ekonomik, endüstriyel, siyasi ve sosyokültürel açılardan dünya sıralamalarında görece alt sıralarda olan ülkeleri, milletleri, toplumları veya bölgeleri nitelemek için kullanılır. Ülkeler gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş olarak tasnif edilmektedir ancak gelişmişliği ölçecek, üzerinde uzlaşılmış nesnel ve evrensel kriterler henüz bulunmamaktadır. Gelişmişliği ölçmeye çalışan ulusal ve uluslararası kuruluşlar, yaklaşımlarına ve ilgi alanlarına göre geliştirdikleri muhtelif kriterleri kullanmaktadır. Bununla beraber, çoğunlukla ekonomik veriler gelişmişlik seviyesinin en somut ve objektif göstergeleri olarak kabul edilmektedir. Ekonomik veriler yanında sosyal, siyasi, hukuki ve eğitimle ilgili göstergeler de gelişmişlik seviyesini ölçmek için kullanılmaktadır.

        Az gelişmişliği doğuran sebepler arasında sömürgecilik, etnik, dini, coğrafi ve tarihi sebepler gösterilmektedir. Sömürgeleştirilmiş ülkeler İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra siyasi bağımsızlıklarını elde etmiş olsalar bile az gelişmişlik kısır döngüsünü aşamamışlardır. Bu süreçte sömürgeci ülkeler eski sömürgelerine siyasi bağımsızlık verseler de az gelişmişliği ve kendilerine bağımlılığı sürekli kılmak için borçlandırma, serbest ekonomi, özellikle ithalat serbestliği, korumacılığa karşı çıkma gibi çeşitli yöntemler geliştirmişlerdir. Gelişmiş ülkeler az gelişmiş ülkelerin gelişmesinin önüne muhtelif engeller koyarak onları daima teknolojide, endüstride ve ekonomide kendilerine bağımlı kılmaya çalışmış ve bunda büyük ölçüde başarılı olmuşlardır.

        Belli ırkların, dinlerin veya coğrafi bölgelerin gelişmeye uygun olmadığı görüşü, somut verilere dayanmayan ideolojik bir iddia olmaktan öteye geçmemektedir. Batılı oryantalistler tarafından ortaya atılan, İslam'ın gelişmeye engel olduğuna dair temelsiz iddialar, Türkiye'de ve İslam dünyasında tepkiyle karşılanmıştır. 19. yüzyıl sonlarında Fransız filozof Ernest Renan'ın (ö. 1892) İslam'ın ilerlemeye uygun olmadığına dair iddiaları ve Namık Kemal'in (ö. 1888) ona cevabı bu tartışmaya ilginç bir örnek olarak gösterilebilir. Günümüzde siyah ırkın birçok alanda başarı göstermesi; Japonya'nın, Güney Kore'nin, bazı Latin Amerika ülkelerinin, Çin'in ve Hindistan'ın giderek artan yükselişi; G20 üyesi olan Türkiye ve Malezya gibi Müslüman ülkelerin az gelişmişlik kısır döngüsünü kırmış olması, bu tür ırkçı ve ayrımcı iddiaların temelsizliğini göstermektedir. Yeni ortaya çıkan tarihi verilerin ışığında, tamamen ideolojik nedenlerle ortaya atılan, dinin Müslümanları geri bıraktığı görüşü İslam ve Osmanlı tarihçileri tarafından giderek artan bir şekilde sorgulanıp reddedilmektedir. Dinin Müslüman toplumların geri kalmışlığının sebebi olmadığı, daha çok bu toplumların geri kalmışlığının İslam'ı yorumlama ve uygulama biçimlerine tesir ettiği görüşü yaygınlık kazanmıştır. Nitekim aynı İslam toplumları başka çağlarda güçleri ve zenginlikleriyle tarih sahnesinde parlak roller oynamıştır. Dolayısıyla ekonominin gerilemesiyle birlikte değişen, dinin kendisi değil, onun yorum ve uygulamalarıdır.

        Gelişmişlik seviyesi ölçülürken bir ülkenin (1) endüstrileşme seviyesi, (2) sosyal ve ekonomik durumu, (3) dünya ekonomisine entegrasyonu (4) jeopolitik konumu gibi faktörlere bakılmaktadır. Daha somut ifade etmek gerekirse kişi başına düşen milli gelir, işsizlik oranı, ihracat sektörünün ekonomideki payı, tarım ve sanayideki istihdam oranları gibi veriler göz önünde bulundurulmaktadır. Ancak bu ekonomik göstergeler refah ve zenginliğin topluma ne kadar yayıldığını tam olarak ortaya koymayabilir ve gelir dağılımındaki eşitsizliği perdeleyebilir. Nitekim gelişmiş sayılan birçok ülkede bazen sosyal gruplar, ırklar ve bölgeler arasında ciddi gelir dağılımı sorunları ve sosyal adaletsizlik bulunabilmektedir.

        Bir ülkenin kalkınmışlık seviyesini ölçme sürecindeki bu sorunları aşmak için halkın satın alma gücü, okuma yazma oranı, okullaşma oranı, üniversite tahsili oranı, kalori ve protein tüketimi, nüfustaki doktor, ebe, hemşire oranı, ortalama ömür, şehirleşme oranı gibi sosyal ve ekonomik göstergelere de başvurulmaktadır.

        Bu bağlamda petrol zengini ülkeler kuramsal bir sorun oluşturmaktadır. Bu ülkeler ekonomik verileri itibarıyla üst sıralarda yer almalarına rağmen endüstriden yoksundurlar, eğitim ve bilim açısından gelişmemişlerdir, genellikle demokratik özgürlüklere ve insan haklarına bağlı değillerdir ve gelir dağılımlarında çarpıklıklar görülür.

        Gelişmişliğin ölçülmesinde, ülkenin ihracat yoluyla dünya ekonomisine entegrasyonu ve jeopolitik ağırlığı da devreye girmektedir. Az gelişmiş ülkelerin ekonomisi genellikle ihracata değil ithalata dayalıdır ya da bu ülkeler işleme kapasitesinden mahrum oldukları için doğal zenginliklerini sadece ham madde olarak ihraç edebilirler. Eğer bir ülke dünya ekonomisine entegre olmuşsa ve belli bir jeopolitik ağırlığa sahipse gelişmiş kabul edilmektedir. Jeopolitik ağırlık noktasında nükleer silahlara sahip olmak en belirleyici göstergedir ve bunun en güzel ifadesi söz konusu ülkelerin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde veto gücüne sahip olmalarıdır.

        YAZAR

        Recep Şentürk

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa