Bir otorite tarafından siyasi, askeri, dini, ahlaki, ekonomik ya da toplumsal neden veya nedenler öne sürülerek önceden belirlenmiş bir konuda, düşünceyi ifade ve basın özgürlüğü bağlamında, açıklama yapmanın, sanatsal etkinliğin, yayın ve yayımın denetim altına alınması, engellenmesi ya da tamamen yasaklanmasıdır. Sansür olgusu, milattan önceki çağlarda ortaya çıkmış ve sonrasında da devlet ve toplum hayatının gündeminden hiç eksik olamayacak şekilde çeşitli tartışmalarla günümüze kadar gelmiştir.
En sert biçimde uygulanan ilk sansür örneklerinden biri, Çin İmparatoru Qin Shi Huang (ö. MÖ 210) dönemine aittir. Bu imparator döneminde kitaplar ve düşünceler üzerinde ağır baskılar kurulmuş ve yasaklara uymayanlar şiddetle cezalandırılmıştır. Sansür olgusuna tarihten verilebilecek diğer bir dikkat çekici örnek ise Sokrates'in, içinde yaşadığı topluma yönelik eleştirel düşünceleri ve açıklamaları nedeniyle idam edilmesidir.
Kökeni Latince olan sansür kavramı, Roma İmparatorluğu döneminde, devletin görevlendirdiği yüksek rütbeli bir devlet memurunun (censor), nüfus ve vergi işlerinin takibi ve düzenlenmesinin yanı sıra, vatandaşların toplumsal davranışlarını da denetleme görevi (censura) anlamında kullanılmıştır. Bu kökenden türemiş olan ve anlam olarak devlet ya da bir otoritenin üst düzey denetim ve yetkisini tanımlamak için kullanılan sansür, tarih boyunca tartışılagelmiş ve yasal nitelikli metinlerin de büyük ölçüde öznesi olmuştur. Skolastik Hristiyan Orta Çağı'na damgasını vuran önemli olgulardan biri sansürdür. Dogmatik düşünce sistematiğinin, Batı'da hüküm sürdüğü yaklaşık bin yıllık süreçte Kilise, toplumsal hayat üzerinde başat rol oynarken, kendi sansür mekanizmalarını da alabildiğine kullanmak suretiyle, toplumsal etki ve yetkinliğini sürdürme çabası içinde olmuştur. 15. yüzyılın ikinci yarısından sonra matbaanın bulunması ile birlikte, Batı'da kitap basımı başlamıştır. Bu gelişmeden dolayı, bilimsel gerçeklerin yanında özgür düşüncenin yaygınlaşmasıyla, bundan rahatsızlık duyan ve otoritesi sarsılan Kilise, ilk ve geniş kapsamlı sansür belgesini (Index Librorum Prohibitorum) Roma Engizisyon Kutsal Kurulu vasıtasıyla yayımlamıştır. Böylece düşüncelerin serbestçe ifadesinin ve basım yoluyla çoğaltılarak yaygınlık kazanmasının önüne, sansür vasıtasıyla geçilmeye çalışılmıştır. 18. yüzyılda, klasik liberal anlayış sonrasında özgürleşen insan aklının ve bu insan aklı verilerinin aksine, 20. yüzyıl toplumsal kurtuluşu öneren otoriter ve totaliter rejimlerin sert sansür uygulamalarının ortaya çıktığı bir dönem olmuştur. 20. yüzyılın son on yılı ile başlayan süreçte ise internetin yaygınlaşmasıyla bir iletişim devrimi yaşanmış, kitle iletişim araçlarının kapsama alanları çok genişlemiş ve dünyanın her yerine haber ve mesaj ulaştırmak mümkünhale gelmiştir. 2. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan iki kutuplu dünyada Doğu ve Batı Blokları, öncelikle güvenlik gerekçesini öne sürerek sansürü kullanmış ve bunu bir savunma yöntemi olarak kabul etmişlerdir.
Soğuk Savaş'ın karakteristik özelliklerinden biri de iletişimin olabildiğince azaltılarak sürekli denetim altında tutulmak istenmesidir. Bu dönemde sansür uygulaması, kitle iletişim araçlarının yanı sıra sanat eserleri ve diğer toplumsal etkinliklerin büyük ölçüde denetimi ve engellenmesi amacıyla kullanılmıştır. 21. yüzyılda ise internet mesafeleri ve ulusal sınırları ortadan kaldırmış, yeni toplumsal hareketler ortaya çıkmış ve küreselleşmenin etkileri tüm dünyada yoğun biçimde görülmeye başlamıştır.
Günümüzde internet ortamının sağladığı donanım ve yazılım kolaylıkları, yasal düzenlemelerin teknolojik gelişmenin gerisinde kalması sonucunu doğurmuştur. Demokratik devletin en önemli göstergesinin, düşüncelerini açıklama özgürlüğüne sahip olan vatandaşların yer aldığı model olmasına karşın, devlet erkinin araç ve amaçlarından bağımsız olarak, sansür olgusu vasıtasıyla kısıtlama, engelleme ya da tamamen yasaklama girişimlerinin toplumlar için gelecekte de süreklilik göstereceği açıktır.
YAZAR
Murat Özgen