Anadolu'da sosyal, dini ve iktisadi bakımdan toplumun önemli bir kesimini etkileyen ve özellikle esnaf zümresinin şekillenmesini ve örgütlenmesini sağlayan kurumdur. Ahilik kelimesinin kökü, Arapça kardeş manasındaki "ahi" kelimesidir. Bu adın Türkçe "akı" (eli açık, cömert) kelimesinden türetildiği de ileri sürülür.
Ahiliğin Anadolu'da ortaya çıkmasına rağmen, kökleri İslam tarihinin öncesinde ve erken dönemlerinde "karmat", "feta", "ayyar", "şatır" gibi adlarla bilinen işsiz, başıboş gençler ve hatta çok fazla beceri gerektirmeyen sanat kollarında çalışanlara kadar dayandırılmaktadır. Bu oluşum ve hareketlere karşılık İslami dönemde sivil toplum ve devlet, sadece zor kullanarak değil, gençlik, kahramanlık, cömertlik anlamlarına gelen fütüvvet ve fütüvvet teşkilatı vasıtasıyla meselelere bir çözüm yolu bulmaya çalıştı. Abbasi halifesi Nasır Lidinillah (1180-1225) şehir fityanını (gençleri) ve işçi kitlelerini bir disiplin altına almak ve kendine bağlı birlikler oluşturmak hem de dini ve siyasi nüfuzunu arttırmak için İslam'ın erken döneminde sosyal bir kavram olarak ortaya çıkan, sonra gençler arasında sosyal ve ekonomik bir yapılanmaya dönüşen ve bu süreçte sûfilikle de iç içe olmaya başlayan fütüvvet teşkilatını resmi bir devlet kurumu haline getirdi. Ayrıca Halife, fütüvvet erkanı üzere merasimle elbise giyerek teşkilata dahil oldu.
Halife Nasır, bundan sonra teşkilatı yaymak ve İslam ülkeleri üzerindeki nüfuzunu daha da arttırmak için tüm İslam ülkelerine elçiler gönderdi. 1214 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus'a (ö. 1211) bir heyetle birlikte fütüvvet teşkilatına girmenin önemli bir yolu olan elbise (şalvar) gönderdi. Bu gelenek Anadolu'da Ahiler arasında daha ziyade "şed kuşanma" veya "şed bağlama" olarak yerleşti. Bu ilişkilerin sonunda fütüvvet teşkilatı Anadolu'da ahilik adı altında hızla yayılmaya başladı. Teşkilatın kuruluşunda ve yayılmasında debbağ (derici) esnafının piri Ahi Evran (ö. 1261) önemli bir rol oynadı. Asya içlerinden Anadolu'ya gelen mutasavvıflardan olan Ahi Evran, bir müddet Denizli, Konya ve Kayseri'de ikamet ettikten sonra Kırşehir'e yerleşti ve ölümüne kadar burada kaldı. Bu bakımdan daha sonraki süreçte Kırşehir'deki Ahi Evran Zaviyesi, Türk debbağlarının ve zanaat erbabının manevi merkezi oldu.
Fütüvvet kurallarının temelinde İslam ahlak ve edebinin olması ve bu kuralların Türk toplumunda temayüz eden alplik (gaza) ve akılık (cömertlik) kurallarıyla özdeşleşmesi, teşkilatın hızla yayılmasında önemli bir rol oynadı. Bu yayılmada Moğol istilasıyla birlikte şehir ve kasabalarda ortaya çıkan düzensizliğin ve karmaşanın da tesiri vardı. Bu sırada Ahiler, asayiş ve düzeni sağlayan kimseler olarak ortaya çıktılar. Bu ortamda Ahiliğin iki önemli kuralı öne çıktı: Dayanışma ve misafirperverlik. Nitekim 14. yüzyıl başlarında Anadolu'ya gelen seyyah İbn Battuta (ö. 1369), onların Anadolu'nun birçok şehir ve kasabasında zaviyeler tesis ettiklerini; halk üzerinde nüfuz sahibi olduklarını ve yöneticilerin kendilerine saygı ve itibar gösterdiklerini belirtir. Bu süreçte Ahilik, sosyal temelini oluşturan esnaf ve zanaatkarlar başta olmak üzere kasabalar ve kırsal kesimde hızla yayıldı.
Anadolu'da Ahiliğin teşkilat yapısı ile ilgili ritüeller ve kurallar, önce sözlü gelenek ve törelerle icra edildi. Sonra bunların önemli bir kısmı, "fütüvvetname" adıyla bilinen eserlere yansıdı. Böylece fütüvvetnameler, 13. yüzyıldan itibaren mesleki nitelikteki kuralları, nizamları ve ritüelleri ifade eden bir anlam kazandı. Bazı fütüvvetnamelerde teşkilatın seyfi (askeri unsurlar), kavli (zanaatkar ve ilim sahibi) ve şürbi (Ahiliğe girişte içilen bir tür şerbet) adı altında bir zümreleşme gösterdiği kaydedilir. Bu zümreleşme daha çok Anadolu Selçukluları dönemindeki yapıyı yansıtmaktaydı.
Topluma yönelik faaliyet ve hizmetlerini zaviye, tekke ve hangah adıyla bilinen tesislerde yerine getiren Ahiler, Osmanlıların Rumeli'ye geçmesiyle birlikte tesislerini Balkanlara da taşıdılar. Osmanlılar kuruluş döneminden itibaren Ahilere geniş muafiyetlerle topraklar verdiler; eski beyliklerden devralınan topraklardaki mülk sahiplerinin haklarını kabul ettiler ve kurulan vakıfları geçerli saydılar. Ancak Osmanlı Devleti'nde merkezi idarenin 15. yüzyılın ortalarından itibaren giderek güçlenmesi, Ahilik teşkilatının eski güç ve etkisini kaybetmesinde önemli bir rol oynadı. Bunun sonucunda XX. yüzyıl başlarına kadar özellikle esnaf ve zanaatkarların yapısı içinde önceki dönemin ruhunu, ahlaki değerlerini, geleneklerini ve kurallarını yaşatarak büyük ölçüde hayatta kaldılar.
Osmanlı döneminde birçok şehir ve kasabada esnafın Ahilikten kaynaklanan iç düzenlemelerinde ve bu düzenlemelerle ilgili fonksiyonları yerine getirmede sorumlu olan kişi ahi baba unvanıyla bilinmekteydi. Esnaf temsilcileri tarafından seçilen ahi baba, farklı bölgelerde "şeyh", "şeyh-i seb'a", "şeyhü'l-meşayih", "şeyhü'ş-şüyûh" gibi adlar da taşımaktaydı. Seçildiği şehir ve kasabadaki esnafın ve zanaatkarların en üst seviyede temsilcisi ve aksakalı olarak görülen ahi babanın, esnaf zümresi arasındaki ihtilafların hal edilmesinde sözüne ve kararına itibar edilir ve taraflar arasında aracı rolü oynardı. Görevini ihmal eden esnafı gerektiğinde ikaz ve tekdir ederdi.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ahilikle ilgili mesleki bilgi ve beceriler genelde usta veya ustabaşı; ahlaki eğitim ise zaviyeden öğrenilirdi. Bu bakımdan mesleğin ana gövdesini ustalar ve ustabaşılar teşkil etmekteydi. Ustabaşının yanına yamak olarak giren bir genç, bir süre sonra çırak olurdu. Yamaklığın ve çıraklığın belirli bir zaman süresi yoktu. Bu süre genelde ustabaşılar tarafından belirlenirdi. Ancak çıraklık süresinin 1001 gün olduğuna dair tespitler vardır. Bu ise yaklaşık üç yıllık bir süre demektir. Bu süre içinde çırak, usta veya ustabaşıdan mesleğinin sırlarını ve ince noktalarını öğrenirdi. Çıraklıktan sonra gelen süreç kalfalıktı. Kalfalık en az altı aylık bir süreyi içine almaktaydı. Kalfalıktan sonra gelinen son mertebe ustalıktı. Ustalık, bir heyet huzurunda geleneksel olarak yapılan tören ile tescil edilirdi. Bu heyeti ahi baba, mesleğinin sırrını veren usta veya ustabaşı, ilgili esnafın yöneticilerinden kethüda ve yiğitbaşı teşkil ederdi. Bu törene şed kuşatma veya şed bağlama denir. Artık bundan sonra usta olan kişi kendi işyerini açabilirdi.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Anadolu ve Rumeli'deki bazı esnaf teşkilatları ile Kırşehir'deki Ahi Evran Zaviyesi arasında manevi bir bağ ve ilişki vardı. Bu durum Ahi Evran Veli'nin Anadolu'da Ahilik teşkilatının kurucusu ve zaviye şeyhlerinin başta debbağ (derici) esnafı olmak üzere esnafın piri olarak kabul edilmesinden ileri gelmekteydi. Bu bakımdan Ahi Evran Zaviyesi şeyhleri, Osmanlı Devleti'nin en batı uç noktasında yer alan Saraybosna gibi şehir ve kasabalarda esnaf teşkilatları tarafından düzenlenen ustalık, duacı, ahi baba, kethüda ve yiğitbaşının tayinleri ile ilgili törenlere katılırlar, onların meselelerini görüşürler ve tavsiyelerde bulunurlardı.
Esnaf teşkilatlarında geleneksel olarak yapılan bu törenler, Cumhuriyet döneminde 1967 yılından itibaren Kırşehir'de Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği tarafından Esnaf ve Ahilik Bayramı adıyla yapılmaya başlanan bayramın zeminini oluşturdu. Bayramın ülke geneline yayılması için 02.07.1988 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Ahilik Kültürü Haftası adıyla hazırlanan bir yönetmelik 19860 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 1988-2008 yılları arasında Kültür ve Turizm Bakanlığının şemsiyesi altında yapılan bu tören ve toplantılar, 13 Ağustos 2008 tarih ve 26966 Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan yönetmelik gereği Sanayi ve Ticaret Bakanlığının uhdesine geçti. Bu tarihten itibaren törenler ve toplantılar, Ticaret Bakanlığının uhdesinde Ahilik Haftası Kutlamaları adıyla her yıl bütün illerde resmi ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla yapılmaya başlandı.
Ahilik, Anadolu'da sosyal ve ekonomik ihtiyaçlara binaen kitlelerin tabanından yukarıya doğru oluşan bir sivil toplum kuruluşu özelliği gösterir. Ayrıca fütüvvet kurallarının Türk toplumunda temayüz eden alplik (gaza) ve akılık (cömertlik) kurallarıyla özdeşleşmesi, Ahilik teşkilatının Türk toplumunda kendine has uygarlık değerlerini de içine alarak oluştuğuna işaret eder.
YAZAR
İlhan Şahin