Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın önceki gün Rize’de yaptığı açıklamanın yankıları sürüyor. Ancak özellikle bir tanesi gündemde ilk sırayı aldı. İsrail Dışişleri Bakanı’nın peş peşe yaptığı nefret dolu ve bir o kadar da çirkin açıklamalar. Bu sözde siyasetçinin yakışıksız benzetmelerini buraya almaya bile değer bulmuyorum. “Türkiye’yi NATO’dan çıkarın” çağrısı ise aynı zihin dünyasının ürünü olsa da, kuşkusuz Ankara tarafından dikkatle not edilmiş durumda.
İlk olarak işaret etmek istediğim husus şu. Yukarıda bahsettiğim kabul edilemez beyanların ardından, Türkiye kamuoyunda ortaya çıkan birlik havası. Nadir örneklerin dışında hemen herkes, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsında Türkiye’yi hedef alan bu sözlere hak ettiği cevabı veren açıklamalar yaptı. Bu önemli ve değerli. Aynı zamanda dış politikada yapılmak istenenlerin, çok daha geniş bir alanda istişareye ve farklı görüşlere açık olmasını işaret eden boyutuyla da dikkate alınmalı.
KATLİAM HUKUKU MU!
Kendisi bizatihi kuruluşu itibarıyla uluslararası hukuku, en temel insani değerleri çiğneyen, yok sayan bir ülkenin; kararlı bir duruşu hemen kendisine “savaş ilanı” gibi algılaması şaşırtıcı değil. Ne yazık ki İsrail uluslararası hukuka rağmen varolan bir ülke. Bu ülkenin kuruluş sürecinden bugüne kadar olan hikayesi, aynı zamanda bölgemizde yaşanan temel sorunların da kökeni ve kaynağı.
Pek çok uluslararası örgütün, öncelikle BM olmak üzere bu ülkenin işgalci ve katliamcı politikaları karşısında eli kolu bağlı durması; ayrıca ABD’nin karar mekanizmalarındaki varlığı ile korunması dünyayı bu noktaya getirdi.
İsrail ordusu şu ana kadar Gazze’de 47 bin Filistinliyi katletti. 88 binin üzerinde Filistinli sakat kaldı. Öldürülenlerin 15 binden fazlası çocuk, 10 binden fazlası kadın. Manzara bu ve adına savaş denilmesi mümkün olmayan bir katliam. Bu dehşet, bu soykırım Amerikan Kongresi’nde defalarca alkışlandı. Dünyanın gözleri önünde en temel insani değerler bir kez daha ayaklar altına alındı.
TÜRKİYE VE ULUSLARARASI HUKUK
Türkiye, bugüne kadar doğrudan kendisini hedef alan sorunlar dahil, hiçbir konuda uluslararası hukuka aykırı uygulamaların içinde olmadı. Aksine her sorunda tüm muhatapları anlaşmalara ve ortaya konulan ilkelere uymaya davet etti.
1948’den beri adım adım Filistin topraklarını işgal eden, zorla ve hileyle insanları sürgün eden, şimdi ise tarihin en acımasız soykırımını gerçekleştiren İsrail, Türkiye Cumhurbaşkanının, ülkesinin gücünü ve kararlılığını ifade eden sözleri karşısında kendisini kaybetmiş durumda.
Bunları yazarken şu rahatlık içindeyim. Gazze ve genel anlamda bölgeye yayılma eğiliminde olan savaş tehdidi karşısında Türkiye’nin tavrı yine bu kurallar çerçevesinde olacaktır. Ne 7 Ekim öncesi, ne de sonrası bu çizgiden asla ayrılmadı, yan yollara sapmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin duruşu bu, yaklaşımı bu. Hukuk ve değer tanımayan ülkelerin anlaması mümkün olmayan bir çerçeve bu.
HER ŞEY BİRBİRİYLE BAĞLANTILI
Sadece birkaç noktaya ana başlık halinde temas ederek tamamlamak istiyorum.
Birincisi, Suriye konusu başta olmak üzere yakın coğrafyamızdaki her başlık ve sorun, aynı zamanda Filistin ve Gazze konusuyla bağlantılı. Birinde çözüm ararken ötekine göz yummak söz konusu olamaz.
İkincisi, yine Suriye meselesiyle sımsıkı bağı olan bir başka konu, İran. İsrail’in Lübnan’a saldırısı, İran’ı bu denklemden, yani Şam’daki gücünden koparmayı hedefliyor. Bunun için de Tahran’ın vekil güçlerini zayıflatma yönünde en büyük hamleyi yapıyor.
Üçüncüsü, 7 Ekim 2023’ten hemen önce İsrail'le normalleşme süreci yaşayan Suudi Arabistan’ın da bu denklemlerde önemli bir yeri var. Suud yönetimi kendi içindeki “laikleşme” hikayesini, aynı zamanda bölge düzeyinde ekonomiden güvenliğe kadar bir dizi hamleyle bir güç dengesi haline getirmeye çalışıyor. Suriye meselesinde de etkin bir rol arıyor kendisine. Mesafe aldığı da söylenebilir.
Dördüncüsü, İran’da helikopter kazalarının ardından şekillenen siyasi sürecin ortaya çıkardığı yeni cumhurbaşkanı profili; adeta bu yeni değişim dinamiklerini anlama, önleme ya da zararsız hale getirme yönünde şekillenmiş görünüyor.
Bitirelim. Haklı olarak Netanyahu’nun ABD Kongresi'nde alkışlanmasına tepki gösterdik ama, o konuşmada çok önemli başlıklar vardı. Netanyahu, orada İran’a karşı güvenlik ittifakı kurulması yönünde çağrı yaptı. Onun tanımına göre bu blok, II. Dünya Savaşı sonrasında SSCB’ye karşı yapılan ABD-Avrupa ortak paktına benzeyecek. İttifakın içinde İsrail’le barış yapmak isteyen ülkeler bulunacak.
Cevabı belli soru şu: Bunlardan hangisine Türkiye kayıtsız ya da ilgisiz kalabilir?