Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

İSTER Avrupa’daki seçimleri ele alın, dilerseniz de dün tamamlanan İran’daki Cumhurbaşkanı seçimini…

İkisini benzer kılan nokta iktidarda olanlara karşı değişim arzusunun sandığa yansıması dersek yanılmayız…

Bunu yaparken de oluşmuş ittifak düzenine karşı çıkmıyor.

Avrupa’daki değişimde Avrupa Birliği’ni ret etmiyor, ittifak içinde kalarak kendi değişimini gerçekleştiriyor.

İran’da olan da aslında çok farklı görünmüyor…

Seçimi kazanan Türk asıllı Tebriz Milletvekili ve eski Sağlık Bakanı Mesut Pezeşkiyan da mevcut sistemin dışında bir arayışta görünmüyor.

Sadece reform yapıp, bazı aksaklıkların düzeltilmesi gerektiğini savunuyor.

Zaten öteden beri sistemin en önemli isimlerinin yanında yetişen birisi olarak biliniyor…

PEZEŞKİYAN’I SİYASETE İLK KEZ HATEMİ SOKTU

Pezeşkiyan’ı siyasete kazandıran da İran İslam Devriminin önderi Humeyni’nin en yakınında bulunan 5. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’den başkası değil…

Bu seçimde en büyük destekçisi de 2015’te batı ile imzalanan ve atom programının kısıtlanmasını öngören anlaşmaların mimarı eski Dışişleri Bakanı Cevad Zarif oldu…

Pezeşkiyan, başörtüsü takmadığı için gözaltına alındığı polis merkezinde ölen Masha Amini protestoları sırasında da güvenlik güçlerinin müdahale yöntemine karşı çıkmıştı.

Pezeşkiyan, “Biz de çocuklarımızın iffetli olmasını istiyoruz, ancak bu davranışlar onları dinden uzaklaştırıyorsa bu yöntemi sürdüremeyiz” diyerek duruşunu ortaya koymuştu…

Dolayısıyla İran’daki dini liderlikle ittifak içinde değişim arzusunu yansıtıyor…

Aslında Avrupa’da olan da farklı değil…

Orada da Avrupa Birliği’ne bağlı ama kendi içinde ulus devletçi tutum alan bir politika yürüyor.

İTTİFAK İÇİNDE KALARAK KENDİ YOLUNU ARIYOR…

Bu konuda aradığım cümleyi iki gün önce Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği bir toplantıdaki sohbetimiz sırasında

Avrupa Birliği’nin etkin bir ismi dile getirdi:

“İttifak içinde kendi yollarını belirlemek istiyorlar…”

Ancak dönüp dolaşıp yine AB’nin çerçevesinden çıkmamaya gayret ettiklerini de İtalya’da seçim öncesi aşırı sağ söylemlerde bulunan ancak Başbakan olduktan sonra merkez politikalara yönelen Melloni örneği ile verdi.

“İktidara gelirken aşırı sağ söylemlerde bulunurken, hükümetteki politikaları merkez bir partinin yapacağı ölçüde…”

Ayrıca Avrupa’da yaşananları tek başına AB ülkelerindeki gelişmeler olarak da görmemek gerektiği görüşünde.

İngiltere’de İşçi Partisi’nin uzun yıllar sonra iktidara geldiğine atıf yaptı ve yaşananları seçmenin iktidarda olanlara gösterdiği tepkiye bağladı.

Ancak ulus devletlere yeniden dönüş arzusunun yaşandığını da inkar etmedi…

FRONK-GERMAN YIKILDI

Dikkatimi en çok çeken cümlelerden biri de şu oldu:

“AB’nin motor iki gücü vardı; Fransa ve Almanya; Frank-German iktidarı... AB’de ilk kez bunun dışında bir birlik arayışı başladı. Çünkü Fransa ve Almanya’nın ekonomik ve politik ruhu kalmadı. Lider boşluğu yaşıyor. Teknolojik gelişmişlikte Çin’in çok gerisine düşmüş bir Avrupa var…”

Burada da kalmadı, AB’nin başat ülkelerinin geçmişte ağırlıklarını hissettirdikleri Afrika ve Latin Amerika coğrafyasında da etki gücünü kaybettiğine dikkat çekti.

Afrika’da ortaya çıkan bu boşluğun Rusya ve Çin tarafından doldurulmakta olduğunu da anımsattı.

AB’nin bazı ülkelerinde de politik yapıların önemini kaybettiğinin altını çizerken aylarca hükümet kurmakta zorlanan Belçika ve Hollanda örneğini verdi.

“Hükümetsiz de aylarca sistem çalıştı…” anımsatmasında bulundu…

ABD POLİTİKALARININ UYGULAYANI OLDULAR

Politika üretemeyen ülkeler, ulus devlet arayışı içinde çırpınırken Birlik’ten de çıkar bekleyen yapıya dönüştüğünü söyledi.

Bunun da politika üretmekte kabız bir AB yapısını beraberinde getirdiğini anımsattı ve şu noktanın altını kalın şekilde birkaç kez çizdi:

“Bugün Avrupa Birliği’nin güvenlik ve dış politika alanındaki tüm yönünü ABD belirliyor. Ukrayna, Gazze, Yemen, İran, Libya veya Suriye politikalarında belirleyici ve tayin edici güç ABD oldu. Avrupa, bugün Washington’un ürettiği politikaların takipçiliği dışında hiçbir şey yapamıyor…”

AB’nin bu noktaya gelmesinde Brexit’in etkisinin de büyük olduğunu belirtti, İngiltere sonrası daha da gerilediğine dikkat çekti.

İDEALLER YOK OLUNCA

AB’nin geçmişteki hedefleri, idealleri ile bugünkü amaçları arasındaki uçuruma dikkat çekerken sıraladığı şu değerler önemliydi:

“AB’de yakın geçmişte, özgürlük, demokrasi, temiz ve yeşil çevre, insan hakları, bireysel zenginleşme önemli değerlerdi. Bugün ise bu değerlerin mücadelesinin verildiği hiçbir zemin kalmadığı gibi, daha yeşil bir çevre hedefi için getirilmek istenenlere direnen, özgürlük, insan hakları gibi kavramlardan uzaklaşan bir Avrupa var…”

Bir arkadaşımız “Daha az özgürlük de bunun için de mi?” diye sordu, yanıtı soru kadar etkiyiciydi:

“Özgürlük için tam diyemem; ama daha fazlası söylemi kalmadı…”

Zaten sorunun başlangıcı da orada başlar, “Daha fazla…” söyleminin bittiği yerde daha azla yetinme döneminin kapısı aralanır.

Sonuçta elde bir şey kalmaz…

İran devrimi bunun en iyi örneği…

Dün daha fazla diyenlerin sesi kesildi…

Var olanı daha da azaltmamak gerektiğini söyleyenlerin reformcu kabul edildiği düzene gelindi…

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar