Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muharrem Sarıkaya Aritmetiğin eğitimi...

        BAŞLIKTA matematik kelimesini bilinçli olarak kullanmadım...

        Çünkü matematik, geniş bir kavrama sahip disiplindir; aritmetik ise matematiğin alt kümesidir…

        Aritmetik temel olarak sayılar ve sayılara yüklenen işlevlerle ilgilenir...

        Konu üzerinde durmama neden de bir toplantıda tanıdığım birinin yaz tatilini kısa keseceklerini, çocuğunu matematik kursuna yazdırmak zorunda olduklarını söylemesinden kaynaklandı…

        Anladım ki yalnız da değillerdi, diğer valiler de benzer bir tutum içine gireceklerdi.

        Gerekçesi de seneye üniversite sınavına girecek olan çocuğuna destekti.

        Neden başka dersleri değil de matematik kursu planladığını sorduğumda yanıtı dikkat çekiciydi:

        “Cep telefonundan çözmeye alıştı, makine olmadan hiçbir problemi çözemiyor, hesap yapamıyor. Sadece bizim çocuk da değil, yaşıtlarının durumu da aynı… Seneye üniversite sınavına girecekler, orada nasıl çözecekler?”

        MATEMATİK Mİ, ARİTMETİK Mİ?

        Çocuğunun sorununun aslında matematikte değil, aritmetikte olduğunu dile getiriyordu…

        Oysa çocuğunun ihtiyacının matematik olduğu gün gibi ortadaydı.

        Çünkü aritmetik dört işlemi kapsar, oysa matematik soyut düşünme yeteneğini de geliştirir…

        Problemin en kısa yoldan nasıl çözüleceği pratiğini de sunar.

        Mantıksal düşünme, analitik beceri, yaratıcı yaklaşımları da kapsar…

        Sadece problem çözümlerinde değil, gerçek yaşamda karşılaşılan sorunların çözümüne de aracılık eder…

        Duygusal zekanın gelişimini sağlar…

        Yaygınlaşan yapay zekayı değil, doğal zekasını önceler…

        Sorunlar, problemler karşısında bocalamaktan kurtarır, çözüm odaklı hareket etmesine katkı verir…

        O nedenle matematik yaşamı kolaylaştırır…

        Çocuğuna bu açıdan matematik dersi aldırmakta haklı, çünkü bu sorun yeni nesilde ciddi probleme dönüştü...

        EKRAN İKİ BOYUTLUDUR, ÜÇÜNCÜ BOYUTU BİTİRİR

        Tam matematik konusuna vakıf olacak dönemde bu öğrenciler Covid-19 ile karşılaştı; okulda yeterince bulunmamaları dolayısıyla yeteri oranda ders alamadı.

        Bu sadece Türkiye’de de olmadı, dünyanın birçok yerinde benzer sorunlar yaşanıyor.

        Tam matematiğin kurallarının öğretileceği dönemde öğrenciler evlerine kapanıp, ekran üzerinden ders yaptı.

        İşin özünü kavramaktan uzaklaştı…

        Çünkü ekran iki boyutludur, üçüncü boyutu yoktur; geniş bakmanızın önüne geçer…

        Ondan dolayı ekranın önünde çok kalmış çocuklar karşıdan karşıya geçerken, uzaktan gelecek bir aracın kendisine ne kadar sürede ulaşabileceğini o esnada hesap edemez.

        Yolun ortasında bir ileri bir geri, geçip-geçmemek arasında sürekli kararsızlık gösterir.

        Ya da bir sütununun altından veya yanından geçerken bir tarafına çarpıp çarpmayacağını hesap etmekte zorlanır…

        Çoğu zaman da bir yerlerini çarpar…

        Nedeni de açıktır iki boyutlu ekran karşısında üçüncü boyutu kaybetmiştir…

        ABD’DEKİ ÖĞRETMENİN TAHTAYA YAZDIĞI SORU

        Geçenlerde Washington Post’ta da buna ilişkin önemli bir makale vardı.

        Aynı yaş grubundaki sekizinci sınıf çocukların bulunduğu derslikte öğretmen tahtaya şu basit çarpma işlemini yazmış ve makine kullanmadan akıldan çözmelerini istemiş:

        25X199=?

        Öğrencilerin büyük bölümü afallayıp heykel gibi tahtaya kilitlenmiş…

        Verilen süre uzun olmasına karşın problemi çözen çıkmamış…

        Oysa bir önceki hafta da tahtaya benzer bir işlem yazmış:

        25X200=?

        Yanıtının 5000 olduğunu sınıftaki öğrencilerin ağırlıklı bölümü bilmiş…

        Ancak bir hafta sonra, bir eksik rakam verildiğinde sayıdan 25 düşüp, sonucun 4 bin 975 olması gerektiği fikrini yürüten olmamış…

        Ezberci bakış, rakamların birbiriyle çarpıma kuralına odaklı öğretide bulunduğu için, işin içinden çıkmakta zorlanmış.

        Makalenin bir bölümünde de buna yer veriliyor, karşılaştığı problemi kendi başına çözmesi için öğrencilerin cesaretlendirilmediğinden söz ediliyordu.

        Şu cümle de dikkat çekiciydi:

        “Süreçleri ezberlemek, sizi ancak o süreci neden kullandığımızı tam olarak anlamadığınızda bir yere kadar götürür…”

        Sonrasında da toslatır…

        YANITA DEĞİL, DENKLEMİ ÇÖZMEYE ODAKLANIN…

        Bunun aşılmasının yöntemine ilişkin bir örnek de vardı.

        Öğretmen öğrencilere şu soruyu yöneltmiş:

        “Bir kişi yürüyüş gezisine 825 mililitre su getirdiyse ve bunun 132 mililitresini bitirdiyse ne kadar su içmiş olur?”

        Yanıtı kendi içinde olduğundan öğrencilerin ağırlıklı bölümü cevabını vermek için çaba gösterince öğretmenin şu talebiyle karşılaşmış:

        “Cevabını söylemek yerine, birbirinizle denklemi çözmenin en iyi yolunun ne olduğunu tartışmanızı istiyorum…”

        Sorunu anında çözmekten çok nasıl çözüleceğine odaklanılmasını gösteren önemli bir yaklaşım.

        SORUN SİSTEMDE

        Aslında işin özü de burada başlıyor.

        Siz dilediğiniz kadar müfredat yazın, sonuçta iş dönüp dolaşıp konuyu sınıfta nasıl öğrettiğinize dayanıyor.

        Yoksa müfredat dediğiniz yarın bir başkasının gelip tekrar yazdığı yazılmasını sağladığı kağıt üzerindeki yazılar.

        Bu bakış yıllardır eğitim işinin içinde olanlarda da var.

        TED Başkanı Selçuk Pehlivanlı ile sohbet ederken karşılaştığım durumu anlattığımda benzer yaklaşımların çevresinde çok sayıda bulunduğuna dikkat çekti.

        “Sorun müfredatta değil, sorun sistemde. Siz sistemi düzeltmeden dilediğiniz kadar müfredat yazın, o sistemde her yazdığınızın bir anlamı kalmıyor…”

        MÜFREDAT ÖĞRETMEZ, ÖĞRETMEN ÖĞRETİR…

        Aynı yaklaşımı öğretim teknolojisi alanında yıllardır uğraş veren ODTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Soner Yıldırım da gösterdi.

        “Önemli olan öğretmenin sınıfta öğrenciye neyi nasıl anlattığıdır. Müfredat değil, öğretmen öğretir” deyip devamını getirdi:

        “Sorun müfredatın nasıl olduğunda değil, sistemin kendisinde. Öğretmen çocuk gelişimini görmeden, akademik gelişimine odaklanıyoruz. Öğretim odaklı bir tasarım yapılmıyor. Asıl önemli olan dersi öğretmenin nasıl anlattığında; işin orasıyla kimse ilgilenmiyor.”

        Öğrenme ve uygulamada geri kalınca, çocuklar da sorun karşısında afallamadan çözücü modeli üretmekte geriye düşüyor.

        Ekran karşısında çözüm arayan iki boyutta sıkışmış kalmış bir dünya bakışının ötesine geçemiyor.

        Sosyal medyada her duyduğuna inanan, sorgulamayan, konuya bir başka cepheden de bakma becerisi gösteremeyen tek tip anlayışa teslim olmuş nesil yetiştiriyoruz.

        Sonra dönüp bu yöntemle yetişmiş çocuklardan başarı ve ikbal bekliyoruz…

        Daha ilerisi ülkenin bekasını da onlara bağlıyoruz…

        MATEMATİK BİLMEYEN TOPLUMLARDA ADALET

        İnsan davranışlarının oyunlar yoluyla açıklanabileceği düşüncesini ilk ortaya atan, filmi de çekilen ünlü “oyun teorisini” arkadaşı Oskar Morgenstern ile geliştiren Nobel ödüllü Matematikçi John Nash’ın şu cümlesi de her şeyin özetidir…

        Bilgi Üniversitesi’nin düzenlediği Oyun Teorisi Dünya Kongresi için geldiği İstanbul’da gazeteci arkadaşlarla sohbet ederken, Türkiye’nin matematikte dünya sıralamasında oldukça geride olduğunu öğrendiğinde ciddileşiyor.

        Çocukları evde eğitmenin kimi zaman okuldan daha yararlı sonuç verebildiğine işaret ediyor.

        John Nash ardından bütün dünyada alıntılanan o ünlü cümlesini dile getiriyor:

        “İyi matematik bilmeyen toplumlarda adalet yoktur…”