Fatih Altaylı: New York Times'ı örnek alıyoruz
Sabah Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, Mediacat dergisine Sabah'ın geleceği ile ilgili açıklamalar yaptı.
Copyright © 2020 - Tüm hakları saklıdır. Habertürk Gazetecilik A.Ş.
İşte o röportaj...
Fatih Altaylı'nın Sabah gazetesinin başına geçtikten sonra attığı en dikkat çekici adımlardan biri, haber değeri taşımayan PR gezilerine katılmama kararı olmuştu. Altaylı, New York Times'ı örnek aldıklarını ve niyetlerinin belirledikleri gazetecilik prensiplerini Sabah'ın tüm çalışanlarının genetik kodlarına işlemek olduğunu söylüyor.
New York Times'ın etik felsefesini aldık, inceledik. Kendi şartlarımıza göre onu yeniden yazdık. Ortaya alınabilecek hediyelerden, bir yemek yendiği zaman hesabın nasıl ödeneceğine kadar birçok ayrıntıyı içeren bir metin çıktı.
Hürriyet'ten ayrılıp Sabah'ın başına geçtikten sonra Fatih Altaylı'nın neler yapacağı herkes tarafından çok merak ediliyordu. Altaylı, çok geçmeden bu meraka yanıt olabilecek bazı önemli adımlar atmaya başladı. Bazı köşe yazarlarıyla yollar ayrıldı, haberciliğe ve dolayısıyla muhabirlere daha çok önem verileceği açıklandı ve etik gazetecilik adına önemli adımlar atıldı.
Bu adımlardan biri başta PR profesyonelleri olmak üzere iletişim dünyasını doğrudan ilgilendiriyordu. Sabah gazetesi bundan sonra haber değeri taşımayan ücretsiz PR gezilerine katılmayacak, gezi haber değeri taşıdığı takdirde ise katılan muhabirin tüm masrafları gazete tarafından karşılanacaktı.
Sabah gazetesinin başına geçtiğinden beri neler yaptığını, yaptıklarından ne gibi sonuçlar aldığını ve bundan sonrası için neler planladığını konuşmak için Fatih Altaylı ile bir söyleşi yaptık.
Geçtiğimiz aylarda PR gezilerine katılmama kararı almıştınız. Bu kararı alırken aklınızdan neler geçiyordu?
Bana göre bu işin iki boyutu var. Birincisi bu, gazetecilerin ahlaki olarak bozulmasıyla sonuçlanabilecek bir süreç. Firmalarla fazla içli dışlı olduğunuz zaman olumsuz bir şey yazmanız gerektiğinde insan olarak eliniz varmıyor. Tanıdığınız bir adam, kendinizi bir yandan borçlu hissettiğiniz bir adam hakkında olumsuz bir şey yazmıyorsunuz. Yemekler, otomobiller, geziler, şunlar bunlar, eliniz bir anlamda bağlanıyor.
İşin bir de mali boyutu var. Şimdi bende bir sayfa ilan diyelim 100 milyar lira. Bir geziye götürüyorlar bir muhabiri, en lüks otelde kalsa, geceliği 500 dolar olsa 2.500 dolar eder. Uçak bileti 1000 dolar olsa, 1000 dolarlık da yemek yense 4.500 dolar eder. Bundan on sayfa haber çıkıyor. Reklam değil, haber. Herkesin okuyacağı, inanacağı bir gazetede yazılmış haberler. Bu durum reklam verme ihtiyacını ortadan kaldırıyor. Reklam vereceğine götür gazeteci gezdir. Böylece daha etkili bir şekilde haberin çıksın, daha inandırıcı, daha tarafsız bir gözle yazıldığı hissini veren bir haberin olsun… O zaman reklamveren niye reklam versin ki?
Bu kararınızdan sonra PR'cıların size erişme biçiminde nasıl bir değişiklik oldu?
PR'cılar bana pek erişemezler zaten. Muhabirken de öyleydi, şimdi de öyle. Ama ekonomi şefleri vasıtasıyla ya da yazı işlerindeki arkadaşlarım vasıtasıyla ulaşmaya çalışıyorlar. Biz ısrarla bunun yanlış olduğunu, böyle bir şeyin uygulanamayacağını, bunun Sabah'a zarar vereceğini söylüyoruz.
Yeni uygulamanızdan sonra gerçekten haber değeri taşıyan şey için mi irtibat kurmaya başladılar?
Yok, yine en ıvır zıvır şeyler için de davetiye geliyor. Genellikle on gezinin dokuzunu reddediyoruz. Ciddi bir şey yoksa, katılımcılar ciddi değilse katılmıyoruz. Bir şirket temsilcisi veya bir PR'cı arayıp diyelim Los Angeles'a gidileceğini söyleyince soruyoruz: "Ne gezisi kardeşim, ne oluyor gezide?" Yanıt "Gazeteciler gezecekler, yorum yapacaklar" gibi şeyler olunca, hayır diyoruz katılmıyoruz. Ama diyelim bir işadamı, bir şirket Rusya'da dev bir yatırım yapmış, açılış var, bunun haber değeri var. O zaman bütün masraflarını karşılayıp arkadaşlarımızı yolluyoruz. Yani bir yere onlar çağırmasa da, normal şartlarda zaten gideceksek gidiyoruz. Gitmeyeceğimiz bir şeyse gitmiyoruz.
Dünyanın saygın gazeteleri bu konuda nasıl bir politika izliyor?
Biz New York Times'ı örnek aldık. Bir etik kurulu oluşturduk. Bu kurulda eski TÜSİAD başkanı var, eski Boğaziçi Üniversitesi rektörü var, New York Times'ın ve The Guardian'ın eski ombudsmanları var. Kararsız kaldığımız zaman onlara danışıyoruz.
New York Times'ın etik felsefesini aldık, inceledik. Kendi şartlarımıza göre onu yeniden yazdık. Ortaya alınabilecek hediyelerden, bir yemek yendiği zaman hesabın nasıl ödeneceğine kadar birçok ayrıntıyı içeren bir metin çıktı. Bunları yüzde yüz doğru bir şekilde uygulayamıyoruz ama bir yerden de başlamak lazım.
Köşe yazarlarını nasıl denetliyorsunuz?
Köşe yazarlarını zapt etmek çok zor. Çünkü çok daha bağımsız hareket ediyorlar, gazete içerisinde değiller. Onları zapt etmekte zaman zaman zorlandığımız oluyor ama uyarılarda bulunuyoruz. Mesela geçtiğimiz günlerde bir köşe yazarımız bir geziye davet edildi. Davet önerisiyle bana geldiğinde "Hayır gidemezsin" dedim. Bunun üzerine yıllık izninin bir bölümünü kullanarak bu geziye katılacağını söyledi. Kimsenin yıllık izninde ne yapacağı bizi ilgilendirmez ama kendisine "Bu konuda bir şey yazamazsın" dedim.
Bu yeni uygulamaya karşı gazete içinden bir direnç var mı?
İçerinden hiçbir direnç yok. Tam aksine atılan her adımda Sabah'ın içindeki arkadaşlar çok mutlu oluyorlar. Çünkü herkesin özlediği şeyler, basında çalışan herkesin olmasını istediği şeyleri yapıyoruz biz. Rahatsız olanlar var mıdır? Muhakkak vardır ama genel olarak gazetenin hem idari kadrosunda hem çalışanlar arasında yaptıklarımıza müthiş bir destek var. İçeride hiçbir sorunumuz yok diyebilirim.
Dışarıda da çok fazla bir şey yok. Başlangıçta bir rahatsızlık oldu ama onlar da alıştılar Sabah'ın metoduna. Şu anda koyduğumuz prensipleri yüzde yüz uygulayamıyoruz ama bir süreç bu. Yavaş yavaş ilerleyeceğiz ve zaman içinde bu prensipleri Sabah çalışanlarının genetik kodlarına kaydedeceğiz.
Fatih Altaylı buraya geldiğinden beri kafasında olan Sabah'ı yapabiliyor mu?
Henüz tam anlamıyla yapamıyor. Bu bir süreç ve bu süreçte iki önemli faktör var. İşin bir okur tarafı var, bir de içerideki yirmi yılın, on yılın, beş yılın alışkanlıkları var. İçerideki alışkanları metazori, her şeye müdahale ederek değiştirebilirsiniz ama ben her şeye anında müdahale etmekten yana değilim. Arkadaşlarımın kendi kendilerine bu süreci benimseyip uygulamalarını istiyorum. Asıl sorun dışarıda: Gazete okurunun alışkanlıkları var. Bu nedenle "Eski Sabah'ı yıktım, yeni bir Sabah yaptım" diyemezsiniz. Bu bir cemaat gazetesi olsa yaparsınız, okurlar gazeteyi almaya devam eder. Ama Sabah gibi bir gazetede bunu yapamazsınız.
Gazetede şimdiye kadar nelere müdahale ettiniz, neleri değiştirdiniz?
Mizanpajda birtakım değişiklikler yaptık. Haberin işleniş biçiminde değişiklikler yaptık. Habercilikte müthiş bir özgürlük sağladık. Eskiden kafalarda birtakım şeyler vardı. Onu yapmayalım, bu konuya girmeyelim şeklinde bir anlayış vardı. "TÜSİAD haberi yapmayalım" deniyordu mesela. Neden? Turgay Bey TÜSİAD üyesi değil çünkü. Turgay Bey üye değil ama bu şart değil ki. TÜSİAD diye bir şey var. Turgay Bey'in de "TÜSİAD haberi yapmayın" diye bir şey demişliği yok ama TÜSİAD haberi yapmamışlar. Bu tür şeylerin hepsini kaldırdık.
Türkiye'de haber olan her şey bizim için haberdir dedik. İlla muhalefet etme kompleksini yendik. İyiye iyi, kötüye kötü demek gerektiğini bir ölçüde öğrettik.
Haberlerde detay unsurunu öne çıkardık. Benim Türk basınında çok gördüğüm bir eksiklik bu. Hâlâ istediğimiz noktada değiliz ama biz artık bir haber verdiğimiz zaman o haberle ilgili bütün unsurları sayfaya koyuyoruz. Gazete okurunun her şeyi bilen insanlar olması gerekmiyor. Gençler de okuyor bu gazeteyi. Yeni yeni gazete okuyan da var, hiçbir şeyden haberi olmayan da var. Bir haberde bilinmesi gerekenler varsa bir kutu yapıp onları yapmaya çalışıyoruz. Rakiplerimiz de şimdi bizi taklit etmeye başladılar.
KUTU ‘HABERİN TÜM TARAFLARINA ULAŞMAYA ÇALIŞIYORUZ'
Bundan sonra neler yapacaksınız? Aklınızda neler var?
Türk basınında son yirmi yıldır gelişen bir alışkanlık var. Önce yaz, sonra kontrol et. Şimdi biz onu biraz değiştirmeye çalışıyoruz ama ne yazık ki bu konuda haber kaynakları daha tam anlamıyla hazır değil.
Ben arkadaşlarıma sürekli şunu söylüyorum: Haberde geçen bütün öznelerin görüşleri olsun. Arkadaşlarım bu konuda çok hassas davranıyor, bunu görüyorum ama bazen haber öznesi haber çıkmadan konuşmuyor. Haber çıktıktan sonra da veryansına başlıyor. Arıyorsun konuşmuyor, telefona bile çıkmıyor. Haberi yazıyorsun ondan sonra basın bildirisi, avukat, kendisi arıyor, bilmem ne... Dediklerini yine koyuyoruz gazeteye ama haber iki günde çıkmış oluyor. Ben istiyorum ki haberin bütün unsurları bir günde çıksın. Bir haberi uzatmanın âlemi yok. Bunun için çok uğraşıyorum, olacak inşallah.
‘Gazeteci parasını gazetecilikten kazanmalı'
Her fırsatta gazetecilerin danışmanlık yapmaması gerektiğini söylüyorsunuz. Ali Saydam'la da bu yüzden yollarınız ayrıldı. Şu anda yazarlarınızın tümünün danışmanlık yapmadığından emin misiniz?
Ben Hürriyet'te bunun mücadelesini yıllarca verdim, hâlâ acısını çekiyorum. Malum Ali Atıf Bir... Ben Ali Atıf Bir'in Hürriyet'te yazmasına her zaman karşı çıktım. Bir sürü rezalet çıktı ortaya: Banvit'ten danışmanlık parası alıp Köytür'ü kötülemesi, menajerliği yaptığı adamın reklam filminde oynaması için reklam ajanslarını karalaması vesaire... İşi öyle bir hale getirdi ki sonunda Hürriyet'ten kovuldu bir anda.
Ben buna hep karşı çıktım. Buraya geldiğim zaman da Ali Bey'e, Ali Saydam'a bu konuda dikkatli olmasını söyledim. O da elinden gelen dikkati sarf etti herhalde, bilemiyorum. Ama ne kadar dikkat ederse etsin sonuç olarak dışarıdaki algılama farklı oluyor. Benim için önemli olan biraz da dışarıdaki algılamanın ne olduğu. O yüzden Ali Bey'e bu iş olmuyor bırakalım, dedim. Onun yerine bir akademisyene yazdırmaya başlattık. Herhangi bir şirketle doğrudan bağlantısı olmayan, sadece bazı siyasilere, Genelkurmay'a veya kamudaki başka bazı yerlere danışmanlık yapan bir akademisyene yazdırmaya başladık.
Şu andaki yazarlarımızın bilgim dışında bir danışmanlık bağlantısı var mıdır bilmiyorum. Ama olabilir. Birilerine bir şey yapıyorlardır belki ama bilgim dahilinde olan bir şey yok. Bilgim dahiline girdiği anda onlarla da yollarımızı ayırmaktan çekinmem. Gazeteci ekmeğini, evini geçindiren parayı gazeteden alacak, başka bir işten kazanmayacak. Televizyonculuk da, radyoculuk da olabilir ama temelde bu işi yapacak. Yani buradaki işini laf olsun diye yapmayacak. Ben bunu sporda da uygulamak istiyorum. Spor yazarlarımız gerçek spor yazarı olsun Kulüplerle doğrudan bağlantılı, işadamlarıyla doğrudan bağlantılı olanlar ya da hobi olarak spor yazarlığı yapanlar olmasın istiyorum. Ne bileyim, Fenerbahçe başkanının danışmanına, federasyon danışmanına yazı yazdırmam burada. Sabah gazetesinde bir danışman yazı yazacaksa da bu düzenli yazarlık şeklinde olmaz. Yazdığı zaman kim olduğunu, ne iş yaptığını yazarız, herkes bilir onun yazdığının bir şirketle ya da o şirketin rakipleriyle bağlantısı nedir ne değildir diye.
Ali Atıf Bir'den söz ettiniz. Yakın zamanda köşesinde sizinle ve Sabah gazetesiyle ilgili yazdı…
Ali Atıf Bir, büyük bir kinle benim aleyhime yazılar yazıyor çünkü biliyor benim onun Sabah'a gelmesini istemediğimi. Hürriyet'te çalışırken Sabah'a gelmek istedi. Ben aldırmadım. Turgay Bey'le görüştü reklam bölümünde iş yapmak için. Turgay Bey tabii tanımıyor onu, iyi bir reklamcı zannediyor. "Ben bu adamla çalışmak istemem" deyince -ki o zaman daha yayın yönetmeni de değildim- konu kapandı. Şimdi ondan dolayı bana saldırıyor, "Sabah kötü marka, Fatih Altaylı iğrenç" diye. Ben şunu biliyorum: Bunun gibi adamlara yirmi bin dolar maaş versem, "Gel kardeşim, otur burada" desem benim lehime de yazmaya
başlayabilir ki böyle şeyler de olmuyor değil Türkiye'de.