Ütopya mı distopya mı?
Goethe-Institute Istanbul, Aralık 2017’de genç sanatçıların fotoğraf ve video projelerine destek olmak amacıyla, Türkiye’de yaşayan, fotoğraf ve video alanlarında iş üreten, 40 yaşın altındaki sanatçılara açık bir çağrıda bulundu. “Kaynak Olarak Ütopya”ya başvuran elli kişi arasından seçilen 13 sanatçı Maslak Elgiz Müzesi’nde bir sergi açtı.
NOKS Bağımsız Sanat Alanı’nın bir projesi bu. NOKS, kendisi de bir fotoğraf ve video sanatçısı olan Volkan Kızıltunç’un kurduğu bir sanat alanı. Türkiye’de yaşayan 40 yaş altı 8 sanatçının 3 atölye çalışmasından oluşan projenin küratörlüğünü fotoğrafçı Andreas Rost, ZEİT Magazin fotoğraf editörü ve Pavlov’s Dog (Pavlov’un Köpekleri) galerisi kurucusu Michael Biedowicz ve Volkan Kızıltunç üstlendi. Ben de hem sergiyi Volkan Kızıltunç ile gezdim hem de kendisine sergilenen işlerden bazılarını anlattırdım.
Volkan Kızıltunç: Ben aslında bir sanatçıyım. Ama Kadıköy’de de benim bağımsız bir sanat mekanım var. Adı da NOKS. Bir çok sanatçıya sergi açtım burada bugüne kadar. Geçen yıl, Alman Filozof Ernst Bloch’un fikirlerinden yola çıkarak ben bir proje hazırladım, Goethe Institute’a sundum kabul ettiler. Türkiye üzerinden bir Ütopya ve Distopya gerçeği nasıl olur diye düşünmüştüm. Genç fotoğraf ve video sanatçıları bu konu üzerinde bir yıl çalışsalar sonucu ne olur dedim. Açık çağrı verdik 40 yaş altındaki fotoğraf ve video ile uğraşan sanatçılara. 50 kişi başvurdu ve seçilen sanatçı sayısı 8 oldu. Altay Tuz, Beril Ece Güler, Burak Dikilitaş, Cansu Yıldıran, Egemen Tuncer, Müge Yıldız, Serhat Kır ve Sevinj Yusifova. Biz diğer küratörlerle atölye çalışmalarına başladık. Her biri 7 gün süren 3 atölye yaptık. Herkes eserlerini gösterdi, ütopya ve distopya tartışıldı. Günümüzde, savaşların ve ekonomik krizlerin olduğu dünyada, ideal bir dünyaya nasıl ulaşabilirizi konuştuk. Yani bir fikir çalışmasıydı bu atölye çalışması dediğimiz. Ve sanatçılar önerdikleri projeleri üretmeye başladılar 8 ay boyunca. Sanatçıların seçiminde ben de vardım. İşlerin çeşitlilik göstermesini istedik. Fotoğraf, deneysel sinema, enstalasyon, yani birbirine benzemeyen işlerden bir seçki yaptık.
Serfiraz Ergun: Yani her disiplinden bulunsun istediniz.
VK: Evet, fotoğraf ve videoyu temel alsa da ilişkili konularda disiplinlerarası olsun istedik.
Sanatçılar ve küratörler...SE: Ütopya ve Distopya... İstanbul’un içinde bulunduğu betonlaşma, yeşilden yoksunlaşma, çevre kirliliği, kuruyan dereler, kirlilikten ölen balıklar, dikey binaları dikme, yataya yüz vermeme, kötü mimari, bir kargaşa, bir kakafoni gibi gerçekler mi sizi bu başlıkları seçmeye zorladı?
Sevinj Yusifova 'Nest'VK: Sadece İstanbul üzerinden değil. Sanatçılar İstanbul dışında da çalıştılar. Bakü’de çekilen proje bile var. Bu sorunlar dünyanın her yerinde var. Ernst Bloch’un iki fikri var. Ne diyor? Soğuk Akıntı diye bir kavram var. Soğuk Akıntı, günlük olayların, hayatımızdaki her şeyin soğuk analizi. Aslında taraf tutmadan analiz ediyoruz. Bir cins doktor gibi. İkincisi ise Sıcak Akıntı. Bu biraz daha duygusal olan bir durum. İnsanların gelecek hakkındaki umutlarını ve beklentilerini analiz ediyor. O yüzden buradaki projelerden bazıları umut içeriyor, bazıları içermiyor. İstanbul’u ele alırsan kimilerine göre İstanbul çok büyüdü çok güzelleşti, diğerlerine göre ise yaşanmaz bir yer oldu. Yani tam da bu sergide olduğu gibi bazılarına göre ütopya olan diğerlerine göre distopya olabiliyor.
SE: Sergiyi birlikte dolaşalım mı? Bana birkaç tane örnek verin lütfen.
VK: Cansu Yıldıran’ın işlerinin önünde duralım önce. Cansu’nun projesi aslında kendisinin de içinde bulunduğu bir topluluk. Bir tür kişisel bir belgesel.
SE: Nasıl bir topluluk bu?
VK: Daha alt kültür kabul ettiğimiz, Türkiye’de özellikle kimlik mücadelesi veren, hayatta kalma mücadelesi veren, cinsel kimlik sıkıntısı olan bir topluluk. Kendilerini var etme çabasında olan bir grup. Dışarıya kapalı bir topluluk. Cansu da bunların bir parçası olarak, yani dışardan biri değil, içerden biri olarak bir günlük gibi fotoğraflıyor. Yaklaşık 3 senedir yapıyor bu fotoğraf çekme işini. Bu gruplar kimine göre ütopik bir yaşam yaşıyorlar. Öteki olarak dışlanıyorlar ama kendi içlerinde esasında ütopik bir hayat yaşıyorlar. Toplumda istenmeyen insanlar olsalar da kendi içlerinde bir aile gibiler. Bu Cansu’nun realitesi. Projenin adı da ‘Shelter’
SE: Barınak, sığınak, korunak.
Cansu Yıldıran 'Shelter'VK: Buradan yan duvara geçelim. Sanatçı Altay Tuz. İşinin ismi ‘Yeni Osmanlı’. Altay’ın mimari fotoğraf projesi var gördüğünüz gibi birçok fotoğraftan oluşan. Türkiye’nin farklı şehirlerine gitti. Ankara, Afyon, İstanbul... Özellikle mimari açıdan Osmanlı ve Selçuklu mimarisine gönderme yapan ama tarihi hiçbir değeri olmayan günümüzün anıtları bunlar. Üzerlerine eklemeler yapılarak betonarme haline getirilmişler, ne olduğu belli olmayan, tarihi hiç bir önemi olmayan binaları belgelemeye çalıştı. Mesela bu bir okul ama okula benzemiyor ama bir devlet binası olduğu belli. Ama bir bilmeyene sorsanız bir hapishane de olabilir. Çok vahşi bir mimarlığı var. Estetik açıdan çok sert ve totaliter bir yapı. Aynı bugün gördüğümüz diğer TOKİ Projeleri, aralarına serpiştirilmiş camiler. Bu fotoğraf Ankara’nın kapılarından biri.
SE: Sadece brütal değil aynı zamanda çok da kitsch.
Altay Tuz ‘Yeni Osmanlı’.VK: Aynen öyle. Selçuklu zamanından kalsaydı zaten böyle gözükmeyecekti. Olmayan bir şeyin yeniden tarihi yaratılıyor. Karşı duvara bir göz atalım. Burada da daha sentimental, duygusal başka bir proje var. Beril Ece Gürel’in Araf isimli işleri. Ne orada ne burada ve arada. Burası Kadıköy. Bir sürü yaralanmış ve kendisini savunmasız hisseden, bir arada olma hissi duyan insanlar için bir cennet şu anda. İstanbul sosyal ve mimari açılardan değişti. Birçok insan da Kadıköy’ü bir kaçış noktası olarak görüyor. Önce iyi bir psikoloji yaratıyor sizde ama sonra bir gettolaşma yaratıyor. Yani oradan çıkmak istemiyorsunuz. Hep Kadıköy’de olalım istiyorsunuz sanki bir Getto’dasınız. Yani bir ölçüde ve bir süre sonra kendi distopyasını yaratan bir cam fanus içersine giriyorsunuz. Yani sanatçı gelecekte nereye gitmek istediklerini bilemedikleri insanlara bir bekleme odası yartamış oluyor.
VK: Şimdi gelelim bir video sanatçısının işlerinin önüne. Bu gördüğünüz Müge Yıldız isimli sanatçıya ait. İşin ismi ‘Ginger’ yani zencefil. Sanatçımız film eğitiminden sonra şidi felsefe masteri yapıyor. İki Fransız felsefecinin etkisinde kalmış Müge. Zencefil bir ağaç gibi büyümüyor. Rizomik bir yapısı var. Dağınık bir şekilde gelişip büyüyor. Felsefede de sıklıkla bahsettikleri rizom kavramı var. Deleuze ve Guattari isimli felsefecilerin kavramları bu. Ne taraftan fırlayacağı, nereden büyüyeceği belli değil. Sanatçı da zencefile benzeyen bir diyagramla çoğalan ve değişen bir yapı oluşturmuş. 3 projeksiyon makinası üç ayrı duvara 3 ayrı görüntü yansıtıyor. Bir zencefil bitkisi gibi. Eklemlenebilir, büyüyebilir, patates gibi. Zamana da yayılabilir ve zamanı altüst de edebilir. 8 mm’lik analog film makinasının duvara yansıttığı filmde ise Fatih İlçesi'nde Bizans dönemine ait bir su kemerinin kalıntıları asfaltın orasından burasından fışkırıyor. Asfalt onu tümüyle örtemiyor. Bu bir arkeolojik kalıntı ama sergilendiği yer bir müze değil. Sokağın kendi dinamiği. Geçmişten günümüze doğru çıkmaya çalışıyor bu su kemerinin bir parçası. Sanatçı Bizans eserinin ortaya çıkma çabasını bir şekilde rizomik buluyor.
Müge Yıldız, 'Ginger'SE: Bu sergi sizin ve Goethe-Institut’un bir ortak projesi. Neden Maslak’taki Elgiz Müzesi’nde açtınız?
VK: Çünkü Can ve Sevda Elgiz benim koleksiyonerim. Ben de bir sergi mekanı arıyordum, geldim konuştum kendileriyle kabul ettiler ve burada bu geniş mekanda açtık sergimizi, çok da iyi oldu. Bu sergi aslında 40 yaş altı fotoğraf ve video sanatçılarımızın geleceğe değil ama geleceğin şimdisine bakma anı diyebiliriz. Geleceğin nasıl olduğunu göstermek gibi bir çabaları yok ama gelecekten baktığınızda şu an nasıl gözüküyor gibi bir düşünce var.
Serhat Kır 'İsimsiz'Maslak’taki Elgiz Müzesi’nde sergilenen, Goethe Institut İstanbul, Pavlov’s Dog Gallery Berlin ve NOKS Bağımsız Sanat Alanı’nın birlikte hazırladıkları ‘Kaynak Olarak Ütopya’ sergisi 12 Ocak 2019’a kadar açık.