Göbeklitepe: Tarihin sıfır noktası
Doğuş Grubu’ndan Zeynep Özyılmaz telefon edip “Göbeklitepe’ye ziyaret… Gelir misiniz?”… lafını duyduğumda derhal “ba-yı-lı-rım” cevabını yapıştırdım. Kaç zamandır Urfa’ya 17-18 kilometre uzaklığındaki bu uygarlığın başladığı, tarihin en eski mimari yapısı olan Göbeklitepe’nin gidip bu günkü durumunu görmek istiyordum. 2010-11’di galiba, kendisi de Urfa’lı Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, o zaman Şanlıurfa Belediye Başkanı idi ve katıldığımız bir basın gezisinde bize henüz azıcık bir kısmı çıkmış olan Göbeklitepe arkeolojik alanı için Unesco Dünya Miras listesine alınmasını beklediklerini söylemişti. O zamandan beri de Şanlıurfa’ya gidememişim.
Neden Doğuş Grubu Göbeklitepe’ye sahip çıkmış? Çünkü sosyal sorumluluk projesi kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile 20 yıllık bir ortaklık anlaşması imzalamış. İnsanlığın ilk gelişimine dair bugüne kadar bilinenleri kökünden değiştirecek erken Neolitik Dönem’e ait Göbeklitepe’nin kazı ve koruma çalışmaları için sponsor olmuş. Hem de dünyaya tanıtımı için çalışacak. Bugüne kadar 15 milyon dolar harcamış 20 yıl içinde hem kazıları destekleyecek hem de Göbeklitepe Örenyeri’nin girişine yaptırdığı ziyaretçi merkezinde ziyaretçilere önbilgiler verecek “ilk etki” yapacak.
Göbeklitepe, bugüne kadar bildiklerinizi sıfırlayacak, ezberinizi bozacak dünyanın ilk tapınağı. Biz zannediyorduk ki Malta ve Gozo adalarındaki milattan önce 5000 yılında ait tapınaklar dünyanın en eski bilinen tapınaklarıdır. İşte Göbeklitepe bu ezberi bozdu. En eski tapınağın, insanlığın tek tanrılı dinlerden önce, çok tanrılı döneme ait günümüzden 12 bin yıl önce “Göbeklitepe Tapınağı” olduğu bu kazılarla ortaya çıktı. Yani arkeoloji tarihi yeniden yazılıyor.
İNSAN ELİYLE YAPILAN EN ESKİ ANITSAL YAPILAR
Şanlıurfa’da, Harran Ovası’na 30-40 km mesafede bir ucunda Urfa, diğer ucunda Basra körfezi olan Fırat ve Dicle nehirleri arasında kocaman ay şeklinde bir arazi düşünün. Arkeologlar bu ay biçimindeki alana “Bereketli Hilal” diyorlar. Göbeklitepe tam da burada bir dağ silsilesinin yüksek noktasında yer alıyor ve günümüzden yaklaşık 12 bin yıl öncesine ait bir tapınak olduğu biliniyor. İnsan eliyle yapılan en eski anıtsal yapıtlar…
Yani İngiltere’deki Stonehenge’ den 7 bin yıl, Mısır’daki piramitlerden 7500 yıl daha eski. Yani tarihin sıfır noktası. Göbeklitepe erken Neolitik çağda yapılmış. O dönemde insanoğlunun avcı-toplayıcı dediğimiz çok basit bir yaşam tarzı varmış. Bu dönemden sonra tarım ve hayvancılık başlamış. Oysa bugüne kadar biz tarımın uygarlığa yol açtığını düşünüyorduk. Göbeklitepe’nin diğer önemli özelliği insan eliyle yapılan en eski anıtsal büyüklükteki yapı olması.
Göbeklitepe aslında 1963 yılında İstanbul Üniversitesi ve Şikago Üniversitesi’den bir ekibin dikkatini çekmiş. Ancak 12 bin yıllık değil daha geç bir döneme ait olduğu düşünülmüş. Araştımalar 1994-95’te tekrar canlamış ve o zaman sanılandan çok eski olduğu anlaşılmış. Örenyerine tırmanırken bu arazinin eski sahiplerinin oğluyla karşılaştık. Mahmut Yıldız’ın babasına ve dedesine aitmiş bu tarlalar. Onlar, o zaman bu toprakların kutsal olduğunu bilirlermiş. Çocuğu olmayan kadınlar, hastalar, derdi olanlar hep buraya gelir, kurban keser adak adarlarmış. Bugün 63 yaşında olan Mahmut Yıldız’ın dedesi o yıllarda torununa “Bu tepelerde sakın abdestini yapma çarpılırsın” dermiş. 1985 yılında dede Şavak Yıldız bir gün tarla sürerken taştan bir insan başı heykeli bulmuş ve Urfa Müzesine gidip teslim etmiş.
Bu bulgudan sonra 1995 yılından itibaren Alman Arekoloji Enstitüsü’nün arkeologu Klaus Schmidt kazılara başlamış. 2014 yılında Klaus Schmidt’in ani ve beklenmedik ölümü herkesi şaşkınlığa uğratmış. Kazılarda görev alan arkeolog eşi Çiğdem Schmidt dışlanmış, yeni ekip göreve gelmiş. Fetö’cülükten onlar da gitmiş. Kazı bugün Kültür Bakanlığı ile Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün ortak çalışmaları ile devam ediyor. Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi Müdürü Celal Uludağ kazı başkanı. Önümüzdeki 1-2 yıl kazı yok ama çıkarılanların restorasyonu ve bilimsel raporların hazırlanması var.
Göbeklitepe, 12 bin yıl önce bu inanç merkezinde bölge sakinlerinin belirli zamanlarda bir araya gelerek, şölenler düzenleyerek, hayvanlar kurban ederek ibadet ettiklerini gösteriyor. Yerleşik yaşamın ve teknolojinin olmadığı bir dönemde bu büyüklükte ve üzerleri sanatsal olarak yontularak işlenmiş en büyüğü 5.5 metre boyunda ve 16 ton ağırlığında T biçimli sütunları nasıl inşa ettiklerini tarih ve arkeoloji ile ilgilenen herkes merak ediyor. Bunları sadece taş ve kemik yontularla kazıp, bulundukları yere taşımak için nasıl bir iş gücü kullandılar ve nasıl yakınlardaki taş ocaklarından taşıdılar acaba?
TÜRÜNÜN TEK ÖRNEĞİ
Kazılar 12 hektarlık, 40 futbol sahası büyüklüğünde bir alana yayılmış 20 tane tapınak olduğu düşünülüyor. Sismik çalışmalarla bu sonuca varılmış. Yuvarlak veya oval planlı, çapları 30 metreye ulaşan, 8 tane mabette kazılar devam ediyor ve gün yüzüne çıkartılmış. Kazı altından çıkartılış sırasına göre tapınaklara A-B-C-D olarak isim vermişler. Bu tapınaklar insanlığın ilk yapısı olarak değerlendiriliyor. Yapılar İç içe geçmiş ikişer halkadan oluşuyor ve hayret verici bir biçimde dış halkalar daha eski, iç halkalar birkaç bin yıl daha yeni. Dış halkaları aşıp da 1000-2000 sene sonra iç halkalara o koca koca, tonlarca ağırlıktaki T sütunları nasıl yerleştirmişler acaba? Kireçtaşından bu dev dikilitaşların üzerinde gayet belirgin bir biçimde kabartma ortak semboller yontulmuş. Balıklar, insan cesetlerini gökyüzüne taşıyan akbabalar, kertenkeleler, ceylanlar, domuzlar, tilkiler, akrepler... Bu T şeklindeki dikilitaşlar belki de insanı sembolize ediyordu. Çünkü bazılarının üzerlerine öne kavuşturulmuş el, kol ve kemer motifleri yontulmuş. Anıtların düzenliliği, sayısal çokluğu ve boyutsal büyüklüğü henuz tarımın bile yapılmadığı bir dönemde insanda hayranlık ve heyecan uyandırıyor. Bilim ve Sanayi Bakanlığı da kazı alanını korumak amacıyla güzel bir çatı yaptırmış üzerine.
Tabii siz de benim gibi merak ediyorsunuzdur. Burası bir yerleşim bölgesi değil ibadet alanı. İnsanlar nerelerden nasıl bir yol katederek buraya geliyorlardı acaba? Alman Arkeoloji Enstitüsü kazı ekibinden arkeolog Moritz Kinzel, civarda bulunan bazı dikdörtgen şeklindeki yapıların belki de konut olduğunu çünkü içlerinden çakmak taşı, öğütme taşı, ok başları gibi evsel bulgular bulduklarını söylüyor. Ürdün’de de benzeri tapınaklardan bulunmuş ancak onlar binlerce yıl daha geçmiş. İletişimin olmadığını düşündüğümüz bir dönemde kültürler nasıl dolaşmış.
ÖREN YERİNE İLK ADIM
Bu örenyerine Doğuş Grubu’nun yerel toprak ve taşları kullanarak yaptığı Ziyaretçi Merkezi ve Canlandırma Salonu’ndan servis arabalarıyla 800 metre kadar bir yolculukla varıyorsunuz. Ziyaretçi Merkezi en son dijital teknoloji ile donatılmış. İnşaatın mimari tasarımını Kreatif Mimarlık, sergi alanı içerik geliştirmesini ise Tasarımhane gerçekleştirmiş. İnşaat toplam bir yıl sürmüş. Zaten henüz resmi açılış bile yapılmamış. Ziyaret Merkezi Yerleşkesinde bir de Canlandırma Binası var. Bu binada da National Geographics in yaptığı şölenin ve ibadet ayininin çarpıcı bir canlandırma filmi var. Bu yerleşkede bir de küçük açıkhava anfisi ve otopark yer alıyor. Kafe ve hediyelik eşya dükkanı da unutulmamış. Tüm inşaatı Turizm ve Kültür Bakanlığı’nın Koruma Kurulu onaylamış, hatta bu başarılı Bakanlık-Özel Sektör işbirliğini UNESCO da beğenmiş ve global sponsorlar toplantısında Doğuş Holding’in anlatmasını istemiş. Grup, 2035’e kadar kazılara ve altyapıya destek verecek ve bunlardan da önemlisi Göbeklitepe isminin dünyada tanıtımını yapacak. Göbeklitepe 2011 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Aday Listesi’nde, yakında kalıcı listeye alınması bekleniyor.