Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet

Bu provokatif soru benden değil, Ahmet Altan’dan geliyor. Yeni de değil, en az 20 yıllık. 2002’de dünyanın en kaotik şehirlerinden Mexico City’nin—ya da resmi Türkçesiyle Meksiko—milyonlarca dolar vererek eski NY belediye başkanı Rudy Guilliani’yi danışman olarak tutması Altan’a ilham vermişti. Ona göre ileride ülkeler tıpkı futbol kulüpleri gibi devlet yönetimi için en iyi yöneticileri transfer edecek, “devlet yönetimi ırktan, vatandaşlıktan bağımsız teknik bir meslek haline gelecek.”

“Bir şehri ve ülkeyi yalnızca o ülkenin vatandaşları arasından çıkan yöneticilerin en iyi biçimde yönetebileceği inancını ‘dış rekabetten’ hoşlanmayan politikacıların beslediğini düşünüyorum,” diye yazıyor. (Tamamı EkşiSözlük'te var.) Kemal Kılıçdaroğlu’nun vizyon toplantısındaki yabancı danışmanları izlerken galiba bu yazıyı bir ben, bir de CHP lideri hatırlıyordur diye aklımdan geçti. CHP’nin vizyon planı elbette devletin başına yurtdışından daha nitelikli bir politikacının atanması gibi uç çaba değil. Ama Jeremy Rifkin’in danışman olarak seçilmesi sahiden de futbol takımlarının başına yurtdışından teknik direktör getirilmesini andırıyor.

ATLYAPI YETERSİZ

Futbola dışarıdan yetenek getirilmesi tek başına parlak bir fikir değil, zorunluluk. Ülkenin insan kaynakları ve altyapı eksiğiyle ilgili trajik bir durum aslında. Türklerin takım sporlarında geleneksel olarak başarılı olamaması okulların, belediyelerin eksikliği kadar ekonomik önceliklerle de ilgili. Kendi yeteneğini üretemeyen her ülke dışarıdan takviye arar. Ama futbolda gördüğümüz gibi Derwall, Piontek, Milne gibi dışarıdan gelen isimlerin kurdukları sistem zamanla yerle bir olur, Türkleştirilir. Bkz: Bodrum’daki Adanalı.

Bugün ekonomi için dışarıdan takviye beklenmesi de şaşırtıcı değil, çünkü futbolda olduğu gibi bu alanda da Türkiye’de ciddi bir altyapı eksiği var. Akademi her zaman böyle değildi kuşkusuz, pek çok beyin Türk üniversitelerinden, bir kısmı de yurtdışından Türkiye’ye gelen veya gelmek zorunda kalan yabancı akademisyenlerin tedrisatından geçti.

Zamanla—özellikle de son 20 yılda—kurumların içinin boşaltılması akademiye de sıçradı ve bir zamanlar dünya klasmanında yer alan Boğaziçi, ODTÜ gibi okullar irtifa kaybetti. Özgür düşüncenin kısıtlandığı, dahası iktidardan torpilli Melih Bulu gibi rektörlerin atandığı bir akademiden ülkeye faydalı olacak beyin beklemek imkansız oldu. Giden gitti, gidemeyen sırasını bekliyor.

Bu açıdan “ithal ekonomist” eleştirileri de haksız. Maalesef, hala Urfa’da Oxford yok. Elde malzeme olmayınca kadroyu yabancı futbolcularla doldurmak, Olimpiyat’ta başarıyı sadece Türkleştirilmiş atletlerle kazanmanın dışında bir seçenek kalmıyor.

Kemal Kılıçdaroğlu da parasını bastırıp yurtdışından yabancı danışmak getirmeyi tercih ediyor ister istemez. Ama bir ülkeyi bilmeyen, o ülkeyle ilişkisi sadece profesyonel düzeyde olan birinin vereceği hizmet vatana görev aşkıyla ne kadar yarışabilir, orası elbette tartışılabilir. Aynı şekilde vatana hizmet için kendisini adadığını varsaydığımız / beklediğimizin isimlerin samimiyeti de. En azından Rifkin’in parasını aldığı sürece sadece işini yapacağını, CHP’nin içindeki pek çok uzman gibi siyaseti kendi çıkarları, beklentileri ve reklamları için kullanmayacağını varsayabiliriz.

Gerçi, artık adı skandallarla anılan Rudy Guilliani’nin Mexico City macerası bugün neredeyse kimse tarafından hatırlanmıyor. Geride ödenen milyonlarca dolar ve sadece bir reklam çalışması kaldı.

GELENLERİ KAÇIRMASAK

“İthal ekonomist” eleştirileri bir başka açıdansa haklı. Asıl yapılması gereken muhalefetin beyin göçünü tersine çevirecek bir cazibe merkezi olması.

Bugün dünyada çok fazla parıltılı beyin var. Oyun şirketi kuranlardan Hollywood’da çalışanlara, dövme sanatçılarından akademisyenlere, moda tasarımcılarından Silikon Vadisi’ne, Wall Street’te üst düzey yöneticilik yapanlara kadar kafanızı nereye çevirseniz bir Türk görüyorsunuz. Eskiden akademide üç-beş Türk hoca varken şimdi en prestijli okullarda en az bir, çoğu zaman da birden fazla kıdemli, ömür boyu iş garantili Türk akademisyen var.

Kemal Kılıçdaroğlu bu isimleri çekemiyor.

Meral Akşener ise daha başarılı. Wharton’ı bırakıp Türkiey’ye gelen ve İYİ Parti’nin ekonomi politikaların başına geçen Bilge Yılmaz kendisini Akşener’in ikna ettiğini, en önemlisi rahat bıraktığını söylüyor. Yurtdışındaki garantili hayatını bırakıp Türkiye’ye hizmet için gelen son kişi o olsa gerek.

Ancak bir gün onun da sabrının tükenmesinden endişe ediyorum, çünkü Türkiye önce çağırır sonra da kaçırır. Bu ülkenin transfer sicili Kemal Derviş’ten Bülent Gültekin’e küstürülen, bezdirilen, bıktırılan insanlarla dolu. Bu parıltılı insanların neden Türkiye’ye gelmediği, neden çalışmalarını Türkiye’de sürdüremedikleri, gelseler bile neden barınamadıkları aslında varoluşsal bir soru. Bu sorunun yanıtını oluşturan engeller kalkarsa zaten Türkiye istediğimiz gibi bir ülke olur.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar