Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Eleştirmenin ölümü
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Roger Ebert ve Gene Siskel tek bir sözüyle kariyer başlatıp bitiren eleştirmen kuşağının son temsilcileriydi. Gerçi onların sözlerinden daha çok baş parmakları etkiliydi. Chicago’da rakip iki gazetenin birbirinden pek hoşlanmayan iki sinema eleştirmeni yıllarca yaptıkları televizyon programıyla sinemanın kaderini belirledi. Baş parmakları yukarıyı gösteriyorsa filmler gişe rekoru kırdı, aşağı çevirdiklerindeyse izleyiciyi salonlardan kaçırdılar.

        İkilinin sunduğu “At the Movies” uzun yıllar Hollywood’un en etkili televizyon programı oldu. Sinema üzerine yorum yapmayı baş parmağa indirgemek hep tartışıldı ve yeteri kadar entelektüel bulunmadı. Ama bu iki ismin hiçbir zaman Cahiers du Cinéma yazarı olmak gibi bir iddiaları yoktu. Aksine, ikisi de mavi yakalı Chicago’da geniş kitlelerin okuduğu yazarlardı ve sinemanın ABD’de tam da bir mavi yakalı eğlencesi olduğunu biliyorlardı. Haftada bir gün sinemaya gitmek pek çok Amerikalının tek hobisiydi; baş parmak derin sinema analizlerini okumaya vakti olmayan, sadece iyi vakit geçirmek isteyen izleyiciye yol gösteriyordu. Basit yazmak ve söyleyeceğini doğrudan söylemek ikisinin de en büyük özelliğiydi.

        BAŞ PARMAĞIN İKTİDARI

        Zamanla oluşturdukları güven ve kazandıkları iktidar sayesindeyse görmezden gelinmesi olası yapımları tanıtıp hayatımıza sokmayı başardılar. Michael Apted’ın “Seven Up” serilerinden esinlenen Steve James’in “Hoop Dreams”belgeseli Ebert’ın şahsi çabasıyla bir sinema klasiği oldu. NBA hayalleri kuran iki Chicagolu öğrenci hakkındaki üç saatlik belgeseli Ebert hem televizyonda övdü, hem köşesinde. Yaptığı listelerde yılın en iyi filmi seçti ve insanlar kendilerini o belgeseli izlemeye mecbur hissettiler.

        Normal şartlarda en fazla bir festivalde gösterilecek, birkaç kişi tarafından izlenecekti. Oysa “Hoop Dreams” belgeselciliğin seyrini değiştirdi ve tarihe geçti. İkili benzer şekilde “Sex, Lies, and Videotape” adlı küçük bir filmi de keşfedip övgülere boğdular. Ve böylece Hollywood’da bağımsız sinema dalgası başladı; birçok başka film yapımcısının yolu bu sayede açıldı.

        Matt Singer’in bugünlerde yayımlanan “Opposable Thumbs” kitabı Ebert ve Siskel’ın sinemaseverler tarafından iyi bilinen iktidarını bir kez daha hatırlatıyor. Böyle bir kitaba neden bugün ihtiyaç var sorusunun bir yanıtı Ebert ve Siskel’ı hala özlüyor olmamız herhalde. Ama bir başka nedeni de bugün böylesi bir kültürel iktidarın tahayyül bile edilemez oluşu.

        İkilinin bu kadar kuvvetli olmalarının bir nedeni ekranda birbirleriyle gerçekten tartışmalarıydı. Sinema onlar için sadece bir hobi ya da yaptıkları iş değil, adeta şahsi bir davaydı. Beğendikleri filmleri ölesiye savunur, beğenmediklerini de yerin dibine batırmaktan çekinmezlerdi. Ama verdikleri en büyük savaş birbirleriyle karşıydı. Onları izlemeyi eğlenceli kılan birbirini ikna etmek için didişmeleriydi.

        Ebert ve Siskel arkadaş değildi. Ekrandaki kavgaları yapımcılar tarafından kurgulanmamıştı. Bazen gerçekten sinirleniyor, fikir ayrılıkları birbiriyle küsmeye kadar varıyordu. Ama hiçbir zaman yapay değillerdi ve izleyici de bunu bildiğinden onlara güveniyordu.

        İkisinin de sinema bilgisinin yanına yaklaşmak zordu. Sadece bugünkü sinema üzerine fikir beyan etmiyorlardı. Filmleri tarihsel bağlamında değerlendiriyor, olabilecek en yalın haliyle şecerelerini inceliyor ve başka kapıları açıyorlardı. İzleyici bu sayede başka filmler olduğunu keşfediyor, peşine düşüyordu.

        Bir diğer özellikleri de elmalarla armutları birbirine karıştırmamaktı—gerçi bu zaman zaman ikili arasında da anlaşmazlığa neden oluyordu. En bilinen tartışmalarından biri Ebert’ın “Full Metal Jacket”a aşağı parmak, kayıp bir köpeğin hikayesini anlatan “Benji the Hunted”a yukarı parmak göstermesiydi. Siskel’ı bile şaşkınlık içinde bırakan bu tercihi Ebert birinin beklentileri karşılamadığını, diğerininse bir aile filminin gerekleri yerine getirdiğini söyleyerek savunmuştu.

        Aslında burada önemli bir ders vardı: Her ürünü kendi içinde değerlendirmek, kendi vaat ettiğini karşılayıp karşılamadığını ölçmek. Sonuçta her zaman çocuk yapmak için yatağa gidilmez.

        İNTERNET ÇAĞININ ETKİSİ

        Bütün iktidar sahipleri gibi Ebert ve Siskel da zamanla güçlerini kaybetti. Gene Siskel’ın erken yaşta kanserden hayatını kaybetmesinden sonra, Ebert başka isimlerle yola devam etti. Ama bu İnternet’in hayatımıza girdiği yıllara denk geldi. Yorumları dinlemenin ötesinde, ikilinin programlarının izlenmesinin bir nedeni filmlerden seçtikleri kısa görüntülerdi. İzleyici bunları İnternet’te kolaylıkla ve istediği zaman bulmaya başladı.

        Okurlarının çok iyi bildiği gibi bir süre sonra Ebert da kanser oldu ve çenesini kaybetti. Hayatını konuşarak kazanan bir insanın başına gelebilecek en büyük felaketti. Ancak bu sefer de İnternet’in sunduğu imkanlardan faydalanan Ebert oldu. Dijital çağın en verimli yazarlarından birine dönüştü, gevezeliğini yazıya döktü, ömrünün son gününe kadar durmadan üretti—yemek kitabı bile yazdı. Blog’ların popüler olduğu, sosyal medyanın yeni yeni hayatımıza girdiği yıllardı. Ebert kendisine dijital ortamda yeni dostluklar edindi, birçok yazar onun sitesinde yazmaya başladı.

        Tek bir eleştirmenin kültüre yön verdiği bir çağdan farklı kafalardan farklı seslerin çıkmaya başladığı bir döneme girdik. Bu bolluk sadece Ebert’ın etkisini zayıflatmadı, genel olarak eleştirinin kıymetini azalttı. Sadece sinemada değil, hem popüler kültürün tamamında hem de siyasette insanlar artık sadece kendi fikirlerini duymak istiyor. İnsanlara kendi duymak istediklerini söyleyenlerin karşılığı var.

        Herkes kendi fikrini kolaylıkla beyan etmeye başladığında tek bir kişinin fikrini önemsizleşti. Ama tam da bu yüzden, bugünkü içerik bolluğunda “Hoop Dreams” gibi bir mücevher bulmak neredeyse imkansız. Çünkü böylesi bir işi çöplükten deşip bulup karşımıza çıkaracak önderler yok. Bugün bir tweet’le kültür üzerine söz alanları gördükçe sinema sanatını baş parmağa indirgemek bile daha derinlikli görünüyor. Çünkü o parmak hiçbir zaman sadece beğendim-beğenmedim sığlığında değildi.