Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Teknoloji şirketlerinin gündelik hayatımıza olumsuz etkisini tartışanlar genellikle sosyal medyanın bizi telefonlarımıza bağımlı yaptığının üzerinde duruyor. Facebook, Twitter ve Instagram bize bitmek bilmez bir aşağı kaydırma dünyası sunuyor, gerçek hayattan ve gerçek ilişkilerden kopup elimizdeki aletin esiri haline geliyoruz. Bütün bunlar ortada, telefonu elimizden bırakmak üzerine sık sık makaleler yazılıyor, kitaplar yayımlanıyor. Ama pek azı bir başka ekran bağımlılığının, Netflix’in üzerinde duruyor.

        Tıpkı sosyal medya firmaları gibi Netflix de bizi arka arkaya ekrana bağlamak üzerine programlanmış bir mecra. Şu anda hoşumuza gidiyor, çünkü evimizden çıkmadan neredeyse sonsuz bir film ve dizi kütüphanesine sahibiz. Can sıkılmamıza fırsat vermediği gibi hak da tanımıyor Netflix. Önümüzde bizi oyalayan, ilgimizi çekecek bir dolu seçenek var ne de olsa. Algoritma da zamanla bizi tanıyor, aynı evi paylaştığımız insanın bile önüne çıkardığından farklı önerilerle karşımıza geliyor. Sistemin tek bir isteği var: Ekranın başından kalkmadan durmaksızın Netflix izlememiz. Bu yüzden dizilerin bütün sezon bölümleri toplu halde yükleniyor, bu yüzden daha kapanış jeneriği bitmeden bir sonraki bölüm başlıyor, bu yüzden bir dizi biter bitmez hemen bir başkası karşımıza çıkıyor.

        Açıkçası geçen hafta sonuna kadar bu durumdan çok da şikayetçi değildim, ben de milyonlarca insan gibi bu sistemin parçası olmaktan hoşnuttum. Zannediyordum ki seçenek bende. İstediğimi izleyebilirim, istediğimi geçebilirim. Bir gecede arka arkaya beş-altı bölüm izlemek benim kontrolümdeydi güya. Sonra kendimi “Aşk 101” dizisinin ikinci sezonunu peş peşe izlerken buldum ve kendi kendime isyan ettim: Benim burada ne işim var?

        REKLAM

        ‘AŞK 101’ ÇOK KÖTÜ

        Türk yapımı “Aşk 101” kötü değil, çok ama çok kötü bir dizi. İlk sezonunu beğenip yazmıştım, çünkü sundukları alternatif Türkiye tablosu hoşuma gitmişti. 90’ların sonunda İstanbul’da bir lisede öpüşen, sevişen, küfürlü konuşan, başını örtmeyen, hatta ailelerinde bile başörtülü bulunmayan bu alternatif Türkiye fantezisi dayatılan muhafazakarlığa karşı bir alternatif gibiydi. Dizi aşktansa hepimizin bir an kurtulmak istediği, ayrılır ayrılmaz da unuttuğumuz liseyi anlatıyordu.

        İkinci sezon tam bir keşmekeş ve utanç verici derecede çarpık. Söyleyecek sözü kalmadığından liseyi Türkiye metaforuna benzetmiş. Lise hangi devletten, lisedeki uygulanan keyfi ve totaliter politikalar hangi siyasi kültürden ilham alıyor, lise müdürü hangi ülkenin devlet başkanını andırıyor—tahmin edin bakalım. Ne de olsa izlemeyeceksiniz, o yüzden ufak bir ‘spoiler’ vermemde sakınca yok: Dizinin önerisi bu baskın düzenden 2013’teki Gezi benzeri bir isyanla çıkmak. 2013’te meydana çıkanların net ve somut bir talebi yoktu, “Aşk 101” dizisinde de havaya bol bol tuvalet kağıdı atarak – gençleri çevre konusunda duyarlı zannederdik – lise müdürünün gitmesini istiyorlar. 2013’te müdür gitse isyan rahatlamış olacaktı, ama sorunun sistemde olduğu gerçeği değişmeyecekti.

        “Aşk 101” de nefret objesini lise müdürüne indirgeyerek şöyle bir dokunup derinlemesine irdelemekten çekindiği asıl problemi öne çıkarmıyor. Lise müdürü gidebilir ama Türkiye’de liseli olmanın tatsız tecrübesi değişmiyor. Üniversite sınavına hazırlanmak, uyduruk bir çoktan seçmeli sınavın gençlerin bütün hayatını belirleyecek üç saatlik bir sırat köprüsü olması gerçeği yerinde duruyor. Gerçek isyan tek bir lisede değil, bütün liselerde – tuvalet kağıtlı veya kağıtsız – bu çarpık sisteme başkaldırmak olabilirdi.

        REKLAM

        “Aşk 101”in bir buçuk sezon boyunca sisteme karşı çıkan alternatif baş karakterleri ise bir anda tam da sağduyunun dayattığına yeniliyor, ders çalışarak, sınava hazırlanarak, üniversite kazanarak yollarına devam etmek istiyor. Sistemi içeriden değiştirmeyi anlarım, ama sonunda görüyoruz ki büyüdüklerinde sadece kariyerist olmuşlar, içlerinden bir tanesi de çakma Chanel ceketli “Vizontele Tuuba”ya dönüşüvermiş. Türkiye’de genç olmanın önünde sonunda yerleşik düzene boyun eğmek, hayallerini bastırmak, ülkenin sunduğu sınırlı vizyonun bir parçasını kapabildiğin kadar kapmak olduğunun acı bir yansıması.

        İzlenecek gibi bir dizi değil, ama ben sonuna kadar geldim çünkü başta Kerem karakterinin gelecekteki halini merak ediyordum. Elinde çok fazla gizem unsuru bulunmayan bu dizi de yeni karakterleri arkadan göstererek, bu sahneleri sonlara saklayarak izleyiciyi ekran karşısında tutmayı hedefliyordu. E hedeflerine ulaştılar işte, yapacak çok daha iyi işlerim varken hafta sonumu bu saçmalığı izlemeye ayırdım.

        CAN SIKINTINA ÇARE

        Netflix’in “binge” yani toplu izleme kervanına bir kere kaptırınca gizem unsurunun ne olduğunun önemi yok, ister istemez bir sonraki bölüme atlayacağız zaten sistemin içine girince. Kerem’i büyüdüğünde kimin oynayacağını bilsem ne olacak, bilmesem ne olacak. Sonuçta “Aşk 101” ve diğer Netflix dizileri derinlik vaat etmiyor, insanın üzerinde duracağı, düşüneceği “Sucession” ya da “The Wire” gibi yüksek kültüre hitap eden diziler değil. Zaten giderek “Netflix dizisi” düşük, çöp, çabuk tüketilecek yapımlarla eş anlamlı hale geliyor. Bu formül başarılı oldu ki “Squid Game” gibi taklit bir saçmalık dünya çapında aynı anda fenomene dönüşüyor. Toplu izleme furyasını başlatan “House of Cards”dan beri her orijinal Netflix dizisinin amacı dikkatimize sahip olmak, televizyonun çıtasını yükseltmek değil. Gerektiğinde saçmalamak da bu dizilerin doğasında var.

        Hadi itiraf edeyim, “hafta sonu daha iyi işlerim varken” ifadem de tam olarak doğru değil. Hafta sonu hemen hemen hiçbir işim yoktu, biraz boşluktaydım, “Aşk 101” kurtarıcım oldu. Tıpkı sosyal medya gibi Netflix’in de kurnazlığı bizi böyle boşluğa düştüğümüz zayıf anlarımızda yakalamak. Boş boş oturabilmek çok büyük bir tedrisattan geçmeyi, büyük bir bilgeliği gerektiriyor ne de olsa.

        Fark etmek problemi çözmenin yarısıysa, en azından “Aşk 101” bana bir televizyon problemim olduğunu hatırlattı. Şimdi kendi kendime boşluğu doldurmak için alternatif yollar arıyorum; tüm bağımlılıklardan kurtulurken olduğu gibi bir şeyi bırakırken bir başka uğraş bulmak zorunlu. Henüz bulabilmiş değilim, ama arayışım başladı. Bir lağım olduğunu fark ettiğim sosyal medyadan uzaklaştığım gibi “Netflix dizisi” kavramına da veda etmek istiyorum yavaş yavaş.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar