Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet

Göreve geldiği 2008’den ikinci kez seçime girip kazandığı 2012’ye kadar bir önceki Amerikan Başkanı Barack Obama’yla, o yıllarda önce Başbakan sonra da Cumhurbaşkanı olarak muhatap olduğu Recep Tayyip Erdoğan arasında “özel bir ilişki” vardı. “Özel bir ilişki” tabiri geleneksel olarak İngiliz Başbakanı ve Amerikan Başkanı arasındaki yakınlığa vurgu yapmak için kullanılır. Ama Obama yıllarında Türkiye’yle, çıkarların da gerektirdiği üzere, böylesi bir yakın ilişki kurulmuştu.

O kadar ki, Obama’nın en çok telefonlaştığı iki dünya liderinden biri Erdoğan’dı. O telefon görüşmelerinin birinde Obama’nın beyzbol sopasıyla verdiği poz hala belleklerimizde. Şimdi bu dostluğun bir tarafının o yıllarla ilgili düşüncelerini öğrenme fırsatımız var. Obama’nın “A Promised Land” adlı anı kitabı dün yayımlandı, hemen okumaya başladım.

750 sayfalık kitap sadece ilk dört sene hakkında.

Obama bir senede yazıp 500 sayfada tamamlayacağını düşündüğü kitabı bir türlü bitiremedi, 750 sayfaya sadece ilk dönemini sığdırdı. Başkan’ın hayalet yazar kullanmadığı, her satırı kendisinin kaleme aldığı, bu yüzden de eşinin anı kitabına kıyasla tamamlamanın daha uzun sürdüğü konuşulmuştu daha önce.

Yaklaşık 200 sayfa başkan seçilmeden önceki hayatı, çocukluğu, siyasetin eşi Michelle’e ilişkisine nasıl etki ettiğiyle ilgili. Obama’nın daha evvel yayımlanmış iki anı kitabı vardı zaten. Ama bu kitapta da kendi geçmişinin başkanlığını nasıl şekillendirdiğini düşünüyor, özellikle de gençlere, genç siyasetçilere yol göstermesini umut ediyor.

Türk-Amerikan ilişkilerinin bozulması bu kitapta yok.

Erdoğan’la Obama’nın arası bu kitabın kapsadığı yıllardan sonra bozuldu. Türkiye’nin İran’a yönelik ambargoya karşı çıkmasıyla ilişkiler zayıflamaya başladı. Bu durum Washigton’da “Erdoğan hep Amerikan Başkanları’yla iyi başlıyor, ama ilişkiler sonradan bozuluyor,” diye yorumlanıyor hala.

İlk döneminde ise yılda 13 kere telefonda konuşurlardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan kitapta sadece dört sayfada geçiyor. Obama yönetimdeyken Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’den hiç bahsetmiyor. Gül gibi Gülen de yok kitapta.

Obama’ya göre Türkiye örnek ülkeydi.

Obama, devraldığı ekonomik krizden önce Türkiye’yi “yükseliş eğiliminde, küreselleşmenin yükselen ekonomiler üzerindeki pozitif etkileri için bir vaka çalışması olabilecek bir ülke,” olarak gördüğünü yazıyor. “Tarihi siyasi istikrarsızlıklar ve askeri darbelerle dolu olsa da çoğunluğu Müslüman olan ülke 1950’lerden beri Batı’yla ittifak kuran, NATO üyeliğini sürdüren, seçimlerin düzenli yapıldığı, piyasa bazlı bir sisteme geçen ve kadınlara eşit haklar gibi model ilkeler taşıyan seküler bir anayasaya sahip bir ülkeydi.”

2002-2003’te AK Parti’nin ve Erdoğan’ın göreve popülist ve İslami söylemi kullanarak gelmesinin “Türkiye’nin seküler, asker egemen siyasi elitini rahatsız ettiğini,” belirtiyor. “Erdoğan’ın hem Müslüman Kardeşler’e hem de Hamas’a yönelik açık sempatisi Washington ve Tel Aviv’i de tedirgin etmişti. Ama Erdoğan o ana kadar Türkiye’nin anayasasına uymuş, NATO üyeliğinin yükümlülüklerini yerine getirmiş, etkili bir şekilde ekonomi yönetmesini bilmiş, hatta Avrupa Birliği üyeliği umuduyla mütevazı reformlar başlatmıştı.”

Yakın tarihi bugünün şartlarıyla değerlendiriyor gibi.

Obama’nın kitabında tarif ettiği Türkiye o zamanlar Amerikan basınında yer alan görüşlerden farklı değil. Zaten o da Erdoğan’ın “kimi gözlemcilere göre otokrasi, teokrasi ve bölgeye damgasını vuran aşırı hareketlere alternatif ılımlı, model, çoğulcu bir İslam sunduğunu,” vurguluyor.

Türkiye’ye geldiğinde de İstanbul’da üniversite öğrencileriyle buluşmaya kafasındaki bu ılımlı tabloyla gidiyor, ancak kafasının bir yerinde Erdoğan’la yaptığı konuşmalardan dolayı kuşkular olduğunu söylüyor. Bu kuşkuları o zaman ne Başkan ne de Başkan’a yakın gazeteciler, diplomatlar dillendirdi gerçi. Obama’nın satırları yakın tarihi sonradan bozulan ilişkiler çerçevesinden değerlendirme, tarihe bugünden bakma tuzağıymış gibi geliyor kulağa. Hatta o yıllarda ABD’de Türkiye’deki gidişattan şikayet etmeye kalkan Türkleri “Siz bilmiyorsunuz, siz anlamıyorsunuz,” diye susturma eğilimindeydi Amerika’daki müesses nizam.

Şimdiyse Obama aslında aklının bir yerinde Erdoğan gibi liderlerin isteklerini umursamak istemeyen, televizyonda izlerken özendiği Kadife Devrimi’ni gerçekleştiren gençlerden biri gibi olmak istediğini yazıyor.

Erdoğan’la çıkan ilk kriz gelecek için fikir veriyor.

Erdoğan’la ilk kriz NATO genel sekreterliğine Danimarka Başbakanı Anders Rasmussen’in atanması sırasında çıkıyor. “Erdoğan ekibine bu atamayı engelleme talimatı vermişti,” diye hatırlatıyor Obama. “Rasmussen’in yetersiz olduğunu düşündüğü için değil, ama 2005’te bir Danimarka gazetesinde yayımlanan Hz. Muhammet karikatürlerini Türkiye’nin talebine rağmen sansürlemediği için.”

“Avrupa’nın basın özgürlüğüne yaklaşımlarının etkilemediği Erdoğan” sonunda NATO genel sekreterinin yardımcısının Türk olması garantisi, bu engelin Obama’nın Türkiye ziyaretini ve ABD kamuoyunda Türkiye algısının olumsuz etkilemesi ihtimali yüzünden ikna ediliyor.

Ama bu ilk krizle önümüzdeki sekiz senede ilişkilerin seyri de belirlenmiş oluyor. “Karşılıklı çıkarlarımız Erdoğan’la benim birlikte çalışmamızı gerektiriyordu,” diye yazıyor. “Türkiye, AB üyeliği için ABD’den destek, Saddam’ın düşüşünden sonra güçlenen bölücü Kürtlerle sürdürdüğü mücadelesinde de istihbarat ve askeri yardım bekliyordu. Bizse Türkiye’nin Irak’ı istikrara kavuşturması ve terörizmle mücadelemiz konularında yardım bekliyorduk.”

Obama’nın Erdoğan’la ilgili son gözlemi: “Ben şahsen Başbakan Erdoğan’ı samimi ve genellikle isteklerime karşılık verir buldum. Ama ne zaman onu dinlesem o uzun cüssesi biraz kamburlaşır, türlü şikayetler ve hissettiği küçümsemeler karşısında kuvvetli ses tonu bir oktav daha yükselirdi. Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne bağlılığının sadece kendi iktidarını korudukça süreceğine dair kuvvetli bir izlenim edindim.”

Kitabın sonunda soykırım diyor.

Kitabın sonlarında Türkiye kısacık da olsa yeniden gündeme geliyor. Obama bu sefer birlikte çalıştığı mesai arkadaşlarından bahsediyor, özellikle de Amerika’nın soykırımla ilişkisi üzerine çarpıcı bir kitap yazan Samantha Power’la nasıl birlikte çalışıp dost olduklarını anlatıyor. Obama’nın Birleşmiş Milletler büyükelçisi olarak atadığı Power’la arasında 24 Nisan’da bir tartışma çıkıyor. Power, Başkan’ın Ermenileri Anma Günü’nde “20. yüzyılın başında Ermenilerin Türkler tarafından uğradığı soykırımı açıkça tanımamasına” bozuluyor. Ona göre soykırımın adını koymak çok önemli. Ama Obama bu tercihi “Türkler bu konuda son derece alınganlardı, ben de Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Amerika’nın Irak’tan çekilmesinin şartları için pazarlık yapıyordum,” diye açıklıyor. Görevdeyken soykırım demeyen Başkan böylece kitapta soykırım diyor.

Read more!

Düzeltme: Yazının bir önceki halinde Obama'nı Ortaköy meydanında konuşma yaptığına dair hatalı bir ifade yer almıştır. Ortaköy meydanında konuşma yapan ABD Başkanı George W. Bush'tu.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar