Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        20. yüzyılın ortalarında, insana en yakın davranışları sergileyen tür olarak düşünüldüğü için, şempanzelere dil öğretmeye koyulunur. Aslında şempanze beyninde, insan beyninin dil alanlarına benzer alanlar vardır ancak bunlar çok küçüktür. İlk önce bu hayvanlara konuşma dili öğretmeye girişilir, işe yaramaz. Çünkü şempanzeler insanın konuşma mekanizmalarından yoksundur. Bir sonraki adımda onlara işaret dili öğretmeye soyunulur. Bunu ilk başaran Washoe adlı şempanzedir. Onu başka şempanze, goril ve orangutanlar izler. Başka deneylerde, şempanzelere farklı semboller bulunan tuşlara basma öğretilir. Bu “konuşan” maymunların en ünlüleri, ilk başta söylediğimiz gibi beş yılda 132 karakter öğrenmeyi başaran Washoe, üç buçuk yılda 125 karakter öğrenen Nim ve dört yılda 250 karakter öğrenen goril Koko’dur. Üstelik işaret dilini öğrenen şempanzeler, insanların onları izlediklerinden habersiz olmalarına rağmen birbirleriyle iletişimde bu dili kullanır. Ancak burada bir mukayeseye ihtiyaç var: İki yaşındaki bir insan her gün yaklaşık on kelime öğrenir.

        Peki işaret dili kullanan maymunlar ne söyledi? Pek de kayda değer şeyler oldukları söylenemez. “Konuşan” maymunlar çoğunlukla yemek peşindeydi; “yiyecek almak,” “portakal almak,” “muz almak…” Bu alandaki yıldızlardan Nim, en uzun kesintisiz cümleyi kurdu: “Ver portakal bana ver yemek portakal bana yemek portakal ver bana yemek portakal ver bana sen.”

        “BİR ROMAN YAZAMAYACAKLAR”

        Norveçli yazar ve filozof Lars Svendsen, “Hayvanları Anlamak – Köpek ve Kedi Severler İçin Felsefe” kitabında, maymunlar ve diğer hayvanlardan başlayıp kedi ve köpekler özeline inerek, hayvanların dünyayı nasıl algıladıklarını anlatmaya çalışıyor. “Çalışıyor” diyorum, çünkü onun da vurguladığı gibi bu pek kolay bir çaba değil: “Kayda değer sayıda karakter ve sembol öğrenmiş en eğitimli primatlar bile, temel dilbilgisi kurallarını öğrenmekten acizdir. Hiçbir şempanze yakın bir zamanda harika bir roman yazmayacak.Şempanzelerin soyundan gelen bir bireyin bir gün bunu başarabileceği hayal edilebilir, ama böyle bir varlık o kadar evrim geçirecektir ki artık şempanze olmaktan çıkacaktır.”

        Burada yardımımıza Kafka koşuyor. Onun “Akademi İçin Bir Rapor” (1919) öyküsünün kahramanı, insan dilini konuşabilme yeteneğine sahip maymun Kırmızı Peter’dir.

        Öyküde Kırmızı Peter, hayatını anlatması için bir Alman akademisine davet edilir. Akademi üyeleri, Kırmızı Peter’den dilini edinmeden önce, kendi doğal halinde bir maymunken neler hissettiğini anlatmasını ister ancak insan dili ve davranışlarını öğrenme sürecinde maymun olma konusundaki hatıralar silindiği için, Kırmızı Peter üyelere bununla ilgili malumat veremeyeceğini üzülerek bildirir. O, bir maymun olmanın nasıl bir şey olduğunu tamamen unutmuştur. Tek yaptığı, yakalanmasından başlayıp, sigara, kırmızı şarap içen ve Avrupalı gibi konuşan bir şovmen olarak bugünkü başarısına kadar başından geçen süreci anlatmaktır. Kırmızı Peter akademiye rapor verdiğinde, bir nehirden su içerken kapana yakalanmasının, kafese konulmasının ve Almanya’ya götürülmesinin üzerinden beş yıl geçmiştir. Gemi yolculuğu boyunca, kendisi rahatsız bir kafese tıkılıp kalmışken gemideki insanların serbestçe dolaşmasına izin verildiğini fark eder. İnsanları taklit edebilirse, benzer bir özgürlük kazanacağını düşünür. Bunun çok kolay olduğunu söyler. İnsanların el sıkıştığını görmüş ve onları taklit etmiştir. Sonra tükürmeyi öğrenmiştir ve onun için bunu öğrenmek de kolaydır. Ancak tütün içmeyi ve alkol almayı öğrenmek daha zorlu olmuştur. Bir gün tek seferde bir şişe cin içmiş ve ona bir şeyler olmuştur. Beş yıl içinde Kırmızı Peter öyle büyük değişiklikler geçirmiştir ki, nasıl izleyicilerin “maymunluğu” kendilerine çok uzaksa, onun “maymunluğu” da kendisine çok yabancıdır. “Kısacası, konuşabilen bir maymun artık bir maymun olmazdı, tıpkı konuşan bir aslanın artık bir aslan olmayacağı gibi” diyor Svendsen.

        HAYVANLARI ANLAMAK (Lars Svendsen / Çev: Murat Erşen / RedingotYayınları)
        HAYVANLARI ANLAMAK (Lars Svendsen / Çev: Murat Erşen / RedingotYayınları)

        ASLANA “ENERJİ HARCAMA” DİYEN CEYLAN

        Svendsen, insanlara hayvanların dünyasını anlayabilmeleri için şempanzelerden ahtapotlara birçok türden örnekler veriyor.

        “Hayvanların iletişim kurdukları inkâr edilemez bir gerçek. Hayvanlar hem kendi türleriyle hem de yabancı türlerle iletişim kurar” diyen yazarımız, peşinde bir aslan olduğunu fark eden bir ceylanın çoğunlukla havaya sıçradığını anlatıyor. Bu hareket, aslana, fark edilmiş olduğunu ve ceylanı asla yakalayamayacağını anlatır. Böylece ikisi de hiçbir yere varmayacak bir av koşuşturmasında gereksiz enerji harcamaktan kaçınır. Diğer örnek arılar. Avusturyalı Karl von Frisch, arıların dans yoluyla iletişim kurduklarını ve hatta bu dansın farklı “lehçelere” ayrılabileceğini gösterdiği için 1973’te Nobel Ödülü aldı.

        Bununla birlikte Svendsen’in kitaptaki asıl odak noktası kedi ve köpekler. Kedi ya da köpek olmak nasıl bir şeydir? Köpeğiniz veya kediniz konuşabilseydi onu anlayabilir miydiniz? Etrafımızı çevreleyen hayvanlar aslında ne düşünürler? Bunlar sorduğu temel sorular.

        “Hayvanlar şüphesiz dışa vuran, ifade eden varlıklardır. Hepsi değil ama pek çoğu. Farklı ifade tarzları vardır. Örneğin, kediler köpeklere oranla çok daha az mimik kullanır, daha ziyade sesle ve vücutlarının geri kalanıyla iletişim kurarlar” diyor en başta. Ona göre insan davranışlarına benzer tepkiler vermelerinden dolayı, hayvanların mutlu, kızgın, korkmuş, üzgün, şaşırmış veya mütereddit olabileceklerini, bir şeyi fark edebildiklerini, araştırabildiklerini veya düşünebileceklerini; bazı hayvanların durumu değerlendirebileceklerini söyleriz. Ve bu da hiç saçma olmaz: “Kedilerin sanki çıkıp çıkmamayı daha iyi düşünmeleri gerekiyormuş gibi, neredeyse her zaman kapının eşiğinde durması komiktir. Bir köpek normalde tereddüt etmeden dışarı fırlayacaktır. Çıkıp geri döndüğü olabilir ama kapının eşiğinde pek tereddüt etmezler. Burada ‘tartmak’ veya ‘fikrini değiştirmek’ gibi tabirler kullanmak işi abartmak olmaz. Bu kavramların tümü insanların psikolojik repertuarından türetilmiştir ve onları hayvanları tanımlamak için kullanmak kesinlikle meşrudur.”

        SEMPATİ, ENDİŞE, MUTLULUK

        Bir hayvanın duygularından ve zihinsel hayatından bahsedenlerin başında doğal olarak Charles Darwin var. Onunla birlikte 19. yüzyıl biyolojisinde bu kavramlar yaygınlaştı. Darwin, insanlarda ve hayvanlarda duyguların ifadesi üzerine önemli bir eser yazdı: “İnsanlarda ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi (1872).” Fakat bu uygulamadan çıkarılması gereken olumsuz dersler de vardı. Darwin’in araştırma asistanı olan ve projenin varisi tayin edilen George Romanes, insan dışındaki varlıklara insanın özellik ve sıfatlarını yükleyen insanbiçimciliğin (antropomorfizm) abartılmasının bizi ne kadar yanlış yerlere götürebileceğini gösterdi. Romanes, hayvan davranışlarıyla ilgili gayet hayali hikâyeler anlattı ve hayvanların bu şekilde davranması için oldukça gelişmiş bilinç durumlarına sahip olması gerektiğini varsaydı.

        Darwin’in halefi olan Romanes de kendi yerine C. Lloyd Morgan’ı tayin etti. Morgan, Romanes’in ortaya attığı hayali açıklamaların neden sınırlanması gerektiğine açıklık getirdi. Bu amaçla bir ilke koydu: “Bir davranış düşük bir zihinsel yetinin ürünü olarak yorumlanabiliyorsa, asla daha yüksek bir zihinsel yetinin ürünüymüş gibi yorumlanmamalı.” Morgan kendi ilkesini yorumlarken, köpeğine yüksek düzeyde bir bilinç atfetmenin makul olduğundan şüphe duymuyordu, ancak bunun da belli sınırları vardı. Köpeklerin son derece zeki olduklarından kuşkusu yoktu, ama soyut düşünme kapasitesine sahip değillerdi, kesinlikle empati geliştirme becerileri vardı ama adalet hakkında hiçbir fikirleri yoktu. “Hayvan Yaşamı ve Zekâ” başlıklı kitabında şöyle diyor: “Köpeklerin insanlara karşı sempati duyduğu, bu dört ayaklı arkadaşların yoldaşlığını bilen herhangi biri tarafından nadiren sorgulanacaktır. Bazen ruh hallerimizi içgüdüsel olarak kavrıyormuş, biz meşgulken sessiz duruyormuş, endişeli ya da üzgün olduğumuzda tüylü kafalarını dizlerimizin üzerine koyuyormuş, mutlu ve memnun olduğumuzda taze bir yaşama sevinciyle diriliyormuş gibi görünürler –algıları bu kadar keskindir.”

        Yine de bizim onlara yüklediğimiz anlamlarla doğru orantılı hayvanların konuşması, sevmesi, anlaması, hissetmesi. Onları gerçekten daha iyi anlamak istiyorsanız, bu kitap iyi bir fırsat sunuyor.

        *

        İKİ TAVSİYE

        Başarılı PR’cı Kate, iyi bir kariyere, Londra’da ev ve yakışıklı bir sevgiliye sahipti. Fakat iş ve aşk hayatındaki ani darbelerle hayatı bir günde alt üst oldu. Ve yolu Kopenhag’a düştü… Wells ise 74’ünde yazdığı bu son ütopik eserinde, dünyanın bugünkü vaziyetine sert eleştiriler getiriyor; Tanrı’nın yeryüzüne yollayacağı yeni bir “tufan” için kendisine yeni bir Nuh arayışını anlatıyor.

        Ağrı Dağı Yolcusu Kalmasın (Herbert George Wells / İthaki)

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar