Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Aynı zaman, Doğu’da ve Batı’da farklı akar. Zira iki ayrı coğrafyada hayatı, ölümü, dünyayı algılayış biçimi bambaşkadır. Batı’da çizgiseldir, başlar ve biter. Doğu’da ise döngüseldir, her başlangıç bir bitiş, her bitiş bir başlangıçtır. Zamana böyle farklı bakınca kültür de, inanç da, kelimeler de değişir. Bir yerde metanet, diğerinde yas olur. Bir yerde hüzün, diğerinde depresyona dönüşür.

        Aslına bakarsanız bir süredir yaşanan mecburi dramatik göçlerle, zaman da göç ediyor. Çizgiler dairelerle, yaşam ölümle Batı’da da iç içe geçiyor. Bu hayırlı bir birliktelik mi olacak yine “zaman” gösterecek. Ancak bir zamanlar bu coğrafyada böyle bir birliktelik test edilmişti. Alaturka zaman, alafranga zamana ulanmış, Batılı kimileri bunu küçümsese de pekâlâiki ayrı kültür, iki ayrı zamanla aynı yerde buluşmuştu. Biraz somutlaştıralım peki. Bahsimiz, “Geç Osmanlı’da Zaman ve Toplum” veya Avner Wishnitzer’in alanındaki nadir çalışması “Alaturka Saatleri Ayarlama” adlı kitabı.

        ALATURKA SAATLERİ AYARLAMA (Avner Wishnitzer - İş Kültür Yayınları)
        ALATURKA SAATLERİ AYARLAMA (Avner Wishnitzer - İş Kültür Yayınları)

        AH TÜRK ZAMANI!

        Kitap, Sultan III. Selim (salt. 1789-1807) tarafından yapılan reformlarla başlayıp, Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı sonrası çöküşüne kadar devam eden 19. yüzyıl üzerine odaklanıyor.

        Wishnitzer’e göre 19. yüzyılın Avrupalı seyyahları genellikle Osmanlıların “zamanı hiç umursamadıklarını” ya da “zaman anlayışından yoksun” olduklarını düşünüyordu. Bunu da “kültürel geri kalmışlıkla” bağlantılandırıyorlardı. Mesela İngiliz seyyah John Foster Fraser (ölümü 1936), okurlarına Osmanlı’da saatlerin nasıl kullanıldığını açıklamadan önce, “Ah, Türk zamanı!” diye feryat ediyor, “Civarında” diye başlıyordu: “Bir Türk için yeterince iyidir. Türklerin, bütün saat ayarları her gün değiştirilmediği takdirde saatin kesin biçimde belirlenmesi mümkün olmayan bir zaman kayıt yöntemiyle yetinmesi, bizim medeniyet dediğimiz olgunun en önemli unsurlarından birini nasıl da ıskaladıklarını ortaya koyar.” Halkbilimci Lucy Garnett (ö. 1934), “Dakiklik Doğu’da değer verilen bir erdem değildir” diyordu. İngiliz sömürge idarecisi ve siyasetçi Lawrence Dundas da (ö. 1961), Osmanlı zaman hesaplama sistemini “Doğu’nun atmosferiyle” ilişkilendiriyordu. Treninin hareketinin gecikmesine öfkelenip, “İslam dünyası oruç tuttuğundan dakikliğe önem verilmez” yorumu yapıyordu.

        “Benim buradaki amacım, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki zaman organizasyonunu Avrupalı gözüyle değil, Osmanlıların kendi gelenekleri ve ihtiyaçları bakımından incelenmek. Osmanlı İmparatorluğu’nda zaman konusuyla ilgili araştırmalar hâlâ emekleme çağında. Yakın zamana kadar, yapılan az sayıda yayın da çoğunlukla zamanın belirlenmesi konusunun güneş, duvar ve masa saatleri, saat yapımı ile saat kuleleri gibi çeşitli boyutları üzerine odaklanıyordu. Bugüne kadar Osmanlı’da zamansallık konusuna yönelik geniş kapsamlı tek çalışma yapılmadı” diyor yazar.

        FARKLI SAAT OKUMA BİÇİMLERİ

        Peki devrin seyyahlarının küçümseyerek aktardığı gibi Osmanlı’da gerçekten de “zaman” yok muydu?

        Hayır, çoktu.

        19. yüzyıl Osmanlısı’nda saat okumanın farklı biçimleri bulunuyordu. İlk olarak, güneş saatlerine dayanan, eski mevsimsel saat sistemi vardı. Bu sisteme göre, gece ve gündüzün her biri on ikişer birime bölünüyor ve bu birimler sene boyunca değişen gece-gündüz oranıyla bağlantılı olarak uzayıp kısalıyordu. Bu düzende, örneğin tam öğle vaktinde saat her zaman altıyı, günbatımındaysa on ikiyi gösterir ancak yazın her bir gündüz saati gece saatinden daha uzun sürer.

        18. yüzyıl sonlarında mekanik saatler daha yaygın ve hassas hale gelince, seçkinler eski mevsimsel saat sisteminden çok, yanlarında taşıdıkları saatlerin gösterdiği eşit saatlere itimat etmeye başladı. Saatler her gün günbatımında ayarlanacak ve bir sonraki günbatımına kadar on ikişer saatlik iki tur atacaktı. Saatlerin günbatımından itibaren hesaplandığı bu sistem “Türk zamanı” ya da “alaturka saat” olarak tanınmaya başladı. Eşit saat dilimlerine geçiş uzun sürede ve kademe kademe gerçekleşti ve mevsimsel saat sistemi yüzyılın sonuna gelindiğinde ve hatta sonrasında tam anlamıyla yürürlükten çıkmadı. Pek çok kişi için mevsimsel saatler en önemli başvuru sistemi olmaya devam etti ve bu yüzden mekanik saatler onların gözünde “gerçek zamanı” ancak yaklaşık olarak gösteriyordu. Yüzyılın ortalarında, özellikle tüccar çevrelerinde, azınlıklar arasında ve bazı devlet dairelerinde, saatlerin okunmasına yönelik üçüncü bir yol ortaya çıkmaya başladı. Bu da eşit saatlerden oluşan iki devrin öğleden ertesi gün öğleye kadar geçen sürede hesaplandığı, Avrupalılar tarafından kullanılan vasati saat sistemiydi. Bu sistem “Avrupa saati” ya da Türkçe’de “alafranga saat” olarak adlandırılmaya başladı.

        NE KADAR DİLİM O KADAR MODERN!

        Aslında mesele çok ya da hiç zaman kullanmak değildi. 19. yüzyılın özellikle yarısından itibaren saat zamanına göre yaşamak ve bir günü zaman dilimlerine göre programlamak sözde moderni ilkelden, gelişmişi geri kalmıştan ayırmaya yarıyordu. Ya da öyle planlanmıştı. “Son dönemde yapılan araştırmalar, doğrusal zaman düşünce ve uygulamalarının, kentli orta sınıf gruplarının başrolü kendilerinin oynayacağı modern ve ulusal bir ortak kimlik oluşturma çabalarına nasıl hizmet ettiğini göstermektedir” diyor yazarımız.

        Osmanlıların saat kullanma biçimi, sahip oldukları zaman kültürünün mantığına uygundu ve onun tutarlılığına zarar vermiyordu. Ama 18. yüzyıl sonlarına kadar sosyo-politik düzene istikrar kazandıran bu uygulama ve anlam yapısı 19. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa hakimiyetindeki global ekonomiye giderek asimile edilmesi ve modern devlet kurma projesinin hız kazanmaya başlamasıyla çarpıcı biçimde değişmeye başladı. Daha güçlü denetim imkânları, daha yüksek seviyede bir düzen ve verimlilik elde etme çabası içindeki reformcu Osmanlı devletinin çeşitli organları, saatlerin giderek artan bir öneme sahip olduğu ayrıntılı zaman yapıları geliştirdi. 19. yüzyılın ikinci yarısında reform hareketi, devlet mekanizmasının ötesine geçtikçe, ortaya çıkan subay ve bürokrat grupları ile başkentteki ve vilayetlerdeki kentli serbest meslek sahipleri, tercih ettikleri modern görünüm ve yaşam biçimlerine zamana ilişkin yeni düşünceler, değerler ve davranışlar eklediler.

        ALATURKA ZAMANA SIĞINANLAR

        Bu noktada çifte tezat çıkıyor karşımıza. 1) Devlet eliyle yürütülen bu modern zaman çalışmalarının bizzat devletin tepesindekileri alaşağı etmesi. 2) Bu modern akımın diyalektik olarak kendi tezadınıyaratması. Anlatalım.

        Osmanlı eğitim sistemi, zaman kültürünün dönüşümünde önemli rol üstlendi. 19. yüzyıl boyunca, zaman organizasyonuna ilişkin modern uygulama ve kavramlar Osmanlı okul yaşamını giderek daha fazla düzenledi. Dakiklik, üretkenlik, zamanın idareli kullanılması ve bunlara ilişkin değerler öğretim programlarına dahil edilerek, kız ve erkek öğrencilere çok erken yaşlardan itibaren öğretildi. Böylece Osmanlı eğitim sistemi, zaman düzenini ilerleme, vatanseverlik ve modernlikle özdeşleştiren yeni bir kentli orta sınıf oluşmasına katkı sağladı. Ancak “zamanın değerinin” öğretilmesi bizzat bu öğretiyi destekleyen Sultan II. Abdülhamid rejimi açısından bir ölçüde beklenmedik sonuçlar meydana getirdi; zira Osmanlı okullarından mezun olan pek çok kişi hükümeti kendilerine öğretilen standartlarla değerlendirerek yetersiz, verimsiz ve dolayısıyla “geri kalmış” buldu. Onlara göre modernleşmenin gerçekleşmesi, bu eksikliklerin giderilmesine bağlıydı. “Kısacası, Abdülhamid rejimi, genç öğrencileri birbiriyle bağlantılı ilerleme ideolojisi ve zamanın değeri fikriyle yetiştirerek kendi sonunu hızlandırdı” diyor Wishnitzer.

        Ona göre hem merkezdeki hem de vilayetlerdeki eğitimli memur, subay ve kentli serbest meslek sahipleri için zamanla ilgili bu yeni fikirler, bu kişilerin modernlik anlayışının ayrılmaz bir parçası ve ortak kimliklerinin önemli bir özelliği haline geldi. Jön Türk hareketinin belkemiğini oluşturan bu gruplar arasında, Osmanlı modernleşmesi giderek hiç zaman kaybedilmemesi gereken bir yarış olarak algılandı. Sanki verimli çalışmayla artırılacak dakikalar Avrupalılarla Osmanlılar arasında açılan zamanı kapatacakmış gibi, “zamanın değerine” tekrar tekrar vurgu yapıldı. Eski ile yeninin ve yabancı ile yerlinin kendi içinde yenilikçi bileşenleri olan 19. yüzyılın zaman düzenlemeleri, bu çevrelerin gözünde, geçmişin tamamen ortadan kaldırılması gereken çağdışı kalıntılarıydı. Reformcu gruplar arasında daha radikal bazıları, yerel saat sisteminin tamamen kaldırılmasını istedi. Bu kişiler, dini anlamlar içermeyen, artık din adamları tarafından belirlenmeyecek “bilimsel” bir zaman anlayışını savunuyordu. İlerlemeye, medeniyete ve dolayısıyla kurmak istedikleri yeni düzene uygun bir zaman anlayışı…

        Ancak Wishnitzer, bu akımların diyalektik olarak kendi karşıtını da yarattığını ve alaturka zamanın, nüfusun büyük bölümünde karşılığını bulan daha muhafazakâr Osmanlı-Müslüman kimliğinin odak noktası haline geldiğini söylüyor.

        Alaturkası da, alafrangası da akmaya devam ediyor bu ülkede hâlâ. O gün bugündür kâh birbiriyle yarışarak, kâh birbirine karışarak, kâh birbiriyle kavga ederek. Böyle de sürecek. Çünkü Abdülhamid örneğinde olduğu gibi belki de, mağluptur bu yolda galip.

        *

        İKİ TAVSİYE

        Roth’un 1923’te yayımlanan bu ilk romanı, Nazizmin gelişini, onu hazırlayan şartları önceden bildiren bir kehanet kitabı gibi. Yazar da hayatını sürgünde kaybetmişti. Venedik Taciri’nin kahramanı Shylock’un yer aldığı diğer romanda ise sanat simsarı Simon Strulovitch, kızı Beatrice’in Nazi sempatizanı bir futbolcuyla evlenmesini engellemek için yardım ister…

        Örümcek Ağı (Joseph Roth - Everest)
        Örümcek Ağı (Joseph Roth - Everest)
         Shylock Derler Bana (Howard Jacobson - Doğan)
        Shylock Derler Bana (Howard Jacobson - Doğan)
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar