Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kimin için?

        Yaklaşık 300 yıl önce bu soruyla başladı hikâye...

        1740’lardayız. Fransız genç Denis, Nicholas Saunderson adlı İngiliz astronomun eserleriyle tanışır. Onun kitaplarını büyük bir heyecanla okur çünkü gece odasını aydınlatan ay ışığını seyrederken yıldızlar ve evren hakkında merak ettiği sorulara çok açık cevaplar almaktadır. Saunderson yıllar boyunca gezegenlerin hareketlerini, kuyruklu yıldızların geçtikleri yolları incelemiştir. Ay ve renklerle ilgili eserler kaleme almıştır. Ama Denis için esas büyüleyici olan başkadır. Bu bilim insanı, gökyüzünü ya da Büyük Ayı’yı betimlemek için hiçbir zaman bir teleskopa bakmamış ya da dürbünden gökkuşağını gözlemlememiştir. Zira Cambridge’de astronomi ve optik profesörü olan Saunderson, doğuştan kördür…

        KÖRLER ÜZERİNE MEKTUP

        Aslında Denis, işte bu kör bilim adamı yüzünden Vincennes Şatosu’nda çürümekte ve polis Berryer tarafından tehlikeli suçlu muamelesi görmektedir. Peki ne yapmıştır Denis? “Körler Üzerine Mektup”u yazıp Saunderson’un hikâyesini anlatmıştır. Kimin için? Bizim… Neden? Kritik nokta da bu. O, Saunderson’un hikâyesi üzerinden yaşadığı toplumu eleştirmiştir. Kör numarası yapan, hiçbir şey görmek istemeyen toplumu. Adaletsizliği ve acıyı görmezden gelen toplumu. Vizyonu olmayan, uyruklarına hükmetmek için gözlerini bir bantla kapatan toplumu: Cehalet bandı.

        Denis, yazdığı eserde asıl körlüğün Saunderson’unki değil, doğruya ve gerçeğe gözlerini kapatanlarınki olduğunu anlatmıştı. Hangi gerçeğe? Halkın, bazı aristokrat aileler lüks zevklerini devam ettirsin diye kara bir sefalet içinde yaşadığı gerçeğine… Yaklaşık on ülkenin, zenginliklerden faydalanmak için paylaşmadan dünyanın geri kalanını sömürdüğü gerçeğine… Kölelik gerçeğine… O dönemde kimse bunlara sesini çıkarmamaktadır. Denis dışında. Ve onu da hapiste tutarak susturabileceklerini sanmaktadırlar. Ama Denis, kapatıldığı zindandan daha iç karartıcı, Saunderson gibi kör birinin gömüldüğü mutlak geceden daha karanlık bir zindan olduğunu bilmekteydi: Hoşgörüsüzlük ve dar kafalılık zindanı.

        Denis, 37 yaşında, hücresinin dibinde cahil bir insanın özgür bir insan olmadığının bilincine varmıştı. Ve işlerin bir daha asla böyle yürümeyeceğine dair bir karar aldı. Hapisten çıkarsa hayatını bu genel körlükle mücadeleye adamaya yemin etti. İnsanları at gözlüklerinden kurtarmaya, onlara yaşamı yeni bir ışık altında göstermeye, onları daha iyi yapmaya…

        CEHALETE HAYIR - DENIS DIDEROT (Raphael Jerusalmy - Çev: Zeynep Mertoğlu - Alfa Yayınları)
        CEHALETE HAYIR - DENIS DIDEROT (Raphael Jerusalmy - Çev: Zeynep Mertoğlu - Alfa Yayınları)

        HER ŞEYİN YAZDIĞI KİTAP

        Fransız gencimiz tutuklandığı kadar ani bir şekilde, 21 Ekim 1749’da serbest bırakıldı. Güzel bir sonbahar öğleden sonrasında, Vincennes Şatosu’nu sonsuza kadar terk etti. “Körler Üzerine Mektup” yüzünden hapse atılmasının ardından, bir başka mektup sayesinde özgürlüğüne kavuşmuştu. Gözlerini açtığı biri tarafından yazılan bir mektup.

        Peki amacına nasıl ulaşacaktı?

        Gün gün işkencecisi Berryer’nin karşısına çıktıkça işe nasıl koyulacağı fikri kafasında belirmişti aslında. Çılgın bir hayaldi bu. Berryer ona, her şeyin kitaplarda yazmadığını söylemişti. O halde, Denis de her şeyin yazdığı bir kitap yapacaktı. Herkes için. Doktorlar ve köylüler, oduncular ve bilim insanları... Bir çatının iskeletinin nasıl inşa edildiğinin, önyargıların nasıl kırılacağının, kırlangıçların, tilkilerin, yoksul ve kralların nasıl yaşadığının, Latin çiçeklerinin nasıl yetiştirileceğinin yazdığı bir kitap. Herkesin özgürce, sadece sayfaları çevirerek başvuracağı bir kitap. Cehalete karşı engin, evrensel bir kitap.

        Birkaç gün sonra, Denis özgürlüğünü kutlamak için gittiği bir tavernada arkadaşı Grimm’le karşılaştı. Melchior Grimm, bu büyük kitap projesinde onunla çalışacaktı. Aynı şekilde matematikçi d’Alembert, sanat ve teknik sevdalısı De Jaucourt ve yayınla uğraşan Breton da.

        21 MİLYON 700 BİN SÖZCÜK

        Denis’nin hapisten çıkışından itibaren 20 yıl boyunca, 140 yazar 71 bin makale yazdı. Denis tek başına 5400 madde kaleme aldı. 60 ressam ve hakkak yüzlerce resim, şema ve harita üretti. 800 işçi, dizgici, ciltçi, dev bir katedralin taşlarını ve tuğlalarını tek tek dizen ustalar gibi her şeyi kelime kelime, resim resim sayfaya dizdi.

        Nihayet o akşam, çektikleri zahmetin sonuna geldiler. Eserin tam ve nihai hali, resimlerle birlikte artık hazırdı. Ama durun, bir sorun vardı!

        Genelde hararetli tartışmalar siyaset ya da din üzerine olurdu. “Demokrasi” maddesi üç gün tartışılmıştı mesela ama nihayetinde hepsi çözümlenmişti. Ama “Semender” her şeyi kilitlemişti birden.

        Yumruğunu masaya vuran Le Breton’a göre eserdeki Semender maddesine ayrılan 500 sözcük çok fazlaydı. Yayıncı Michel-Antoine da “Gölcüklerin dibinde sürünen bu küçük hayvanlar için çok fazla mürekkep harcandığını” düşünüyordu. Ama Denis inat ediyor; şövalye De Jaucourt’un maddesindeki 500 kelimeden birini bile çıkarmayı reddediyordu. “Bu yazı büyük bir öneme sahip” diye bağırdı şaşırtan bir ciddiyetle. Neden mi? Anlatalım.

        O güne kadar kertenkeleye benzeyen, kurbağa gibi yaşayan bu hayvanlarla ilgili pek çok korkunç şey söylenmişti. Uğursuz bir canlı olduğu, kuyuların suyunu zehirlediği, sürüleri kırıp geçirdiği, ateşte de yaşayabildiği… Şövalye De Jacourt, yazdığı maddede ona atfedilen bu korkunç güçleri sıralayıp gerçekliklerini deneyledi, kontrol etti. Sonuçta kimsenin başına bir şey gelmedi ve semenderin dünyanın en zararsız, kanaatkâr, çekingen, ısırma yetisine en az sahip hayvanı olduğunu ortaya koydu.

        İşte Denis bu yüzden Semender maddesine bu kadar önem atfediyordu. Mesele sadece bu küçük sürüngenin şöhretini kurtarmak değildi. Asıl önemlisi, nefret ve ırkçılığa sevk eden önyargılar ve batıl inançlarla mücadele etmekti!

        Semender sorunu gecenin ortasında çözüldü. Ve nihayet o güne kadar yayımlanmış en büyük esere nokta kondu: Ansiklopedi. 21 milyon 700 bin sözcük! Tek bir şeyi yenmek için 21 milyon 700 bin sözcük: Cehaleti.

        KEDİ MİMİ’NİN AĞZINDAN ROSA

        “Cehalete karşı mücadele etmek, adaletsizliklere karşı mücadele etmektir. Kimileri bu mücadeleyi Denis Diderot’dan önce denedi. Ancak o, bu mücadeleyi tek seferde pek çok cephede yürüten ilk kişiydi. Diderot, cehaletle her yerde mücadele ederek bilginin tekelini elinde bulunduranlara karşı savaş başlattı. Çünkü cehalet her zaman bir iktidar ve hegemonya aracıdır.” “Cehalete Hayır” diyen Fransız düşünür Denis Diderot’yu kaleme alan Raphael Jerusalmy böyle söylüyor.

        “Cehalete Hayır,” orijinali 2015’te Fransa’da basılan bir serinin kitaplarından biri. Seride, ünlü yazarlar, düşünürler, aktivistler bir anlamda dünyayı değiştiren isimler neye “Hayır” dedikleriyle anlatılıyor. Onların yaşam öyküleri üzerinden, dünyayı güzelleştirmek, daha onurlu ve yaşanır kılmak için verdikleri mücadeleleri okuyoruz. Diderot’nun hikâyesi, en çarpıcılarından biri.

        Serinin şimdilik basılan diğer kitapları şunlar: “Aşağılanmaya Hayır” diyen Aimé Césaire, “Şiddete Hayır” diyen Gandhi, “Kadınlara Ayrımcılığa Hayır” diyen Olympe De Gouges ve “Sınırlara Hayır” diyen Rosa Luxemburg. Daha 13 kitap var sırada.

        Şahsen böyle seri eserlere, bilgileri hap gibi sunmaya çalışan “A’dan Z’ye” cep kitaplarına mesafeliyim. Ama ne yalan söyleyeyim bu seriyi çok beğendim. Hangi düşünür, yazar, aktivist neye neden hayır demiş ve bunun için hangi zorluklara göğüs germiş neredeyse mükemmel bir kompozisyonla anlatılıyor. Kitapları kaleme alan yazarlar yetkin, incelikli dil ve etkileyici hikâye üslubu her kitapta öne çıkıyor. Çeviriler çok iyi, ufak tefek tashih dışında rahatsız edici hata yok. Ortalama 80-90 sayfada neredeyse bir dünya sunuluyor bize. Konuyla ilgili başka kitaplar öneriliyor, kısa bir kronoloji sunuluyor. Eksiği yok, fazlası var. Gereksiz detaylar yok, gerekli her bilgi var. Anlatıcılar zengin ve renkli. Mesela “Sınırlara Hayır” diyen Rosa Luxemburg, sokak kedisi Mimi’nin gözünden anlatılıyor: “Hiç kimsenin gülü olmayan Rosa, her yerde kendi evindeydi. Tıpkı bir kedi olarak benim, yani Mimi’nin durumu gibi.”

        “Hayır” diyen diğer kitapları da sabırsızlıkla bekliyorum.

        REKLAM

        ***

        İKİ TAVSİYE

        Filmini birkaç yıl önce izlemiştiniz. Kitabını da okursanız iyi olur. Şöyle bir Wakanda’ya uzanıp gelmek neden kötü olsun? Ayşe Acar bu cesareti göstermiş. 40’ında bekâr bir anne olarak iki çocuk ve bir köpekle Kanada’ya yerleşmiş. Neler yaşadı o anlatsın.

         Kara Panter Kimdir? (Jesse J. Holland - İthaki)
        Kara Panter Kimdir? (Jesse J. Holland - İthaki)
        Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız? (Ayşe Acar - Karakarga)
        Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız? (Ayşe Acar - Karakarga)
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar