Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet

Amerikalı William Stewart Halsted (1852-1922) o yıllarda kendi üzerinde yaptığı deneylerle adından söz ettiren bir tıp adamıdır. Sinirlerine şırınga ettiği bazı maddelerin sinirlerin geldiği vücut bölgesinde duyu yitimine neden olduğunu keşfetmiş, sonradan anestezi denen bu yöntem cerrahinin kurtuluşu olmuştur.

Ancak Johns Hopkins Tıp Okulu’nun dünyaca ünlü bu cerrahının ameliyatlarını yavaş yaptığı da o dönem tıp camiasında en çok konuşulan konulardan biridir. Rivayete göre onun bu yavaşlığı, âşık olduğu ameliyat hemşiresi ile ameliyatlarda daha uzun süre kalabilme amacını taşımaktaydı. Dr. Halsted, her ameliyatında onu da yanında görmek istiyordu ancak hemşiresi Caroline Hampton’ın ellerinde antiseptik solüsyonuna karşı alerjik yaralar gelişince güzel hemşire ameliyatlara katılamaz oldu.

Depresyona giren yetenekli ve işbilir cerrahımız çareyi lastik bir eldiven yaptırmakta buldu. Artık güzel hemşiresi ile birlikte yine ameliyatlara girebiliyordu. Zaten 1890’da da Halstead ve Caroline muratlarına erdiler, dünyaevine girdiler.

Doktorumuzun aşk hayatını kurtaran eldivenleri hemşire hanım için özel olarak Good-Year şirketi yapmıştı. Böylece steril eldivenlerin ameliyatlarda kullanılmasının yararları da anlaşılmış oldu. Bu anlayış giderek tüm dünyaya yayıldı.

Romantik bir aşkın sonucu ameliyatlarda eldiven kullanılması çok önemli bir keşfin başlangıcı oldu. Bu keşif, binlerce yıllık tıp tarihinin önemli gelişmelerinden biri olsa da, en önemlisi değil. Nörolog Dr. Cumhur Ertekin’in kaleme aldığı “Tıbbın Öyküsü” kitabında, insanlık hastalıklarla mücadele ederken tıbbın tarihinin nasıl şekillendiğini ve bu süreçte hangi gelişmelerin hayatımıza girdiğini öğreniyoruz. İlkel komünal toplumlardan Antik Çağ’a, Ortaçağ’dan Osmanlı ve Batı’ya farklı dönemler ve coğrafyalarda izini sürdüğümüz “Tıbbın Öyküsü” gerçekten olağanüstü görünüyor.

Cerrahiden yola çıktık, benzer gelişmeleri özetle anlatalım.

 TIBBIN ÖYKÜSÜ (Cumhur Ertekin- İş Bankası Yayınları)
TIBBIN ÖYKÜSÜ (Cumhur Ertekin- İş Bankası Yayınları)

HAYATTA KALAN SEZARYEN YOK

Kitaba bakılırsa, M.Ö 5000’den bu yana anestezisiz ve asepsisiz cerrahi yapılıyor; ki bunun içerisine trepanasyon da (kafaya delik açılması) dahil. Eski Mısır papirüslerinde küçük urlar, kulak, göz ve dişlere yapılan cerrahi girişimlerden söz ediliyor. Hintli şifacıların katarakt ameliyatı yaptıklarına dair yazılı belgeler de mevcut.

Hipokrat zamanında (M.Ö 300’ler) hekimler ve cerrahların (veya berber cerrahlar) iki ayrı mesleği temsil ettiği görülüyor. O yıllarda cerrahi tip bıçakla polipler, ülserli bademcikler alınıyor, hatta kızgın demirle yakarak (dağlama) hemoroid tedavisi yapılıyor. İslam’ın aydınlık çağında, kanamayı durdurmak için yaraları kızgın demirle dağlamada daha fazla beceri kazanılıyor. İspanya’da cerrahlık yapan Zehravi, “Kitab el Tasrif”te birçok ameliyattan söz ediyor. Yara bakımı ve cerrahi, Fransız hekim Henri de Mondeville’in “Büyük Cerrahi Kitabı” adlı eseri ve Gui de Chauliac’ın yazdığı yazılarla olabildiğince geliştiriliyor.

Aslında cerrahinin giderek orduda, savaşlar yoluyla öğrenilip geliştirildiğini söyleyebiliriz. Bu noktada enfeksiyon önemli bir sorun haline gelmiş ve bu durum barutun savaşlarda kullanılmaya başlamasıyla daha fazla önem kazanmış. Kuzey Avrupa’da ise sivil cerrahi berberlik de yapan operatörler tarafından gerçekleştirilmiş. Bu berber cerrahların bir kısmı seyyar olarak çalışmış. Seyyar dişçiler, katarakt ameliyatı yapan gözcüler, mesane taşı söken taşçılar, fıtıkları düzelten fıtık ustaları şeklinde belirli alanlarda uzmanlaşmışlar.

16. yüzyıldan itibaren cerrahi daha sistemli gelişmeye başladı. Bu dönemde Ambroise Paré, berber cerrahlara yeni anatomi bilgileri sağlamak için “İnsan Bedeninin Evrensel Anatomisi” adlı bir kitap yazdı. Kendisi de berber cerrah olarak işe başlamış, sonra cerrah olarak uzun süre orduda çalışmıştı. Savaş alanlarında edindiği deneyimler sayesinde cerrahiye, ampütasyonlarda (uzuv kesilmesi) yaşamsal önem taşıyan damar bağlama yöntemini getirmiş, kızgın yağla dağlama yerine daha akılcı bir yöntem ortaya koymuştu. 1800’lerin ortalarında anestezi ortaya çıkmadan önce istilacı cerrahi daha dar kapsamlıydı. Uzun süren kapsamlı ameliyatlar yapılamıyordu. Mesela 1790’lara kadar annenin hayatta kaldığı bir sezaryen ameliyatı kaydı bulunmuyor.

ERKEK EBELER DOĞUM YAPTIRIYOR

Doğum o tarihlere kadar geleneksel olarak tamamen kadınların yardımcı olduğu bir olaydı. Ancak o tarihlerden sonra giderek İngiltere, ABD ve diğer Avrupa ülkelerinde ebe-anne rolünü erkek cerrahlar üstlendi. Başlangıçta “erkek ebe” denen ve komplike doğumları da yaptıran bu hekimler daha sonra kadın doğum uzmanı adını aldı. 1730 yılından sonra da forseps çok sık kullanılan bir alet oldu.

Erkek ebelerin yaygınlaştığı yerlerde doğum ve beraberinde bebek bakımı da dönüşüme uğradı. 18. yüzyılın sonlarında burjuva hanımları artık doğumda kocalarının bulunmasını istemeye başladı; doğum gün ışığı ile temiz havanın girdiği, çevresi steril odalarda gerçekleştirildi. Bu dönemde bebeğin artık kundaklanması fikrinden de vazgeçildi. Aydınlanma düşüncesine bağlı olarak bebeğin kol ve bacaklarının serbest kalmasına izin verildi.

BERBER CERRAHLAR DEVRİ BİTİYOR

Cerrahlar düz hekimlere göre toplumda daha az saygı görmüşlerse de 18. yüzyıldan sonra cerrahi, uzun ve kalıcı bir yükselme dönemine girdi. Bunda işin içine asepsi ve anestezinin girmeye başlaması da önemli bir etmen oldu. 1700’lerde kendini Frere Jacques olarak tanıtan bir cerrah, lateral sistostomi (mesaneye deri üzerinden ulaşma) yoluyla mesane taşı kırmaya başladı ve bu yöntem benimsendi. Londra’da William Cheselden yöntemi daha da geliştirdi. Sistostomi anestezi yapılamadığı için çok ağrılı bir girişimdi. Ama Cheselden bu işlemi birkaç dakika içinde yapılabilir hale getirmiş, bu nedenle de diğer cerrahlara göre yüksek bir ücret almaya başlamıştı. Zamanla diğer ameliyatlarda da gelişmeler yaşandı, doğumla ilgili becerilerde gelişme kaydedildi.

Cerrahi önce Fransa’da meslek statüsü kazandı. Böylece berber cerrahlık dönemi bitti ve doğrudan cerrah hekim mesleğine geçildi. Fransa’da 1731’de Kraliyet Cerrahi Akademisi kuruldu. 1745’te Londra’da cerrahlar birliği berberlerden ayrıldı. Bunlar cerrahların ve cerrahinin akademikleşmesinin ilk adımı oldu. Bundan sonra Fransız cerrahlar, cerrahinin bedensel bir iş değil bilim olduğunu ileri sürerek hekimlerle aynı statüde olduklarını kabul ettirme çabasına giriştiler. Cerrahlık eğitiminin hastanede verilmeye başlaması, cerrahlık ile anatomi arasındaki bağı güçlendirdi. Bu sayede Fransa cerrahide öncü bir rol üstlendi.

ACI VERİCİ AMELİYATLAR

Tıp, ortaya çıktığından bu yana, bazı analjezik (ağrı giderici) maddelerden yaralandı. Esrar, alkol gibi maddelerin ağrı giderici rolü çok eskilerden beri bilinmekteydi. Anestetik (uyuşturucu) gücü en iyi bilinen ilk gaz azot protoksitti (N2O). Bu gazı ilk defa Thomas Beddoes ile asistanı Humhry Davy kendi üzerlerinde denediler. Yine de ameliyatlar, genel olarak hastaların bilinçleri yerindeyken uygulandı ve acı vericiydi. 1842’de Rochester’da William E. Clarke bir hastanın dişini çekerken eter uyguladı ve bundan sonra eter kullanımı Avrupa’da yayıldı. Ardından eterin yerini kloroform aldı. 1847’de Edinburgh’dan James Young Simpson doğum sancılarını azaltmak için kloroform kullandı.

Etkili anestezi kullanımı, anesteziden önce travmatik olan ameliyatları yapılır hale getirdi. Ancak ameliyat sonrası görülen septisemiler (mikrobun kana yayılması) nedeniyle görülen yüksek ölüm oranları, büyük çaplı ameliyatların yapılmasını yine de kısıtlamış, ameliyat sonu septisemilerin bertaraf edilmesi gerekmişti.

KİMSEYİ İNANDIRAMAYIP DELİRDİ

Viyana’da bir doğum kliniğinde çalışan Macar doğum uzmanı Ignaz Philipp Semmelweis (1818-1865), sıklıkla karşılaşılan lohusalık humması konusuna yoğunlaşmıştı. Semmelweis’ın çalıştığı hastanedeki iki kadın doğum servisinden birinde tıp öğrencileri, diğerinde sadece ebeler çalışıyordu. Semmelweis ilk klinikte çalışmış ve eğitim de vermişti. Ancak şaşırtıcı bir şekilde lohusalık humması genellikle ilk klinikte görülmüş ve doğum için gelen kadınlar, ebelerin görev yaptığı ikinci kliniğe alınmak istemişlerdi. Semmelweis, iki klinik arasındaki farkı ve sırrı çözmek için çalışmalar yaptı. İlk doğum servisinde ölüm oranı yüzde 11.4 iken, ikinci serviste sadece yüzde 2.7 idi. Başlangıçta çözülemeyen bu olay Semmelweis’ın arkadaşı patolog Kolletschka’nın 1847’de ani ölümüyle yanıt buldu. Kolletschka, loğusa hummasından ölen bir kadına otopsi yaparken elini kesmiş ve çok hızlı ilerleyen bir kan zehirlenmesi (septisemi) sonucunda iki günde hayatını kaybetmişti. Arkadaşının otopsisini bizzat yapan Semmelweis, otopsi bulgularının, lohusalık hummasındakilerle aynı olduğunu şaşkınlıkla görmüş ve sorunu çözecek anahtarı bulmuştu.

O yıllarda tıp öğrencileri bir yandan hekimlik eğitimi için kadavra çalışması yapmakta, hemen aynı gün hastaneye çıkarak klinik çalışmalara katılmaktaydılar. Her iki yerde de eldiven kullanılmamaktaydı. Kadavra salonunda el yıkama olanağı da yoktu. Hekimler ve öğrenciler, hastane içinde özgürce hareket etmekte, görevi olanlar da birinci kadın doğum servisine girip çıkmaktaydı. Ancak ikinci doğum servisine öğrenciler girmiyordu. Yani hastalık hekimler ve tıp öğrencilerinin elleri aracılığıyla bulaşıyordu.

Bunun üzerine doğum odasına girecek öğrencilerin ve hekimlerin ellerini yüzde 2’lik kalsiyum klorürle yıkamaları kuralı getirildi. Bu tedbirle loğusa hummasından ölüm oranı kısa sürede düştü. Ancak Semmelweis bunu klinik başkanına kabul ettiremedi ve memleketi Budapeşte’ye dönmek zorunda kaldı. Budapeşte’de çalıştığı hastanede de aynı yöntemi uyguladı ve başarılı oldu. Ama bu kez de hastane yönetimi bu hijyen koşullarını kabul etmedi, rahatlarına düşkün meslektaşları ona cephe aldı. Tıbbi başarısını kimseye kabul ettiremeyen, anlatamayan Semmelweis akli dengesini kaybetti, bir süre akıl hastanesinde kaldı. İleriki yaşlarında bir otopsi sırasında mikrop kaparak hayatını kaybetti. Semmelweis’ın değeri ölümünden uzun yıllar sonra anlaşıldı.

ENFEKSİYON VE ANTİSEPTİKLER

19. yüzyıla kadar enfeksiyonu önlemek üzere tasarlanmış güçlü bir madde bilinmiyordu. Yaraları tedavide uzun süre şarap ve sirke kullanıldı. 1820’lerde iyotlu maddeler (tentürdiyot) popüler hale geldi. İşte bu zaman aralığında Joseph Lister (1827-1912) ortaya çıktı. Lister, ilk etkili antisepti tekniklerini geliştirdi. 1861’de Glasgow’da yeni kurulan cerrahi bölümünün başına getirildi ve çalışmalarını burada sürdürdü. 1865’te sol bacağı at arabasıyla ezilen 11 yaşındaki bir çocuk üzerinde ilk antisepti denemesini yaptı. Kaval kemiğindeki kırığın üzerini bezir yağı ve karbolik asitten oluşan bir karışımla kaplayarak bu karışımı dört gün bacakta tuttu. Yara gerçekten mükemmel şekilde iyileşmişti.

Lister, kullandığı yöntemleri 1867’de Lancet dergisinde yayınlayarak enfeksiyonlara mikropların neden olduğunu vurguladı. Ona göre mikroplarla baş edebilmede, hastane koğuşlarının, hastaların giysilerinin, kullanılan aletlerin temizliğine çok önem verilmeliydi. Derinin enfeksiyonlara engel oluşturduğunu ve bütünlüğünün bozulduğu yerde sorun başladığını fark etmişti.

Lister, yaraya karbolik asit uygulayıp yaranın üzerine seyreltilmiş fenole batırılmış bir keten kumaş yerleştirmiş ve sadece aletleri değil, ameliyathaneyi de karbolik asitle dezenfekte ederek bu yolla antiseptiyi gerçekleştirmişti. Onun yöntemleri ilk kez Fransa-Rusya Savaşı (1870-71) sırasında test edildi. Alman askeri doktor ekibi Lister’in yöntemlerini savaş yaralarında uygulayıp başarılı sonuçlar elde etti. Böylece 1890’da antiseptik cerrahi kabul gördü.

Zamanla Lister’in keskin kokulu, kullanımı zor karbolik spreyinin yerini, sertliği daha az antiseptikler aldı. 1881’de Robert Koch ameliyat aletlerini ısıtarak sterilize etme yöntemini teşvik etti. 1886’da Alman Ernst von Bergmann (1836-1907) ameliyat örtülerinin buharla sterilizasyon yöntemini geliştirdi. 1840’ta ise en başta bahsettiğimiz Johns Hopkins Hastanesi’nden William Stewart Halsted, aşktan kaynaklanan sebeplerle steril lastik eldiven kullanımını keşfedip uygulamaya koydu.

BİR YÜZYIL EKSİK KALSA DA…

Cerrahinin kısa tarihini böylece özetlemiş olduk. Tıp bunun çok daha ötesinde şeyler ifade ediyor tabii. Mikrop ve mikrobiyoloji, hastanelerin evrimi, genetik bilimin gelişimi, psikiyatrinin tıbba yansıması, ışın biliminin getirdiği yenilikler Cumhur Ertekin’in ele aldığı diğer başlıklardan. Yazar, tıbbın tarihini ilkel toplumlardan 19. yüzyıla getirirken “Osmanlı’da Tıp”a da ayrı bir pencere açmış.

Ancak kendisinin de söylediği gibi, başlangıcından itibaren kaleme aldığı tıbbın öyküsünü 20. yüzyılın başlarında sonlandırmış. “Çünkü 20. yüzyıl, başka alanlarda da olduğu gibi daha önceki yüzyıllara göre çok farklı bir yapı sergiler ve ele alınacak unsur sayısı hem çok fazla hem de çok detaylıdır. Bu yüzyıldaki gelişmelerin öyküsü, başlı başına bir kitaba sığacak kadar geniş kapsamlıdır” diyor.

Bir yüzyılı da eksik oluversin. “Tıbbın Öyküsü,” roman gibi okunabilecek bir inceleme…

***

İKİ TAVSİYE

Yazara göre hayvan davranışlarından insanların kültürel ürünlerine kadar bütün zihinsel faaliyetlerin temelinde eş bulma süreci yatıyor. Belki. Diğer kitabımız bir bilimkurgu. Dünyadaki son nesil, üçüncü dünya savaşı sonrası medeniyetin son günlerini yaşamaktadır…

Sevişen Beyin (Geoffrey Miller-Alfa)
Sevişen Beyin (Geoffrey Miller-Alfa)
Kumsalda (Nevil Shute-İthaki)
Kumsalda (Nevil Shute-İthaki)
Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar