Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet

Yaklaşık 8 yıl önce, 2011’de farklı sektörlerde yapılan biri özelleştirme diğeri de kiralama ihalesini alanların bugün geldiği durum hiç iç açıcı değil. Haklarını nasıl savunacakları, kimden yardım isteyecekleri noktası da karışık. Ortaya çıkan kötü tablolar ilgili sektörlere, yabancı ve yerli yatırımcılar ile buralardan hizmet alan vatandaşlara da zarar veriyor.

İhalelerdeki özensizlik, problemli hususların sorunlarıyla birlikte ihalenin bir parçası yapılması, şartname kriterlerine ihaleyi yapan kurumların uymaması problemin ana kaynağını oluşturuyor. Küçük yatırımcı tarafında ise iyi fizibilite yapılmadan, bazı slogan ve vaatlere güvenilip, büyük hayaller kurularak, girilen ihaleler sonrası yaşanan sorunlar ortaya çıkıyor. Önce büyük sorundan İDO’dan başlayalım.

Net ifadeyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi, iştiraki olan İstanbul Deniz Otobüsleri’nin (İDO) yüzde 100 oranındaki hissesinin özelleştirilmesi ihalesini yapmayı becerememiş. Hatta tam hazır olmadan ihaleye çıkıp, parayı almış. Ama aldığı paranın karşılığını da yaklaşık 8 yıldır vermemiş, verememiş.

İhaleye giren şirketlerin kabahati yok mu? Bence var. En önemli kabahatlerini İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne güvenerek yapmışlar. Neticede belediyenin sınırları belli, yetki alanları ortada. Marmara Denizi’nde hükümranlık hakları belediyeye ait değil, karayolları uhdelerinde hiç değil. İzmit, Yalova, Bursa belediyelerine de hükmetme hakları da yok. O zaman yerli ve yabancı yatırımcıyı, vatandaşı mağdur eden bu özelleştirme bu şekilde neden yapıldı?

İDO özelleştirilmesi gibi işlerin belediyeler tarafından değil, konusuna hakim, tüm kamu kurumlarıyla bu anlamda en sağlıklı ilişkiyi kurabilecek, ihale şartnamesini sorunsuz hazırlayabilecek Hazine ve Maliye Bakanlığı çatısı altındaki Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) gibi bir otorite tarafından yapılması gerekir. Aksi halde bu şekilde problemler kaçınılmaz olacaktır.

İDO örneği belediyelerin kendi başlarına özelleştirme yapmaması gerektiğini ortaya çıkarmıştır. Özelleştirme işlemleri ya ÖİB gibi işinin erbabı bir kuruma havale edilmeli, ya da ÖİB’den onay alacak bir yasal düzenleme getirilmeli.

Buradan çıkan sonuç Türkiye’nin en büyük, dünyanın önde gelen İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İDO gibi bir kurumu özelleştirmeye kalkarken, Karayolları Genel Müdürlüğü, Hazine, başka belediyeler ve kurumlarla ilgi ve ilintilerini araştırmamış, bağlarını koparamamış, yasal altyapısını hazırlamamış, gerekli anlaşmaları yapmamış veya bunları görememiş.

Günümüzdeki İDO tartışmasının temelinde belediyenin, özelleştirme aşamasındaki yanlışlıklarının, hatalarının, yetki alanını aşmanın izleri var. Daha vahimi ise özelleştirme sonrası kendi vaatlerine, kendi yaptıkları özelleştirme şartnamesine riayet etmemeleridir.

Şu günlerde moral ve motivasyonu bozulan İDO da iyi yönetilmiyor. Bu durumu daha önce yazmıştım. Kötü gidişat çok yönlü devam edecek gibi görünüyor. Sefer iptalleri olacak, olan seferler azalacak, sunulan hizmetler kötüleşecek. Yolcunun da onlara hizmet eden personelin de keyfi kaçmaya devam edecek. Güzel çalışan bir kurum, yanlış özelleştirme ve akabinde devam eden ilgisizlikle sorunlu hale gelecek.

Çorlu ODRAP kim haklı?

Ve gelelim ikinci örneğe; 2011 yılında Tekirdağ Çorlu Havalimanı sınırları içerisinde kiralama yöntemiyle “Geçici Depolama Yeri ve Antreposu” kapsamında ihaleye çıkılıyor. Bir yatırımcı da ihaleyi kazanarak, inşaata başlıyor. İDO gibi 861 milyon dolar değil, daha mütevazi, toplam 5 milyon TL yatırım bedeliyle 2012’de faaliyete başlıyor. Ama işi olmayınca zarar ediyor.

Hikaye şöyle başlıyor. Çorlu Havalimanı’nda özel kargo antreposuna duyulan ihtiyaç doğrultusunda Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) antrepo yeri için ihaleye açıyor. Yatırımcı da Trakya Bölgesi Master Plan Programı ve Tekirdağ Lojistik Köyü kapsamında gündeme gelen haberler, makaleler, devlet yetkililerin açıklamalarına da güvenerek yola çıkıyor. İhaleyi kazanıyor, ama 2012 - 2018 arasındaki dönem onun istediği gibi gelişmiyor. Sağdan soldan edindiği bilgilerin kurbanı oluyor. Kazanç sağlamak yerine senelik zararı 1 milyon TL civarında oluyor. Yani 6 senede, 6 milyon TL zarar ediyor. Yatırımla birlikte toplam zararı 11 milyon TL ulaşıyor.

“Çorlu Havalimanı kargonun merkezi olacak, Tekirdağ lojistik köye dönüşecek” sloganlarıyla ihaleyi kazanmış, ancak gelinen noktada yani 2018 itibariyle Çorlu Havalimanı hiçbir umut ve gelecek vaat etmiyormuş. Yatırımcı da zararına kamu hizmeti veren pozisyona düşmüş durumdaymış. Dolayısıyla devletten yani DHMİ’den indirim talep ediyorlar. Fakat bu yatırımcılara da şunu sormak gerekir: Neden müdebbir bir tüccar gibi davranmadın?

Netice itibariyle Çorlu Havalimanı’nda iş olmaması sebebiyle yatırımcılar kazanç sağlayamıyor olabilir, ama bu durumu ihaleye girerken hesap etmeleri gerekiyordu. Ayrıca DHMİ, 2016’da Çorlu Havalimanı’nda kiralara zam yapmamış. 2018’de de yapmayı düşünmüyor. ÜFE de bu sene %46 olmasına rağmen DHMİ %20 olarak uygulayacak. Dolayısıyla yatırımcılar, müteşebbislerinde her ihaleye ‘Yufkanın içinde helva var” hayaliyle atlamamalılar. Müdebbir tüccar olmalılar. Kar ile zararın kardeş olduğunu bilmeliler...

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar