Kalabalıkların gaz ve freni - 2
“Eskiden karanlık kuytu sokaklarda çıkarlardı genç öğretmenlerin karşısına.
Şimdi kameraların önünde hep onlar var.
Eskiden “kahredici bir yeknesaklık” içindeki Anadolu kasabalarında, Halide Edip romanlarında rastlanırdı onlara.
Şimdi her biri dev kasabalara dönüşen şehirlerde, caddelerde, AVM’lerde, televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında; evet her yerdeler.
Bir çocuk tecavüzcüsünün cezasını tez elden kesme adına karakol basan da onlar, bir başka çocuğa tecavüz eden 50 erkeği kurtarmak için yalan söyleyen de...
Manchester United’a Türkiye’nin bir cehennem olduğunu kanıtlamaya çalışan da onlar, “Türkiye cehenneme dönüştü” diyeni parçalamaya giden de...
Haber bültenlerinde onlardan bazen “Öfkeli kalabalık”, yeri gelince “Eylemcilere tepki gösteren bir grup vatandaş” diye bahsediyorlar.
Ellerinde çivili sopa, satır, bıçak ya da yerine göre tabanca olmadan kendilerini çıplak hissediyorlar.
Vatanı, namusu, ecdadı, dini, tutulan takımı herkesten çok onlar seviyor. Bunun için vuruyor, kırıyor; hatta öldürüyorlar.
Bu şekilde vatana, namusa, ecdadın hatırlarına ve dinin gereklerine uygun davranıyorlarmış.
Herhalde fren yerine gaza basmaya devam ettikçe onlara daha çok iş düşecek.
Fren hukukçunun ayağının altında güya, ama gazın tedarikçisi çok. Siyasetçisi var, gazetecisi var... Uzar gider. “
*
Yukarıdaki yazıyı 22 Kasım 2012’de bambaşka gerekçelerle kaleme almıştım. Ama Türkiye’de yaşam, süregelen bir geçmiş zaman içinde yaşam demek.
Hesaplaşmaların emir komuta zinciri içinde yapıldığı, hiçbir ama hiçbir faslın kapanmadığı, özeleştirinin değil kapalı kapılar ardında gammazcılığın çalıştığı, hiç bitmeyen sıkıcı bir geçmiş zamandan söz ediyorum.
Böyle olduğu için de yaralar kolay kapanmıyor. Siyasetçiler kalabalıkların gücünü sanatçıları, gazetecileri, yüzde 50’yi linç etmek için seferber ediyor.
Üstelik artık önemli bir farkla. Kendileri de “öfkeli kalabalığın” içine karışarak...