Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Komünizmden en çok faydalanan komünist olmayan ülkelerin işçileri oldu. Bir de sendikalar tabii. 150 yılı aşkın bir zaman boyunca Avrupalı işçilerin mesai saatleri kısaldı, ücretleri arttı, hiyerarşi duvarları sarsıldı. Tüm bunlar 1848’den 1990’a kadar yaşandı. Sendikalar ise Sovyet komünizminin kanlı canlı hüküm sürdüğü yıllarda özellikle Avrupa’da güçlerini artırdı, iktidar değiştirir hale geldi. Bu arada sendika liderliğinin hiç de kötü bir meslek olmadığı ortaya çıktı.

        Bu dönemin adı ulusal kalkınmacılığa dayalı Sosyal Refah Devleti idi. Misal İngiliz İşçi Partisi, Alman SPD’si, Fransız sosyalistleri; hem sendikaları arka bahçeleri gibi kullandı hem de kapitalist sistemin emniyet sübabı oldu. Türkiye’de ise hiçbir zaman gelişmiş kapitalist ülkeler ayarında bir emek hareketi olmadı. Çünkü hiçbir zaman onlar kadar üretemedi, çalışan sınıf güdük kaldı.

        Ancak hakkını verelim 12 Eylül yaklaşırken sendikal hareket Türkiye’yi değiştirebilecek güce erişmişti. Hatta 1990’lara kadar sendikalar nisbi olarak bu gücü korumaya devam etti. Komünizm yıkılınca, üretim güçlerini elinde tutanlar sendikalarla uzlaşma gereksinimi duymamaya başladı.

        *

        Ve derken Çin, Hindistan gibi ucuz emek pazarları ortaya çıktı. Bir kaç yıl içinde müşteri hizmetlerini Hindistan’a taşımayan İngiliz şirketi kalmadı.

        İşçisi, somut bir üretimi, hatta doğru düzgün ofisi bile olmayan ama başka şirketlere ucuz işgücü satarak para kazanan şirketler ortaya çıktı. Biraz basitleştirirsek ırgat ağalığı kurumsallaştı: Küreselleşmeye dayalı neoliberalizm! Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerde hakim çalışma biçimi artık ne yazık ki bu.

        Patronlar açısından sistem, dikensiz gül bahçesi gibi duruyor ama öyle değil. Böyle üretim yapılamayacağını, üretim olmadan sahiden büyüme, ihracat olamayacağını onlar da biliyor.

        Öte yandan asıl büyük sıkıntı özel sektörde değil kamuda yaşanıyor. Misal İzmir Büyükşehir Belediyesi, üç ay arayla iki büyük kriz geçirdi. Birinde belediye otobüsü şoförlerinin istihdam edildiği belediyeye bağlı İZELMAN şirketi, girdiği personel ihalesini kaybetti ve az kalsın binlerce otobüs şoförsüz kalıyordu. Bir diğeri ise şimdi yaşanıyor. 650 çalışanın bağlı bulunduğu İZELMAN’ın karşısına personel ihalesinde bir başka şirket çıktı. Daha ucuz fiyat önerince de ihaleyi aldı.

        *

        Bir kamu kuruluşu, kendi çalışacağı kişileri kendisi seçemiyor işin özeti bu.

        650 işçi mi dediniz?

        Keşke onların ekmek kavgası artık siyasete alet edilmese; bu büyük devasa resme biraz da vicdan ve adalet eklense.

        Ama bu kolay değil. En azından bu yazıyı yazmak kadar kolay değil.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar