Suriye politikamız kimin eseri?
BİRKAÇ gündür ABD Senatosu'nun Silahlı Servisler Komitesi'nde yaşanan tartışmalar Türkiye'nin Suriye politikasına ışık tutuyor. New York Times Gazetesi'nin aktardığına göre, son derece sert geçen oturumlarda ABD Savunma Bakanı Leon Panetta, Suriyeli muhalifleri silahlandırmaya yönelik bir plana destek verdiğini itiraf etti. Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey tarafından desteklenen plan, evlilik dışı aşk skandalları yüzünden istifa etmek zorunda kalan eski CIA Direktörü emekli general David Petraeus tarafından geliştirilmiş. Eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da plana sahip çıkmış. Planın detayları açıklanmamakla birlikte genel hatlarıyla şöyle: Sıkı bir denetleme sonucu radikal dinci olmadıkları belirlenen muhalifler tarafından oluşturulacak birlikler ABD tarafından silahlandırılıp eğitilecek. Bu konuda Suriye'ye "komşu bir ülke"nin yardımına başvurulacaktı.
"Hangi komşu" tahmininde bulunmak zor olmasa gerek. Geçtiğimiz ağustos ayında aralarında yine The New York Times olmak üzere ClA'nın Suriyeli muhalifleri eğitmek üzere Türkiye'de bir üs kurduğu iddiaları Batı basınında geniş yer almıştı. Kimi gazetelere göre üs İncirlik'te kurulmuştu. Türk hükümeti haberleri yalanlamıştı.
Ancak Panetta'nın açıklamalarından anlaşılıyor ki, hayata geçirilmese dahi böyle bir proje vardı. Kaderin cilvesi sonucu Petraeus uçkur sevdasının kurbanı olup Clinton da düşerek başını çarpınca plan rafa kalkmış. Ama daha da önemlisi, Beyaz Saray'ın ve Obama'nın vetosunu yemiş. Zira silahların aşırı unsurların eline geçme olasılığı karşısında planı riskli bulan ve zaten dış politika doktrinini askeri müdahale için değil tam tersi geri çekilme üzerine kuran Obama başından beri Suriye'ye bulaşmamak için elinden geleni yapıyor. En son muhafazakâr The New Republic Dergisi'ne verdiği mülakattan bu tutumunun değişmediği anlaşılıyor. Müdahale konusunda verdiği vicdani mücadeleyi dile getirirken Kongo'da yarısı çocuk olmak üzere ayda 45 bin kişinin iç savaşta öldüğünü hatırlatan Obama, "Onları Suriye'deki ölenlerle nasıl karşılaştırırım?" diye soruyordu. Ve ekliyordu: "Suriye'ye müdahale ya daha fazla şiddet ve kimyasal silahların kullanılmasına yol açarsa?"
Peki Amerika'nın en etkin bakanlıkları, artı CIA nasıl oldu da muhaliflerin silahlanıp eğitilmesine ikna olmuştu? Üst düzey bir Türk hükümet kaynağımızın ifadesiyle, "Esad'ı devirmeyi onur meselesi yapan, ne kadar kan dökülürse dökülsün nasıl olsa Türk kanı değil" diyen Türkiye mi onları ikna etmişti? Veya Esad'ı devirip esas düşmanı İran'ı vurmak isteyen Suudi Arabistan mı? Yoksa tam tersi Türkiye'yi bu risk dolu politikaya doğru ittikten sonra "Oh sorry" diyen Amerikalılar mı? Beyaz Saray'dan yanan kırmızı lambaları gizli tutan CIA, Pentagon ve Dışişleri mi? Komplocu yaklaşımlardan hep uzak durmaya çalışırım, ama bu kez bu soruları sormadan edemiyorum. Zira hafızamda çok net: Üst düzey ABD'li bir yetkili, Ağustos 2011 'de, yani Türkiye'nin Esad'ın fişini resmen çektiği ayda
"Türk basınının Suriye'de tampon bölge, uçuşa yasak bölge fikirlerini artık Türk kamuoyunun önünde tartışmasının zamanı geldi" diye buyurmuştu. Bu sözleri karşısında ben de, "Herhalde Amerika, Suriye'ye müdahaleyi destekliyor, Türkiye'yi de yanına almak istiyor" demiştim. Zaten ilk "Esad gitmeli" diyen Washington değil miydi? Ardı gelmedi. Türkiye, Körfez krallıklarındaki dostları dışında Suriye konusunda yalnız kaldı.
Ağustos 2011 'in üzerinden tam 16 ay geçti. Esad yara bere içerisinde olsa dahi yerinde duruyor. Suriye krizinin faturası günbegün kabarıyor. Çoğu sivil 60 bine yakın can veren, evinden barkından olan milyonu aşkın Suriyeli perişan durumda. Ve ekim ayında Akçakale'ye isabet eden top mermisi sonucu ölen 5 kişiden sonra dün Cilvegözü sınır kapısında meydan gelen patlamada Türk-Suriyeli en az 13 kişi hayatını kaybetti. Biz bu satırları yazarken patlamanın bu kez bomba yüklü taksinin infilak etmesi sonucu meydana geldiği iddia ediliyordu. Haber doğruysa "Kim?" ve "Neden?" sorusuna cevap ararken on binlerce Suriyeliye insani yardımın bu kapıdan geçtiğini göz önünde tutarsak sonuçta yine sivillerin mağdur olduğunu görürüz. "Türkiye ne yapmalı?" sorusuna gelince... Yanıtını yazarlarımızdan Soli Özel'in 6 Şubat 2013 tarihli "Suriye Çukurunda Politika" başlıklı köşesinde bulabilirsiniz. Mutlaka okuyunuz.