Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÖCALAN ile ikinci kez görüşmek üzere BDP heyetine kimler katılsın, kimler katılmasın tartışması ve hükümetin "Son kararı ben veririm" diretmesi epey eleştirildi. Eleştirenlerden biri de bendim. Ta ki Milliyet Gazetesi, Altan Tan, Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve bir MİT yetkilisinin bulunduğu Öcalan görüşmesinin zabıtlarını yayınlayana kadar. Neden mi?

        Notların MİT yetkilisi tarafından sızdırılmış olma ihtimali sıfır. Zira MİT Müsteşarı'nın yüzde yüz güvenmediği birini, hele Oslo hezimetinden sonra adaya göndermesi düşünülemez. Geriye Apo ve milletvekilleri kalıyor. Öcalan'ın da böyle bir imkânı olmadığına göre büyük olasılıkla BDP milletvekillerinden biri metni sızdırdı. Demek ki adaya kimlerin gideceği gerçekten de önemliymiş. Çünkü Öcalan'ın deyişiyle "Tarihi önemde bir toplantı" söz konusuydu. 29 yıldır akan kanın durdurulması için yapılan en ciddi girişim söz konusuydu. Ve kalktı Allah'ın bir gevezesi, bir amatörü, muhtemelen kariyer, koltuk hırsına yenilip Apo'yla arasının gayet iyi olduğunu ispatlama adına "aile arası" yapılan görüşmelerin içeriğini sızdırdı. Neden ısrarla "biri" dediğimi, olayın BDP'ye neden mal edilmemesi gerektiğini anlatacağım. Ama önce en can alıcı soruya cevap arayalım: "İkinci Oslo olur mu?"

        Hayır olmaz.

        Öcalan ve Kandil arasında varılan mutabakat açısından Başbakan'ın evinde yakın çevresiyle yaptığı sohbetler ne kadar önemliyse Apo'nun da BDP'lilerle konuştukları o kadar önemli. Ne var ki barış karşıtları şimdiden Apo'nun bazı sözlerinin üzerine balıklama atlamış durumda. Öcalan: "Ne ev hapsi, ne de af, bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız." Tercümesi: "PKK'nın başında olmaya devam edeceğim, kullanıldıktan sonra kenara atılmayacağım."

        Öcalan: "Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak." Tercümesi: "Sizi sattığım falan yok, bakın devletin karşısında nasıl dimdik duruyorum." İmralı duruşmalarında canını kurtarmak adına davasına ihanet etmekle itham edilen Öcalan elbette böyle şeyler söyleyecektir. Onun da ikna etmesi gereken büyük bedeller ödemiş bir tabanı var.

        Esas önemli olan, Öcalan'ın verdiği şu mesaj: "Şunu iyi bilin, devlet de ben de vazgeçemeyiz." Vazgeçmek demek, daha fazla kanın akması demek. Sorunun daha da çözümsüz hale gelmesi demek. Çünkü Öcalan'ın deyişiyle: "Süreç başarısız olursa 'Apo öldü' diyeceksiniz. Ben yokum. BDP ve PKK'nın beni kullanmasına izin vermem."

        Bundan sonra ne olur?

        Başbakan'ın ilk tepkisi, bu olayın süreci sekteye uğratmasına izin vermeyeceği yönünde. Ne dedi Başbakan? "BDP'liler çok konuşuyor" dedi. Olgun davrandı. Kandil cephesine bakacak olursak PKK'nın Anadolu Ajansı görevini gören ANF hiçbir şekilde konuya değinmemiş. Haberini yapmamış. Kandil olayın büyümesini istemiyor. Onlar da olgun davranıyor. Kaldı ki süreç açısından esas belirleyici olan Öcalan'ın Kandil, Avrupa ve BDP'ye yolladığı "yol haritasını" içeren mektuplar. Mektupların içeriği ise halen sır. Bu da yine İmralı sızdırmasının bireysel bir hareket olduğuna işaret ediyor.

        Başbakan, Öcalan ile görüşmelerin yeniden başladığını ilan ettiğinde siyasi kariyeri açısından "büyük risk" aldığını yazmıştım. Bu nedenle samimi olduğunu ve barışı sonuna kadar zorlayacağını yazmıştım. Bu inancım sürüyor.

        Ve eğer CHP de sızdıranlardan malzeme çıkarmaya kalkarsa çok ama çok büyük hata eder. Erdoğan'la kan uyuşmazlığının mabedi sayılabilecek Büyük Kulüp'te dahi, "Başbakan'ı desteklemek lazım" denebiliyorsa anlayın ki Türkiye büyük ölçüde Erdoğan'ın arkasında. Bu olaydan doğan en büyük sıkıntı, hükümetin BDP'ye yönelik güven kaybı olacaktır. Oysa 21 Mart'ta, yani Nevruz'da Öcalan'ın önemli açıklamalar yapması bekleniyor. Zabıtlarda kendisi de bunu ifade ediyor. Peki kimin aracılığıyla yapacak şimdi?

        İlk İmralı heyetinde yer alan Ahmet Türk, Paris'te öldürülenlerin cenazesinde, "Ey Başbakan, barışı konuşuyorsun ama Kandil'i bombalıyorsun" dediği için ikinci görüşme için Erdoğan'dan veto yemişti. Bu kez fatura kimlere ve nasıl kesilecek? Kesilmek zorunda mı? Dediğim gibi Başbakan'ın ilk tepkileri olayın büyümesine izin vermeyeceği yönünde. Doğrusu da bu. O BDP'liye de faturayı bırakın BDP kessin.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar