Radyo, televizyon ve dijital ortamlarda gerçekleştirilen iletişim yayıncılık olarak tanımlanmaktadır. Radyo, televizyon ve son zamanlarda internet hem hızlı hem de sesli ve görüntülü haber verebilen araçlar olarak günlük yaşamdaki yerlerini almıştır. İnternetin gelişimiyle sosyal medya ağları hem yazılı hem de görsel-işitsel iletişimi içinde barındıran bir mecraya dönüşmüştür. Karasal yayın, uydu yayını ve kablolu televizyon sonrasında dijital etkileşimli ortamlar yayıncılıkta gelinen son noktayı açıklamaktadır.
Yayıncılık sistemlerinde, kamusal yayıncılık ve ticari yayıncılık modeli olmak üzere iki temel ayrım söz konusudur. Son yıllarda kamu hizmeti yayıncılığı olarak bir üçüncü modelden de söz edilmeye başlanmıştır. Sivil toplum medyalarının içinde yer aldığı alternatif ve radikal medya yayıncılığı bu kapsamda değerlendirilebilir. Her üç yayıncılık modeli de kendi cephelerinden kamusal yararı öncelemektedir.
Yayıncılığı mümkün kılan frekanslar, devletin kontrolünde bulunan bir kamu malıdır. Bu anlamda, her üç yaklaşım arasındaki temel fark ise buradan doğmaktadır. Kamusal yayıncılık modelinde, bu yayıncılığı üstlenenler devlet tarafından yaratılan ancak özerk olması düşünülen kurumlardır. Yayının kamu hizmeti olarak görülmesi, yapılan yayına yönelik toplumsal sorumlulukları da beraberinde getirmektedir. Ticari/özel yayıncılık karını daha fazla artırma yönünde tiraj ve reytingleri hedefleyen ve beraberinde kamusal yararı öncelediğini ileri süren bir yayıncılık türüdür. Kamu hizmeti yayıncılığı modeli ise Albert Camus'un ( ö. 1960) dile getirdiği "medya, siyasal iktidarın ve sermayenin gücüne bağımlı olmadığı zaman özgürdür" ilkesinden hareketle kar amacı gütmeyen ve toplumsal yapıda azınlığın çoğunluk karşısındaki haklarını savunan bir yayıncılık anlayışıdır.
Yayıncılık alanında, radyo 1920'li yıllardan itibaren giderek kitleselleşmiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş süresince Almanya ve ABD'de bir propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Televizyonun icadına kadar geçen sürede radyo yayınları gündelik hayatın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. 1920'li yıllarda televizyona yönelik çalışmalar başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından giderek yaygınlaşan televizyon yayıncılığıyla birlikte, televizyon radyonun önüne geçen bir iletişim aracı olmuştur.
Türkiye'de ilk radyo yayınları 1927 yılında başlamıştır. Yaşanılan maddi yetersizlikler, yayıncılığın doğrudan devlet tarafından üstlenilmesine engel olmuştur. Bu kapsamda, Türk Telsiz Telefon A.Ş. kurulmuştur. İstanbul Radyosu'nda 6 Mayıs 1927'de düzenli yayına geçilmiştir. 18 Ağustos 1936 yılında radyo devletleştirilerek, Ankara ve İstanbul Radyoları PTT'ye devredilmiştir. Demokrat Parti yıllarında radyo propaganda aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde 9 Temmuz 1952 yılında ilk televizyon yayınları başlatılmıştır. 1961 Anayasası'nın 121. maddesi, radyo ve televizyon istasyonlarını özerk kamu tüzel kişiler olarak tanımlamıştır. 1964 yılında ise Türkiye Radyo ve Televizyon (TRT) kurumu kurulmuştur.
Deregülasyon ve yöndeşme, 1980'li yıllar ve sonrasında yayıncılık alanındaki iki anahtar kavram olmuştur. Kuralların kaldırılması anlamına gelen deregülasyon, 1970'lerden başlayarak özellikle Batı Avrupa ülkelerindeki kamu yayıncılığı tekellerinin ortadan kalkması ve ticari/özel radyo ve televizyon yayıncılığının yaygınlaşmaya başlaması sürecini tanımlamaktadır. Yöndeşme ise bilişim, telekomünikasyon ve geleneksel medya alanlarının hem teknik hem de sektörel düzeyde bütünleşmesine işaret etmektedir. Bu durum, iletişim sektöründeki tekelleşme eğiliminin temel öğelerinden biri olarak görülmektedir. Bu bağlamda, iletişim alanındaki yöndeşme süreci ekonomik, teknolojik ve düzenleyici olmak üzere üç temel düzeyde gerçekleşmiştir.
İletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmeler ve 1980'li yıllar ve sonrasında yaşanan neo-liberal politikalarla birlikte Türkiye'de kamusal yayıncılık zayıflamış ve siyasal iktidarlarla bütünleşme süreci ortaya çıkmıştır. Özerkliğini yitiren kamusal/devlet yayıncılığı karşısında ticari/özel yayıncılık egemenliğini güçlendirmiştir. Türkiye'de "de facto" olarak başlayan özeL / Ticari radyo ve televizyon yayınları, 1982 Anayasa'sının 133. maddesinin değiştirilmesi ve ardından, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Kanunu'nun çıkarılmasıyla yeniden düzenlenmiştir.
Deregülasyon ve yöndeşme politikaları, ulusal ve uluslararası alandaki ortak girişimlerin önünü açmıştır. Bu da, yayıncılık alanının özel girişimcilere açılmasını öneren ticari yayıncılık modelinin gelişmesine neden olmuştur. Kaldı ki, 1980'li yıllar sonrasında hem dünyada hem de Türkiye'de yayıncılık alanına ticarileşme ve tektipleşme egemen olmuştur. Bir yandan rekabetçi kapitalizm koşullarında kamusal yayıncılık ayakta durabilmek için reklamla bağlantılı olarak ticari/özel kanallarla yarışa girerken; toplumsal sorumluluk ve kamusal yararı önceleme açısından yeni medya araçları ve sosyal ağlar aracılığıyla kamu hizmeti yayıncılığı önem kazanmaya başlamıştır.
YAZAR
Erdal Dağtaş