Meşruiyetinin ve egemenliğinin kaynağını ulustan alan merkezi siyasi ve toplumsal örgütlenme olan modern devlettir. Temel olarak devletin ulus-devlet fikrine dönüşmesi, Fransa'da mutlakiyetçi yönetime karşı gerçekleştirilen 1789 Fransız Devrimi ile olur. Bu döneme kadar egemenliğin kökeninin Tanrı'ya dayandığı ve mutlak kral tarafından temsil edildiği bir devlet anlayışı varken, bu devrimle, halkın egemenliği, halkın iradesi ve ulusçuluk gibi unsurlarla meşruiyetinin kaynağını ulusun oluşturduğu ulus-devlet anlayışı ortaya çıkar.
Westphalia devlet sistemi içinde modern ulus-devletin egemenlik, devletlerin eşitliği, merkezileşme ve ülkesellik (territoriality-toprak bütünlüğü) olarak dört temel özelliğinden bahsedilebilir. Egemenlik, devletlerin kendi toprak sınırlarında iç ve dış işlerini belirmede tek ve en yüksek otorite olmasını, meşru şiddet tekeline sahip olmasını, kanun yapma ve uygulama yetkisini elinde bulundurmasını ve iktidarına herhangi bir müdahale olmamasını ifade ederken egemenliğin en başat unsurlarından olan ülkesellik, coğrafi ve jeopolitik sınırlarını ifade eder. Devletlerin eşitliği, devletlerin uluslararası hukuk çerçevesinde hakları ve sorumlulukları bakımından eşit olmasıdır. Merkezileşme ise devletin içindeki bütün siyasal faaliyetlerinin devletten kaynaklı ya da ona referansla gerçekleşmesi, otorite ve iktidarın kralın ve devletinin tekelinde bulunmasıdır.
Batı ve Kuzey Avrupa kökenli Westphalia devlet sistemi, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Afrika, Asya ve Orta Doğu sömürgelerinin bağımsızlıklarını kazanmasıyla Avrupa dışına yayılmaya başladı. Yine Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle dağılan Sovyetler Birliği'nde (15 devlete bölündü) ve Doğu ve Güney Avrupa'da (Çekoslovakya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye bölündü) ulus-devlet olma süreçleri gelişmiştir. Ancak bu devletlerin hem içsel hem de dışsal egemenliklerinde yaşanan sorunlar nedeniyle, Westphalia devlet anlayışına uygun olmayan başarısız, çökmüş ve haydut ulus-devlet oldukları iddia edilmiştir. Her ne kadar bu kavramlar tartışmalı ve sorunlu olsa da Soğuk Savaş sonrası uluslararası sisteme ciddi etkileri olması bakımından üzerinde durulmalıdır.
Başarısız ulus-devlet (failed nation-state) kavramı, 1990'lu yılların başlarında Gerald B. Helman ve Steven R. Ratner'ın "Başarısız Devletleri Korumak" (1992) başlıklı makalelerinde, yeni bir olgu olarak kendini uluslararası toplumun bir üyesi olmayı sağlayabilme noktasında tamamen yetersiz kalan (dağılan Yugoslavya'dan Haiti'ye, Sudan'dan Liberya'ya) başarısız ulus-devletlerin ortaya çıktığını iddia etmeleriyle literatüre girmiştir. Yine Soğuk Savaş sonrasında kullanıma giren bir diğer devlet kavramı da haydut devlettir (rogue state). Uluslararası topluluğun normları dışında uluslararası terörizmi ve kitle imha silahlanmasını destekleyerek diğer devletlere ve küresel barışa tehdit oluşturdukları için haydut olarak adlandırılan bu devletler, kendi vatandaşlarına da yoğun baskı uygularlar. Bu devletler, büyük bir güce ya da bölgesel güçlü aktöre dayanarak varlıklarını sürdürürler. Her ne kadar ekonomik ve siyasal düzeyde farklılık gösterseler de Soğuk Savaş sonrasında oluşan yeni uluslararası sistemde ulusal egemenlikleri tanınmayan ve diplomatik düzeyde izole olmuş, Güney Afrika, Güney Kore, Kuzey Kore, Tayvan, Irak, İran ve Libya gibi devletler bu kategoriye dahil edilebilir. Soğuk Savaş sırasındaki kamplaşmalar ve sonrasında ABD'nin çekilmesi ve Sovyetler Birliği'nin Güney Asya bölgesinde gücünü artırması, Çin ve Kuzey Kore tehditleri sonucu tamamen ABD'ye bağlı olan Güney Kore ve Tayvan'ın kendilerini korumak için nükleer silah geliştirmelerine neden oldu. Yine İran ve Libya füzelerle Avrupa için ciddi tehdit oluşturdular. Çökmüş (collapsed) devlet kavramı ise 1995 yılında William Zartman'ın Afrika ülkelerine odaklanan "Çökmüş Devletler" (1995) başlıklı derleme çalışmasında ortaya konmuştur. Devletin asli görevleri olan düzenin ve kişilerin güvenliğinin sağlanması ve yasa yapımı konusunda başarısız olduğu ve iç savaşın rutin hale geldiği, uluslararası tanınırlığının da olmadığı devletler için kullanılır. 1991-2004 yılları arasında pasaportunun uluslararası tanınırlığı olmayan Somali çökmüş devlete örnek verilebilir. Liberya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Afganistan gibi devletleri de bu kategoriye dahil edilebilmektedir.
Westphalia ulus-devlet sistemini referans alarak bu tanıma uygunluklarının sorgulanmasıyla ortaya çıkan ve çoğunluğu Batı devletlerinin sömürüsünden ve Soğuk Savaş sürecinden etkilenen devletlerden oluşan başarısız, haydut ya da çökmüş ulus-devlet kavramlarına eleştirel yaklaşılmalı ve bu kavramlar, uluslararası ilişkiler açısından yeni düzen, barış, güvenlik ve gelişme kaygılarıyla birlikte düşünülmelidir. Zira bir yandan bu devletlerin neden olduğu sığınmacı krizi, silah kaçakçılığı, terörizm, bölgesel istikrarsızlık gibi sorunların yanı sıra barışın tesisi ya da kalkınmaları için bu devletlere yapılan insani/dış müdahalenin de neden olduğu sorunlar ve çözümleri tartışmalıdır.
YAZAR
Berrin Koyuncu Lorasdağı