Beşeriyet tarihinin yeryüzündeki en önemli mekansal alanını oluşturan şehir yerleşmelerini, dağılışlarını, mekansal kurgularını, çevresiyle olan ilişkilerini, gelişen fonksiyonlarını inceleyen ve çeşitli kriterlere göre sınıflandırmasını yapan, yerleşme coğrafyasının bir alt disiplini olarak gelişmiş bir coğrafi çalışma alanıdır. Yerleşme coğrafyası çalışmaları içinde, yerleşmeler daimi ve geçici olarak incelenmektedir. Daimi yerleşmeler de yine iki kısma ayrılır. Bunlardan birincisi; daha çok ziraatle geçinen, başlıca geçim kaynakları ve faaliyet alanları çeşitli ürünler ile hayvancılığa dayanan yerleşmelerin bulunduğu "kır" yerleşmeleri; ikincisi ise şehir coğrafyasının çalışma konusunu oluşturan "şehir" yerleşmeleridir. Şehirlerin ortaya çıkışı ve gelişimi, birçok disiplinin ilgi alanı içerisine yer almıştır. Bu nedenle şehirlerle ilgili bilimsel araştırma alanlarının sayısı oldukça fazladır. Bununla birlikte şehirlerin ortaya çıkmasında coğrafi hususiyetlerin büyük bir rolü vardır. Evvela nüfusun, şehirlerin gelişmesinde önemli bir faktör olduğunu söylemek gerekir. Fakat nüfusun bir araya gelişini, toplanmasını sağlayan esaslar, coğrafi hususiyetlerle izah edilebilir. İkinci olarak şehir yerleşmeleri için son derece önemli olan; barınma, korunma fakat en önemlisi hayatta kalabilme ve gelişme amacıyla insan eliyle gerçekleştirilen imar faaliyetlerini de temelde ancak coğrafi açıdan izah etmek mümkündür. Dördüncü jeolojik zamandaki son buzul devrinde (Würm), Avrupa'nın yaklaşık 50° kuzey enleminin yukarısında bulunan alan, buzullarla kaplı idi. İskandinavya yarımadası, Kuzey Buz Denizi ve Baltık Denizi üzerinden karalar üzerinde yayılan buzul örtüsü (inlandsis) güneye doğru geniş alanlara yayılmış bulunuyordu. Bu buzul (glasiyal) ve buzul çevresi (periglasiyal) kuşağın daha güneyi ise sık ormanlarla kaplı bir kuşak tarafından çevreleniyordu. Bu orman kuşağının güneyinde yer alan Akdeniz ile güneydeki step ve çöl kuşakları, insanların daha rahat yaşamaları ve faaliyetlerini gerçekleştirebilmeleri için çok daha uygun imkanlar sunmaktaydı. Buzul döneminde insanlar dağınık ve seyrek topluluklar halinde geniş sahalara yayılmış vaziyette yaşıyorlardı. Würm sonunda iklim giderek ısınmış, bu vesileyle buzullar çekilmeye başlamıştı. MÖ 10-12 bin yıl önce başlayan bu ısınma devresi neticesinde Büyük Sahra, Arabistan çölleri ve Orta Asya'da başta olmak üzere iklim yavaş yavaş kuraklaşmaya başlamış, başka bir deyişle bir iklim değişikliği meydana gelmişti. Bu değişim, seyrek halde bulunan insanların su kaynaklarının bulunduğu alanlarda toplanmalarında önemli bir etken olmuştur. Böylece insanlar mağaralarda yaşadıkları rahat dönemi geride bırakmış, yerleşme hayatının filizlendiği yer olan mağara yaşamından edindikleri bilgilerle yeni bir hayat tarzına geçiş yapmışlardır. İnsanlar bu yeni hayat tarzında çevresine daha bilinçli bir şekilde yaklaşmış; böylece hem ziraat faaliyetlerini keşfederek geliştirmiş hem de bir arada yaşamanın gereklerini yani sosyalleşmeyi ve aynı zamanda yerleşik, toplu ve uyumlu halde yaşamayı öğrenmişlerdir. Şehirlerin ortaya çıktığı bu süreç, insanların hayatında bir sonraki aşama olarak kaydedilmiştir. Şehirlerin ortaya çıkışı toplumsal ve ekonomik hayatı önemli ölçüde etkilemiştir. Bu suretle insanlık tarihinde ilk defa belirli yerlerde insanlar toplanmaya, bu merkezlerde devamlı yerleşmeye başlamış, hayatlarını devam ettirebilmek için aralarında sıkı bir iş birliği ve kuvvetli bir organizasyon kurmuşlardır. Şehirlerin ortaya çıkmasıyla ziraat dışında çeşitli meslek grupları ve muhtelif meslek gruplarına bağlı olarak çeşitli sosyal sınıflar da ortaya çıkmıştır. Bu kültürel ve sosyal değişiklikler coğrafi muhitteki değişikliklere doğrudan doğruya etki yapmıştır. Ziraatla uğraşanlar kendi ihtiyaçlarından fazla mahsul yetiştirmeye yönelmişlerdir. Şehir sakinlerinin bir kısmı ise ihtiyacın ve farkındalığın artması neticesinde farklı faaliyetlere yönelmişlerdir. Tarih boyunca medeniyetin en önemli aktörü olarak nitelendirilebilecek şehirler, insanların yaşam tarzlarında bireyden topluma büyük bir değişimin yaşanmasına öncülük eden mekanlar olmuşlardır. Dolayısıyla şehirlerin ortaya çıkışı ve şehir hayatının meydana gelişi, beşeriyet tarihi için ateşin bulunmasından sonraki çok önemli bir gelişme ve çok önemli bir olaydır. Coğrafi faktörlerle donatılmış olan beşeri hayat, bu açıdan şehirlerle ilgili çalışmalarda ve araştırmalarda coğrafyanın da içinde bulunmasını haklı kılmaktadır.
Şehir coğrafyası, yerleşme esaslı bir hareket noktası oluşturduğundan çoğunlukla şehir tanımlamalarında kırsal yerleşmeye ve buna bağlı olarak gelişen kırsal hayata göre kriterler oluşturmaktadır. Buna göre, faaliyet alanı başta olmak üzere idare şekli, hayat tarzı, nüfusu ve nüfusunun yoğunluğu, mimari özellikleri, fonksiyon özellikleri, fiziki alan büyüklüğü ve yerleşme dokusu gibi kriterlerle kırsal yerleşmelerden ayrılır. Bunun yanı sıra nüfusun çeşitliliği ve niteliği; mimarinin inşa tarzı, çeşitliliği ve sayısı da şehir yerleşmelerini, kır yerleşmelerinden önemli ölçüde ayrıştırmıştır. Bütün bu kriterler, şehir coğrafyası araştırmalarının da ana çalışma konuları arasında yer almaktadır. Bunların dışında, şehir coğrafyası; şehirlerin kurulduğu sahanın özelliklerini, şehrin çevresiyle olan ilişkisini, şehrin etkilenme ve etkileme alanlarını, fonksiyonel özelliklerini, şehir sınıflandırmalarını, şehirlere bağlı bölgeleri, şehrin plan özelliklerini, cadde ve sokak sistemlerini; şehrin yayılış alanını, yönünü ve bunlara etki eden özelliklerle ilgili hususiyetlerini, neden ve sonuçlarını araştırarak izah etmeye çalışır. Aynı zamanda Şehir coğrafyası, bir şehrin araştırılmasından daha farklı olarak, şehirleşme nedenleri ve sonuçları, şehirlerin dağılış özellikleri, şehirsel çevre ve analizi ve şehirlerin farklı özelliklerinin nedenleri ve sonuçları da başlıca çalışma alanı olarak belirtilmelidir.
Şehir coğrafyası çalışmalarının ilk olarak ne zaman başladığı hususu, çok farklı şekillerde izah edilebilir. Nitekim şehirlere ait her türlü bilgi, belge şehir coğrafyası için bir inceleme verisi teşkil edebilir. Bu tür veriler, özellikle geçmişe ait mimari unsurlarla ilgili her türlü izahata imkan tanır. Ayrıca sefer ve savaş yerleri, yerleşmelere dair malumat çok eski zamanlardan beri coğrafi bir değer olarak değerlendirilebilir. Bunun yanısıra iklime, yer şekillerine, denizlere, gökyüzüne dair çeşitli zamanlarda telif edilmiş eserler, çok değerli coğrafi çalışmalar olarak nitelendirilir. Örneğin İlk Çağ'da Aristo'nun, Platon'un ve birçok düşünürün şehirle ilgili kayda değer çalışmaları mevcuttur. Yine İlk Çağ'ın önemli değerlerinden biri olan Strabon, eserinde dönemin şehirleriyle ilgili değerli malumat vermektedir. Orta Çağ'da Müslüman coğrafyacıların yapmış oldukları çalışmalar önemli bir yere sahiptir. Yakût el-Hamevi (ö. 1229), Mu'cemü'l-büldan isimli eserinde yerleşmelerden ve çeşitli coğrafi unsurlar bahseder. El-Makrizi'nin (ö. 1349) Mesalik'ül-ebsar fi Memaliki'l-emsar adlı eserinde tarihi ve coğrafi bilgiler yanında özellikle şehirler konusunda vermiş olduğu bilgiler önemli bir yere sahiptir. Yine 14. yüzyılda Ebu'l Fida'nın (ö. 1331) yazmış olduğu Takvim'ül Buldan, şehirler hakkında bilgilerin yer aldığı önemli bir eserdir. Yeni ve Yakın Çağ Osmanlı coğrafyacılarının birçoğu, eserlerinde şehirler hakkında bilgilere yer vermiştir.
Modern anlamda Avrupa ve Amerikalı coğrafyacılar tarafından şehir coğrafyası alanında analizi ve yorumu yapılan çalışmalar, büyük ölçüde 20. yüzyılın bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Şehir yerleşmelerinin yeri ve dağılışlarıyla ile ilgili çalışmalar 20. yüzyılın başında Almanya'da Ratzel (ö. 1904), Richthofen (ö. 1901), Hettner (ö. 1941), İngiltere'de ise Chisholm (ö. 1930) tarafından yayınlanmıştır. Şehirlerin iç örüntüsünü (yerleşim düzenini) incelenmesi ve şehirlerin peyzajın bir parçası olarak ele alınmasıyla ilgili yöntemler Schlüter (ö. 1959) tarafından 1899 yılında geliştirilmiştir. Genel şehir coğrafyası, ilk defa 1907 yılında Haseert tarafından yayınlanmış olup o tarihten itibaren şehir coğrafyasıyla ilgili çok sayıda çalışma yapılmıştır.
YAZAR
Mehmet Bayartan