Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Metafizik Nedir?

        Metafizik, var olması bakımından varlığı en genel anlamda ele alıp inceleyen felsefi disiplinin adıdır. Milattan önce dördüncü asırda yaşamış olan Aristoteles (ö. MÖ 322) felsefi ilimlerin diğer bir deyişle felsefi alanların sistemleştirilmesinin öncüsü olarak kabul edilir. Esasen bütün bu alanları, incelediği konuların varlıkla ilişkisini dikkate alarak düzenlemiştir. Bu yüzden varlıktaki hiyerarşi, ilimler arasında da bir sıralama yapılması durumunu gerekli kılmıştır. Varlığı mutlak olarak konu edinen ve ilk ilkeleri, ilk cinsleri ve ilk mevcutları ele aldığı için de bizzat filozofun kendisi metafizik ilmine İlk Felsefe (Prote Philosophia) adını vermiştir. Aristoteles kendi metafizik kitabında İlk Felsefe ismini kullanmış ve bunun yanında Teoloji (theologia, theologike) ve bazen de Hikmet (sophia) ifadelerine de yer vermiştir. Metafizik şeklindeki kullanım ise onun eserlerinin yeniden düzenlemesini yapan milattan önce birinci asırda yaşamış Rodoslu Andronikos tarafından yapılmıştır. "Fizika'dan sonra gelen" anlamındaki "Meta ta Physika" yani metafizik adını ilk o vermiştir. Metafizik terimi, disiplininin adı olarak da İslam dünyasında kullanılmıştır. Ancak müslüman filozoflar, Aristoteles'in kullanmış olduğu İlk Felsefe (felsefe-i ûla), Teoloji (ilm-i ilahi) ve Hikmet (el-hikme, el-hikmetü'l-mutlaka) tabirlerini de metafiziğin karşılığı olarak kullanmışlardır

        9. yüzyılda kadim metinlerin Arapçaya tercüme edilmesi hareketinin ilk yüzyılında filozof Kindi (ö. 873) Metafizika'yı eski İskenderiye patriği olan Üstas'a tercüme ettirmiştir. On dört bölümden oluşan ve Grek alfabesindeki harflerle bölümleri birbirinden ayrılan eserin K, M ve N bölümlerinin dışında tamamı Üstas tarafından Arapçaya çevrilmiştir. Bu metin, İbn Rüşd'ün (ö. 1198) Tefsiru Ma baÊ¿de'á¹­-á¹­abiÊ¿a adlı eseri içinde Metafizika'nın günümüze ulaşan tek orijinal Arapça metni olarak bilinmektedir. 

        Müslüman filozoflar genel olarak metafiziğe dair eserlerinde isimlendirme hakkında değerlendirmeler yapmışlar ve meselenin esasını ortaya koymuşlardır. Bütün ilimleri tek bir başlık altında toplayıp Kitabu'ş-şifa ismini vermiş olan İbn Sina (ö. 1037) metafizik disiplinine dair eserini İlahiyat diye isimlendirmiştir. Bu ilmin fiziksel varlıklardan sonra gelen varlıkları incelediğini ifade eden filozof bu disiplinin Ma ba'de't-tabia yani "fizikten sonra" adını almasının bize göre bir sonralık sebebiyle olduğunu söylemiştir. Çünkü biz öncelikle fiziksel varlıkları duyumsar ve onları algılarız, somut şeylerden daha sonra soyut olan zihinsel varlık alanını idrak ederiz. Varlık bakımından ise bu ilim önce gelir ve ismi ma kable't-tabia (fizikten önce olan) olmalıdır.

        Aristoteles'in neredeyse bütün eserlerine değişik kategorilerde şerhler yazmış ve özellikle metafiziğine dair felsefe tarihindeki en hacimli şerhi kaleme almış olan İbn Rüşd'e göre ise Ma ba'd et-tabia/metafizik diye isimlendirme bu disiplinin sadece talimdeki/öğretimdeki mertebesi bakımındandır yoksa varlıktaki mertebesi bakımından değildir. Onun açık bir şekilde ifade etmiş olduğu gibi bu ilimde Aristoteles, ikinci felsefe dediği Fizikte hissedilir/duyulur cevherleri araştırdıktan sonra hissedilir olmayan ayrık cevherlerin araştırılmasını amaçlamaktadır. Bu ilim tümel ve ilk ilim olarak İlahi şeylerin konu edinildiği metafizik ilmidir. Varlık mutlak olarak yani var olması bakımından bu ilimde konu edinilir ve her bir varlığın var olma cihetleri yine bu ilmin ele aldığı meselelerdir.

        Eserin bu şekilde adlandırılması ilkin fizik kitabından sonra gelen eser olma nitelemesi şeklinde yapılmıştır ancak eserin ruhuna uygun yoruma göre ise eser fiziksel varlıkların ötesinde gayri cismani ve gayri maddi varlıkları inceleme konusu yapmış olduğundan bu ismi almıştır. Diğer bir ifadeyle metafizik, duyumsanamayan varlık alanında akledilen ve tasavvur edilen mevcutları inceleyen ilim anlamına gelmektedir. Nesnelerin görünen tarafları bize gerçeğin ve hakikatin bilgisini vermek için yeterli midir yoksa görülüp duyusal olarak algılanmasa da duyuların ötesinde bir hakikat alanı var mıdır? 

        Sözünü ettiğimiz eser bağlamında ortaya çıkan klasik varlık tasavvuru, asırlar boyunca çeşitli coğrafyalarda ve ilim çevrelerinde yorumlanmış, şerh edilmiş veya modern dönemle birlikte eleştiriye tabi tutulmuştur. Bu tasavvura göre varlık bedihi yani apaçık olarak insan zihni tarafından algılanabilen ve tanım gerektirmeyen bir tasavvurdur. Bu anlama dayalı olarak varlık çeşitleri, sınıfları ve kategorileri ortaya konulmakta ve zihinsel kavramların inşası ile bağlantılı ve ilişkili bir çerçeve oluşturulmaktadır. Bu sistematik tasavvur bir varlık kaynağını gerektirici bir biçimde tasarımlamış olup ilkelerin ilkesi ve nedenlerin nedeni olan bir İlkeyi de sistemin en önemli unsuru olarak ortaya koymuştur. İlk İllet, İlk Sebep ve İlk Muharrik olan bu tasavvur, tarihsel süreçlerde eseri yorumlayan filozofların bakış açısına göre adlandırılmıştır. 

        YAZAR

        Muhittin Macit

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa