Bir kişinin ya da bir grubun, sorumlu ve mecbur olmamasına rağmen insanların ve toplumun iyiliğine olan herhangi bir işi ya da herhangi bir faaliyeti tamamen kendi istek ve arzusu ile hiçbir maddi karşılık beklemeksizin, gönlünden gelerek yapmasıdır. Bu faaliyeti yapanlara "gönüllü" denilir. Gönüllülük; diğerkamlık, insani duyarlılık, şefkat ve merhamet, cömertlik, sosyal sorumluluk, Allah rızası ve insani değerlerin bir ifadesi olarak ortaya çıkmaktadır. Başka bir ifade ile gönüllülük faaliyetleri, kar gütmeyen iyilik hareketleri olarak isimlendirilmektedir. Bu iyilik hareketlerini yapan kuruluşlara da "kar gütmeyen kuruluşlar" denilmektedir.
İslam literatüründe gönüllü hareketler, "Allah rızası" için yapılan hareketler olarak ifade edilir. Allah rızası demek, bir kimsenin yapacağı iyiliği gönülden gelerek yapması, iyilik yapılan kişinin de gönlünün hoşnut olmasıdır. Hatta iyilik yapan kimse, mümkünse yaptığı iyiliği başkalarının bilmemesini ve görmemesini de sağlamalıdır. Bu durumu anlatmak için Müslümanlar "sağ elin verdiğini sol el görmemelidir" sözünü kullanırlar. Böylece iyilik yapan kişi, Allah'ı da hoşnut ettiğine ve O'nun rızasını kazandığına ve yaptığı bu iyiliğin karşılığını ahirette alacağına inanır. Bundan ötürü bazen iyiliği yapanın kim olduğu bile belli olmaz. Kendisine iyilik yapılan kişi de iyilik yapan için "Allah razı olsun" diye dua eder. Allah rızası kavramı, "seküler" bir kavram olmayıp dünya ve ahiret dengesini gözeten bir kavramdır.
İslam literatüründe iyiliğin karşılığı "hayır"dır. Hayır yapan insana da "hayırsever" denilir. Hayır işleri bir organizasyon ile yapılıyorsa bu organizasyona da "hayır kuruluşu" ya da "hayır kurumu" denilir. Hayırsever insanın yaptığı işe de hayırseverlik denilir. Hayırseverlik bir yükümlülük ya da zorunluluk faaliyeti değildir. Hayırseverlik bir gönüllülük faaliyetidir.
İslam kültür ve medeniyetinde Müslümanlar için bir zorunlu (vacip), bir de kişinin istek ve iradesine bırakılmış "tatavvu/nafile" olarak ifade edilen ve zorunlu olmayan işler vardır. Müslümanlıkta farz/vacip olan işler gönüllülükten/nafile olan işlerden önce gelir. Müslümanlıkta esas olan vecibeleri (zorunlu görevleri) yerine getirmektir. Zorunlu görev ve yükümlülüklerin yerine getirilmesi hayır sayılmaz. Zorunlu görevlerini yerine getiren kişiye de hayırsever denilmez. Mesela zorunlu (farz/vacip) bir görev olan zekatın ihtiyaç sahiplerine verilmesi gönüllülük sayılmaz. Bu görevleri isteyerek yapması da gönüllülük kapsamında değerlendirilemez.
İnsanların istek ve iradesine bırakılmış ve "tatavvu/nafile" diye isimlendirilen işler, Allah rızası için yapılan gönüllü işlerdir. Yapılırsa büyük sevap kazandıran, yapılmazsa yapmayan kişiye bir sorumluluk (ya da günah) yüklemeyen işlerdir. İşte bu işler gönüllülük işleridir. Mesela bu maksatla yaptıran köprüler, yollar, su kanalları, yoksullara verilen sadakalar ve bu maksatla kurulan vakıflar birer hayırseverlik örneğidir.
Tarihsel sürece bakıldığında eski Türk ve İslam devletlerinde orduya güç ve kuvvet katmak için kendi istek ve arzuları ile gelip katılan gruplara "gönüllüler" dendiği görülmektedir. Kaynakların belirttiğine göre hem Eyyubiler hem de Selçuklular döneminde düzenli ordunun dışında gönüllülerin de bulunduğu bilinmektedir. Yine Osmanlılar döneminde orduya katılan kişilere gönüllüler ya da "gönüllüyan" deniliyordu. Sınır boylarında (ribatlarda) görev verilen gönüllüler savaştan sonra işlerinin başına dönmekteydiler. Gönüllü asker kullanımı 19. yüzyılda da devam etmiştir. Türkiye'nin Kurtuluş Savaşında, halkın savaşa gönüllü olarak katıldığı da bilinmektedir.
Gönüllülük hareketinin Batı dünyasında 18. ve 19 yüzyılda başladığı ifade edilmekle birlikte Avrupa'yı kasıp kavuran ve "kara ölüm" diye bilinen veba salgını zamanlarında başladığına inanılmaktadır. Bilinen kaynaklarda gönüllülük hareketinin ilk kez 1755 yılında Fransa'da askeri maksatla başladığı görülmektedir. ABD ise 1851 yılında bir misyoner kuruluşu olan ve kısa sürede dünyaya yayılan "Genç Hristiyan Erkekler Birliği"nin muhtaç durumda olan kişilere yardım amacıyla kurulduğu, 1881 yılında da Clara Barton (ö. 1912) adında bir hemşirenin Amerikan İç Savaşı sırasında gönüllüleri örgütlediği ve Amerikan Kızıl Haçı'nı kurduğu bilinmektedir. Aradan geçen yıllarda hemşirelerin cephelerde gönüllü olarak görev alması ve buna bağlı olarak dünyanın dört bir yanından kadınların yaralılara yardım etmek istemesi, Kızıl Haç hareketinin önemli etkilerinden biri olarak görülmektedir.
Batı dünyasında gönüllülüğün kurumsallaştırılması 1. Dünya Savaşı sonrasında Pierre Ceresole (ö. 1945) ve Hubert Parris (ö. 1957) adlı iki kişinin girişimi ile hayata geçirilirken, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra da barışçıl maksatla birçok gönüllülük hareketi başlatılmıştır. Uluslararası bağlamda gönüllülük hareketi 1948 yılında UNESCO tarafından kurumsal bir yapıya dönüştürülmüştür. Gerek Türk ve İslam medeniyeti açısından ve gerekse Batı kültür ve medeniyeti açısından gönüllülük olgusunun tarihine bakıldığında, başlangıç itibarıyla daha çok iç ve dış tehlikelere karşı askeri birliklere katılan kişileri konu alan gönüllülüğün, bugüne gelindiğinde ağırlıklı olarak, bakıma muhtaçlık, engellilik, yaşlılık, müzmin hastalık, mültecilik, kadın, çocuk ve gençlik sorunları gibi klasik olarak ifade edebileceğimiz konuları kapsadığı görülmektedir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1985 yılında, gönüllü çalışmaları ve faydalarını dünya çapında duyurmak ve gönüllü programlara katılımı arttırmak amacıyla '5 Aralık' tarihinin her yıl Dünya Gönüllüler Günü olarak kutlanmasına karar vermiştir. Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 123 ülkede 5 Aralık günü, Dünya Gönüllüler Günü olarak kutlanmaktadır. Ayrıca gönüllü hizmetleri daha da yaygınlaştırmak ve tanıtmak için, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 2001 yılını, Dünya Gönüllüler Yılı olarak ilan etmesiyle birlikte, bu konuda yapılan çalışmalar ve hazırlıklar da daha fazla önem kazanmıştır.
YAZAR
Ali Rıza Abay