Katoliklik, Hristiyanlık içindeki en büyük inanan kitlesine ve hakimiyet alanına sahip mezhep/kilisedir.
Kitab-ı Mukaddes'te yer almayan ve Grekçe "kath holou"dan (genel, evrensel) türemiş Katolik (katholikos) kelimesi, ilk olarak Antakyalı Ignatious (yk. ö. 107) tarafından, kilisenin bir özelliği olarak "evrensel (katholike) kilise" şeklinde kullanılmıştır.3. yüzyıldan itibaren bu kullanım, Doğu ve Batı'da yaygınlık kazanmıştır. Katolik Kilise, Hristiyan Gnostisizmi, Marcionizm, Montanizm ve Donatizm gibi kilisenin teşekkül etmiş cemaat ve inanç birliğini parçalayan yeni, mahalli ve farklı inançları savunandini hareketler karşısında hakiki, her yerde mevcut, tek, evrensel ve sahih doktrini (Ortodoks) muhafaza eden Hristiyan toplumunu ifade etmek maksadıyla kullanılmıştır. Aziz Cyrill, Lerinsli Vincent, Auqinas gibi kilise babaları ve 16. yüzyıldaki Trent Konsili, Kilisenin Katolikliğinin ne anlama geldiğini tanımlamış ve bu anlamı vurgulamıştır.
Cyrill tarafından Roma ve Katolik kelimelerinin birbirinin yerine kullanıldığı söylense de 1054'deki Doğu-Batı ayrılığına kadar Katolik ve Ortodoks Kilise ifadesinin, her iki tarafça da kullanılmakta olduğu bilinmektedir. Ancak bu tarihten sonra Katolik sıfatı Latin/Batı, Ortodoks ise Doğu tarafından benimsendi ve zamanla Katolik, Batı Hristiyanlığını ifade eder hale geldi. Bunu, 1580'den itibaren Protestanlar Roma'yı suçlarken "Romalı" ya da "Roma Katolik" kullanımlarında olduğu gibi, Lütercilerin amentüdeki "Katolik" kullanımından kaçınarak "Hristiyanâ¦" ve diğer Protestan grupların ise onun yerine "genelâ¦" ifadesine yer vermelerinde görmek mümkündür. Protestanlık içindeki bazıdini gruplar kendileri için Katoliklik iddia ettikleri gibi Katolikliğin havarisel bir kökene dayanan bütün Hristiyanları kapsadığını söyleyenlerin yanı sıra bu sıfatın kendileri için de kullanılması gerektiğini iddia edenler (Anglikanlar gibi) olmuştur. Ancak yaygın olarak Roma Piskoposu olan Papa'nın liderliği altındaki Latin/Batı Hristiyanlığı için kullanılmıştır. 1869-70'deki I. Vatikan Konsili'nde alınan Papa'nın yanılmazlığı kararını kabul etmeyenler, Eski Katolik adını alınca kabul edenler de Roma Katolik Kilisesi olarak anılmaya başlanmıştır. Bu adlandırma günümüzde de devam etmektedir.
Roma Katolik Kilisesi, kuruluşunu İsa'nın havarilerine yapmış olduğu çağrıya, Papa'nın otoritesini ise İsa'nın Petrus'u havarilerin lideri olarak tayin etmesine ("Sen Petrus'sun ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım" [Matta 16/18]) ve Roma'da öldüğü kabul edilen Petrus'la Roma Kilisesi arasındaki bağa dayandırmaktadır. Zamanla bölgesel kiliseleri yöneten piskoposluk kurumu ortaya çıkmış, yerel kiliselerin bir piskoposa sahip olması şeklindeki bu yapı, bütün Hristiyan dünyasına yayılmıştır. Petrus ve Pavlus'un halefi olması sebebiyle Roma patrikliğinin üstünlüğü/önceliği erken dönem Kilise yazarları ve Antakya, İskenderiye, Kudüs ve İstanbul gibi Hristiyan merkezleri tarafından kabul edilmiştir. Ancak bugün diğer kiliseler tarafından kabul edildiği şekliyle bu konum, kendi iç işlerine karışma hakkına sahip olma anlamında bir öncelik/üstünlük değildir. Roma piskoposunun,4. yüzyıldan itibaren ise Papa'nın (=baba) otoritesi tedrici bir gelişim seyri gösterdi.4. yüzyılın sonlarına doğru Roma piskoposları, Petrus adına konuşmaya ve diğer kiliseler üzerinde hukuki güç kullanmaya başladılar. Başkent olan İstanbul patrikliği, önce apostolik (havari kaynaklı) daha sonra, beş kadim patriklik (Roma, Antakya, İskenderiye, Kudüs ve İstanbul) içinde eşitler arasında birinci (primus inter pares) kabul edildi. Bu kabul, Roma'nın öncelik iddiasını sarsmış olsa da Kadıköy Konsili'nde (451) Papa I. Leo'nun İsa'nın tanrısallığı ve insanlığı problemine yönelik "birbirlerine karışmaksızın tek bir bedendeki birliktelikleri" çözümünün kabulü, Papalık otoritesini güçlendirdi. Barbar istilasının Batı Roma'yı yıkması üzerine, ayakta kalan ve Roma devlet modelinde teşekkül etmiş tek kurumsal yapı olan Papalığın gücü5. yüzyıldan itibaren arttı. Aynı tarihlerde Hristiyan dünyasında inançsal ayrılıklar da yaşanmaktaydı. Efes (431) ve Kadıköy Konsili kararlarını kabul etmeyenler ayrıldılar ve Doğu Kiliseleri'ni oluşturdular. 5. yüzyılda Roma'nın "kutsal ruhun babadan çıktığı" kararına "ve oğuldan (filioque)" ifadesini eklemesinin İstanbul'da oluşturduğu rahatsızlığa ve aynı şekilde İstanbul'un patriklik statüsünün yükseltilmesinin Roma`da yol açtığı huzursuzluğa rağmen İstanbul ve Roma arasında tam bir kopuş yaşanmamıştı. Batı'da Roma İmparatorluğu'nun yıkılması ve Doğu'da güçlü bir imparatorun bulunması, Doğu ve Batı Hristiyanlığı'nın iki yönde gelişmesine neden olan bir tarihsel süreç başlatmış oldu. Bunlardan birincisi devlete bağlı bir din/kilise yapılanmasıdır. İkincisi ise 2. yüzyıldan itibaren teolojisinin,4. yüzyılda da Kitab-ı Mukaddes'in ve ibadet dilinin Latince olmasıyla Latinleşerek papalığın merkezde olduğu dine/kiliseye bağlı bir devlet sistemidir. 4. yüzyıldan itibaren Doğu'da kurulmaya başlayan, 5. yüzyılda Batı'da fakirlik, bekarlık ve itaat idealiyle gelişen manastırlar, Hristiyan manevi hayatının yoğun olarak yaşandığı, Roma'nın edebi-bilimsel metinlerine dair çalışmalarının icra edildiği yerler haline geldiler.
Papa I. Gregory (590-604) döneminde Katolik Hristiyanlık, Kuzey Avrupa'da yayıldı ve Protestanlığın onun yerini almaya başladığı ana kadar bütün Avrupa'nın kültürel temelini oluşturdu. Papa III. Leo (795-815)'nun, Şarlman'a taç giydirmesi Papalığı Doğu Roma'dan bağımsızlaştırdığı gibi gücünün imparatorları tayin edecek kadar da yüksek olduğunu gösterdi. 1054'te Doğu ve Batı Kiliseleri arasında yaşanan anlaşmazlıklar, karşılıklı aforozlar sonucunda kesin bir ayrılıkla (Photiuscu/Büyük Ayrılık/Great Schism) son buldu. Papa II. Urban (ö. 1905) tarafından Kutsal Topraklar'ın Müslümanlardan kurtarılması maksadıyla başlatılan ve 15. yüzyılda sona eren Haçlı Seferleri'nin dördüncüsünde, Konstantinopolis'in (İstanbul'un) işgal edilerek yağmalanması, burada bir Latin devleti ve patrikliğinin kurulması (1204-64) bu ayrılığı geri dönülmez bir hale getirdi.
11. ve12. yüzyıldaki güçlü papalar silsilesi kilisenin manevi gücünü korumaya ve devletlerin kilise yönetimine müdahalesine engel olmaya çalıştılar. Bernard'ın (ö. 1153) kurduğu Cisteryanlar tarikatı yanında, Francis'in (ö. 1226) kurduğu Fransisken ile Dominic (ö. 1221) tarafından kurulan ve bünyesinde Auqinas'ı (ö. 1274) yetiştirmiş olan Dominiken tarikatları dini hayatın yenilenmesi ve Hristiyanlığın yayılmasında önemli faaliyetler gösterdi. Papa IX. Gregory (ö. 1241) tarafından Albigienler gibi "heretik" (sapkın) addedilen grupları ortadan kaldırmayı hedefleyen -ancak kilise inançlarına aykırı oldukları düşünülen düşünsel ve bilimsel faaliyetlere de müdahale eden- ve sınırsız güç kullanımına sahip engizisyon tesis edildi. 1478'de ise bölgede din değiştirerek Hristiyan olan Yahudi ve Müslümanları takibata tabi tutmak için İspanyol Engizisyonu da Ferdinand ve Isabel tarafından kuruldu. Roma Kilisesi'nin siyaset, kültür ve toplum, özellikle de din hususundaki hakimiyetinin yol açtığı rahatsızlıklar, Martin Luther'in (ö. 1546) 1517'de başlattığı, Huldrych Zwingli (ö. 1531) ve Jean Calvin (ö. 1564) gibi isimler tarafından devam ettirilen Reform/Protestan hareketini doğurdu. Protestanlar; papalık otoritesi, Araf'ta (purgatory) cezaların affına yönelik endüljans uygulaması, din adamlığı kurumu, sakramentler, manastırlar ve din-devlet ilişkilerini eleştirerek onları yeniden tanımladılar. Bu da Hristiyanlığın üçüncü büyük mezhebi/kilisesi olan Protestanlığın ortaya çıkması ve Kuzey Avrupa'nın Protestanlaşmasıyla sonuçlandı. Bunun üzerine Papa III. Paul (1534-49), gelenek-kutsal kitap ilişkisi, aklanma, asli günah ve sakrament konularını tartışan ve karşı-reform hareketi olarak da adlandırılan Trent Konsili'ni (1545-1563) topladı. Konsil, 20. yüzyıla kadar geçerli olacak şekilde Katolikliği, yeniden tanımladı. Katolik İlmihali (Roman Catechism, 1566) ve Latince Kitab-ı Mukaddes (Sixto-Clementine Bible, 1592) yayımlandı. Yenilenmiş Katolik inancını öğretmek için seminerler kuruldu ve Cizvitler (kuruluş 1540) bu eğitim hususunda önemli roller üstlendiler. Protestanlığın ortaya çıkmasıyla Katolikliğin, dinsel, Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) sonunda imzalanan Westfalya Antlaşması'yla (1648) da siyasi hakimiyetinin sınırları daraltılmış oldu. Ancak 15. yüzyıldan itibaren başlayan keşif ve sömürge çağında Katoliklik (Dominikenler, Fransiskenler ve Cizvitlerin faaliyetleriyle) kaybettiklerini Kuzey/Güney Amerika'ya, Merkezi ve Güney Afrika ile Asya'ya yayılarak telafi etti. Papa'nın, hakim oldukları yerleri hristiyanlaştırma yetkisi verdiği İspanya ve Portekiz krallarının ve Fransa'nın sömürgeleştirdiği yerlerde de yayıldı. Cizvitler eliyle 16. yüzyılda Hindistan ve Japonya`ya götürüldü. Çin'de, Katolikliğin Çin kültürüyle karışarak (II. Vatikan'da kabul edilecek olan) yerelleştirilmesi Papa XI. Clement (1700-21) tarafından mahkûm edildi.
Fransa'da devletle iş birliği yapan Katolikliğin 1789 İhtilali sonrasında çökmesiyle papalar ve Avrupa kiliseleri; Protestanlığa, Aydınlanma'nın seküler düşüncesine ve modern seküler devlete karşı tavır aldı; Papa IX. Pius da medeni evlilik, kilise-devlet ayrılığı, halka açık eğitim ve Marksizm'i modern şeytanlar olarak ilan etti. I. Vatikan Konsili'nde (1869-70) kendi alanını, siyasi ve entelektüel müdahaleye karşı korumak için daha önce de var olan ancak dogma haline dönüşmemiş papanın, papa olarak "ex cathedra" (makamdan) inanç/doktrin ve kutsal kitap yorumu konusundaki yanılmazlığı (infallibilitate) inancı dogmalaştırıldı. Nihai haline II. Vatikan Konsili'nde (1962-65) ulaşan, sosyal meselelere dair papalık ilgisi/öğretisi, 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmaya başladı. 20. yüzyılda birer olgu haline gelen meseleleri kabul eden ve onlar karşısında kilisenin konumunu gözden geçirmeyi hedefleyen bu konsil sonrasında Roma Katolik Kilisesi, başlangıcı Orta Çağ'a kadar giden, kiliselerin birleştirilmesi (ekümenizm) hareketine özellikle hız verdi ve yeni bir misyonerlik tarzı olarak başta İslam olmak üzere, diğer dinlerin mensuplarıyla yoğun bir diyalog faaliyeti başlattı.
YAZAR
Fuat Aydın