Dar anlamıyla ülke içindeki ekonomik kaynakların ve sanayinin devletin kontrolünde olmasını anlatan doktrindir. Geniş anlamıyla ise devletin siyasal otoritesini ekonomik ve toplumsal alanda tam bir denetim sağlamak için kullanmasını ifade eder. Her iki anlam da toplum ve bireyle olan ilişkilerinde devlete biçilen rolle yakından ilişkilidir.
Modern devletin ülke içindeki siyasi iktidarı kendi tekeline aldığı açıktır. Ancak devletin sahip olduğu bu gücü kullanarak ekonomik ve toplumsal alana ne ölçüde müdahale edebileceği her zaman tartışılmıştır. John Locke ile başlayan liberal kuram, devletin rolünün yalnızca güvenlik ve adalet alanlarıyla sınırlı olması gerektiğini savunur. Aynı dönemlerde gelişen merkantilist yaklaşım ise ekonomik kalkınma için devletin bu alana müdahalesini ve bir araç olarak kamu politikalarını kullanmasını içerir. Devletçi yaklaşımın kökeninde merkantilist anlayışın olduğu söylenebilir.
19. yüzyılla beraber gelişen sosyalist hareketler, kapitalizm içinde giderek belirginleşen burjuva ve işçi sınıfları arasındaki ayrımın altını kalınca çizer. Aynı dönemde yaşanan işçi hareketleri nedeniyle pek çok ülke kapitalizmi ehlileştiren ve işçi haklarını güçlendiren bir anlayış oturtmaya çalışmıştır. Yani özel mülkiyet hakkı korunurken toplumsal etmenlerle buna çeşitli sınırlamalar ve iş hayatına yönelik düzenlemeler getirilmiştir. Bu durum kaçınılmaz şekilde devletin piyasa ekonomisine müdahalesi sonucu doğurur. Söz konusu müdahaleler özellikle otoriter ve totaliter rejimlerde çok daha fazladır. Bu tür rejimler, ekonomi alanındaki faaliyetleri aracılığıyla aslında toplumsal hayatın farklı yönlerini düzenlemiştir.
Devletin ekonomiye müdahale etmesi yönündeki eğilim, iki dünya savaşı sonrasındaki yıllarda giderek artmış ve dünyanın değişik yerlerine yayılmıştır. Savaşlar nedeniyle ortaya çıkan ekonomik krizler, bu alanda düzenlemeler yapılmasının haklılığı yönündeki yaklaşımları güçlendirir. Bunun yanında yine aynı süreçte oluşan otoriter ve militarist hava, devletin toplumsal hayata müdahalesini adeta meşrulaştırmıştır. Bu nedenle, devletçilik neredeyse ideolojilerden bağımsız bir nitelik kazanmış, hatta onları aşmıştır. Başka bir ifadeyle, hem sağ hem de sol hareketler iktidara geldikleri zaman devletçi politikalar izlemiştir. Dolayısıyla ekonomik kaynakların kontrolü ve dağıtılmasının toplum üzerinde denetim sağlamanın başlıca aracı olduğu üzerinde adeta tüm otoriter rejimler uzlaşmıştır.
Tüm devletler, toplumu korumak ve suistimalleri önlemek için ekonomik alanda birtakım düzenlemeler yapar. Bu anlamıyla klasik liberal ekonomik ilkelerin hiçbir zaman tam olarak hayata geçmediği görülür. Sosyal devlet uygulamaları, bu müdahalelerin içeriğini ve kapsamını da artırmıştır. Ancak devletçilik bunların ötesine geçen bir yüze sahiptir.
Devletçi politikalarla ekonomik hayata müdahalenin ilk unsuru, özel girişimi sınırlamaktır. Bunun için iki yol izlenir. İlk olarak, devlet özellikle belirli sektörlerde kendi kurduğu işletmeler aracılığıyla adeta bir girişimci gibi davranır. Kamu iktisadi teşebbüsleri adı verilen işletmeler, karlılık ve verimlilik gibi ilkeleri her zaman göz etmedikleri için özel sektörün aynı alanlarda yatırım yapmasını dolaylı olarak engeller. Hatta devlet bazen kendi kuruluşlarının alanında tekel olmasını da sağlar. İzlenen bir diğer yöntem ise ülke içindeki bazı sermaye gruplarına verilen ayrıcalıklar ve teşvikler aracılığıyla avantaj sağlanmasıdır. Türkiye'de İttihat ve Terakki döneminde başlayan, Cumhuriyet'in ilanından sonra da devam ettirilen "milli burjuvazi" yaratma girişimleri bunun en belirgin örneğidir.
Devletçiliğin bir diğer özelliği katı bir merkezi planlamadır. Devletçi ekonomilerde siyasal iktidar, ülkenin sanayi, tarım ve ticaret politikaları başta olmak üzere tüm ekonomik süreçleri bir plan aracılığıyla belirler. Planlar da dahil olmak üzere ekonomi alanındaki bu müdahaleler toplumu kontrol etmenin aracı olarak kullanılır. Özel girişimcilerin yatırım alanlarını sınırlandıran ya da belirli kesimlere ayrıcalıklar tanıyan devletler, aslında ülke içindeki sermaye yapısını da şekillendirmektedir. Aynı zamanda, ülkenin hangi bölgelerine ne türden yatırımlar yapılacağı ve buralarda kimlerin istihdam edileceği de yine devlet tarafından kararlaştırılmaktadır. Dolayısıyla devlet, toplumsal sınıflara, çalışma hayatına, istihdama, toplumsal refaha, bölgesel ve yerel kalkınmaya, kentleşme süreçlerine ve bunlarla ilişkili diğer pek çok alana müdahale etmektedir. Böylece devlet, aslında insanların özel hayatlarını ve toplumun entelektüel kapasitesini de kendi siyasal yaklaşımı doğrultusunda belirlemeye çalışır. Muhalefet hareketlerini engellerken kendisine ideolojik destek verecek grupların güçlenmesini sağlar. Buradan da görülebileceği gibi devletin ekonomiye müdahalesi, aslında toplumsal hayatı da büyük ölçüde düzenlemesi ve toplum üzerinde tam bir denetim sağlaması anlamına gelir.
YAZAR
Hamit Emrah Beriş