Asimilasyon iç göçler veya uluslararası göçlerle dışardan gelenlerin kendilerine ait kültürel değerlerinden zamanla uzaklaşıp ev sahibi toplum veya komünitenin kültürel norm ve davranışlarını benimseme ve özümseme sürecini tanımlar.
Kavram başlangıçta Amerika Birleşik Devletleri'nde Chicago Okulu temsilcileri tarafından güneyin kırsal bölgelerinden kuzeyin endüstrileşmiş şehirlerine, kitleler halinde göç edenlerle ilişkili Robert Park (ö. 1944)'ın kullandığı "eritme potası" (melting pot) metaforuyla yakından ilişkilidir. Bu süreçte göçmenlerin ırksal ve etnik aidiyetleri ve ayrışmaların azalacağı var sayılıyordu. Her ne kadar, asimilasyon kavramı azınlık topluluğun hakim toplum içinde eriyeceği varsayımı ile hareket etse de heterojen veya çok kültürlü toplumlarda farklı grup ve komünitelerin karşılıklı olarak kültürel normlarını koruduğu veya adaptasyon süreciyle nasıl değişip dönüştüğünü anlamaya çalışmak için de kullanılmıştır.
Sosyal bilimler literatüründe ulus devletler ve onların milliyetçilik politikalarından birisi olarak kullanılan asimilasyon kısaca 'ulus'un barındırdığı halkları türdeşleştirmesine yönelik bir politikadır. Bu yönüyle, asimilasyon meselesi ilk başta, devlet içerisinde, ana akım toplumdan farklı kültürel özelliklere sahip fakat yaşadıkları topraklarda da tarihsel bağlara sahip olan toplulukları kapsayan bir yönelime sahipti. Günümüzde ise özellikle ABD tecrübesinde görülebileceği gibi süreç tarihsel olmaktan çok göç deneyimi ve göçmenlik süreçleriyle ilgilidir. Tarihsel süreçte ABD'ye göç eden göçmenlerin topluma entegre olmaları için dil olarak İngilizceye aşina olmaları, çalışma ahlakı olarak Protestan Etiğine ve kimlik olarak tireli Amerikan kimliği ile tanımlanmaları, liberal demokratik ve eşitlikçi ilkelere sadakatle bağlı olmaları beklenmiştir. Örneğin Roosevelt (ö. 1919) Amerika'nın bir ulus olması için Anglo-Sakson Uyum Modeli kapsamında göçmenlerin ülkeye gelmesini desteklemiş fakat geldikleri ülkeyle olan tüm kültürel ve aidiyet bağlarını koparmalarını istemiş ve ABD'ye bağlılık duyacaklarına dair yemin etmelerini şart koşmuştu. Sonrasında ise Melting Pot metaforuyla farklılıkların bir şekilde eritilip yeni bir Amerikan toplumunun oluşturulması arzu ediliyordu.
Asimilasyon teorilerinde ABD tecrübesiyle tek yönlü bir eğilim gözlemlenmiştir. Örneğin, Chicago Okulu'nun teorisyenleri kitleler halinde Chicago şehrine göç edenlerin kültürlerin bir arada nasıl yaşayacağı konusunu Irk İlişkileri Döngüsü adı verilen bir süreçle açıklamış, buna göre de kültürlerin farklı aşamalardan sırasıyla temas, rekabet, çatışma, uyum süreçlerinden geçip bütünleşmeleriyle asimilasyonun gerçekleşeceğini tartışmıştır. Aynı şekilde Milton Gordon da asimilasyonu tek yönlü olarak açıklayarak, kültürel ve yapısal olarak iki başlık altında yurttaşlık asimilasyonuna giden bir süreç şeklinde sınıflandırır. Ona göre yapısal asimilasyon bir defa gerçekleşti mi, diğer asimilasyon aşamaları da peşi sıra meydana gelecektir.
Asimilasyon politikalarının kıta Avrupasında farklı uygulamalarını görmek mümkündür. Örneğin, Fransa'da göçmenlerin ev sahibi topluma entegre olabilmesi için asimilasyon uygulamalarında, "yurttaşlık" yasası dil, din, ırk gözetmeksizin kişinin Fransız kimliğine sahip olabilmesinin ön şartı olarak etnik kimliğini ve diğer ayırt edici unsurları göz ardı eden bir model uygulanmıştır. Benzer şekilde Almanya'da göç yoluyla gelenler için ana akım topluma uyumun ve homojen bir toplum yaratmanın peşinde olmuştur.
Özellikle çoğulculuğun batı ülkelerine olan göçlerden yükselmeye başladığı 60'lardan sonra Alba ve Nee'den başlayarak asimilasyonu karşılıklı bir süreç olarak tanıtan açıklamalar da getirilmiştir. Alba ve Nee "Dilimlenmiş Asimilasyon" kavramıyla ülkenin göçmenlerden oluşan kompozit bir toplum olduğunu ve göçmenleri asimile eden ana akım toplumun kendisinin de sosyal mesafe ve çeşitli ağlar sayesinde değiştiğini ileri sürerler. Günümüzde farklı politik uygulamaları olan asimilasyon, ABD, Fransa ve Almanya örnekleri üzerinden tekrar gündeme gelmiştir. Örneğin ülkelere göre farklı politik uygulamaları konusunda, asimilasyonun Amerika ve Britanya'nın Anglo-Sakson Uyum modeli, Fransa'nın Üçüncü Cumhuriyet'i veya Almanya'nın Emperyal Almanlaşma'sı gibi değil, daha kabul edilebilir bir boyutta olduğunu vurgulanmaktadır.
Çağdaş asimilasyon tartışmalarının önde gelen sosyal bilimcileri arasından gösterebileceğimiz Berry ve Sam, LeMay, Kim gibi teorisyenlere göre insanlar ana akım toplum içerisine girdiklerinde asimilasyon, entegrasyon, ayrışma ve marjinalleşme yoluyla kültürleşmektedirler. Psikolojik ve sosyo-kültürel adaptasyonun başarılı olduğu durumlarda entegrasyon, tam tersinde ise marjinalleşme durumu meydana gelir.
Asimilasyona yönelik getirilen açıklamalar neticesinde özet olarak farklı siyasi ve sosyal yapıların asimilasyonun her ülkede farklı bir şekilde uygulanmasına sebep olduğu söylenebilir. Schnapper'ın da dediği gibi ulusal gelenek, kolektif değil bireysel bir bütünleşmedir. Böyle bir durumda ABD gibi 'topluluklar'dan mütevellit bir ülkedeki çoğulcu sistemin Fransa gibi bireylerin oluşturduğu cumhuriyete uygulanması pek mümkün değildir. Esasında, Glazer'in (ö. 2019) herkesin çok-kültürcü olduğundan bahsederken de asimilasyonun devam ettiğini söylediği gibi kanaatimizce etnik ve kültürel grupların bir arada yaşama becerisi olarak, ya da birbirine benzerliği az olan grupların aynı çatı altında yaşamasının adı olarak asimilasyon canlılığını hala devam etmektedir.
YAZAR
Mustafa Kemal Şan