"Artma, çoğalma, nema, gelişme" gibi anlamlara gelen bir sözcüktür. Riba ise fıkıh literatüründe genellikle "karşılıklı borç yükleyen akitlerde, taraflardan biri için şart koşulan, karşılığı bulunmayan (haksız) fazlalık" olarak tanımlanır. Günümüzde sayıca az bazı yazarlar tarafından riba ile faiz arasında mahiyet ve buna bağlı olarak hüküm farkı olduğu iddiaları mevcut olmakla birlikte bu iki terim arasında esasa ilişkin bir fark bulunmamaktadır. Dolayısıyla İslam'da faiz, orijinal adıyla riba, kesin olarak haram kılınmış bir getiridir.
Aristo ve Eflatun gibi çoğu filozof tarafından eleştirilen faiz Yahudilik ve Hristiyanlık'ta yasaklandığı halde, Yahudiler Tevrat'ı tahrif ederek, bu yasağı yalnızca kendi aralarındaki işlemlere indirgemişler; Hristiyanlar ise çeşitli aşamalardan sonra Kilise kararıyla faizi yasak saymaktan çıkarmışlardır.
İslam'da faizin yasak olduğunu ifade eden çok sayıda nas (ayet ve hadis) bulunmaktadır. Faizin yasaklanma süreci İslam'ın, bazı konulardaki hukuk kuralı koyma (teşri) politikası gereği aşamalı olarak gerçekleşmiştir. Diğer yandan İslam'ın zaman ve mekan bakımından evrensel olmasının bir gereği olarak naslarda faizin ince ayrıntılarına temas edilmemiştir. Konuyla ilgili Kur'an-ı Kerim ayetlerinde, faiz teknik olarak tanımlanmamış faizin çeşitli özelliklerine ve zararlarına temas edilmiş, faizi ticaret ile eşdeğer görenlere ve faiz alacaklarından vazgeçmeyenlere yönelik ahirette ağır cezalar verileceği belirtilmiştir. Örneğin; daha fazla kazanmak gayesiyle yapılan faiz muamelesinin gerçekte malı artırmayacağı (Rûm, 30/39), Yahudilerin, kendilerine yasak kılındığı halde faiz vb. büyük günahları işlemeleri sebebiyle bazı cezalarla karşılaştıkları (Nisa 4/160-161) gibi ifadelerle faizin çirkin bir işlem olduğu beyan edilmiş; toplum inanç ve ve ahlak bakımından yeterli olgunluğa eriştikten ve diğer şartlar da uygun hale geldikten sonra üçüncü aşamada inen ayetler ile faiz kesin olarak haram kılınmıştır (bkz. Al-i İmran 3/130; Bakara 2/275-279).
Bazı hadislerde faizin haramlığının sadece faiz alan kişi için olmayıp, faizi alan, veren ve faiz muamelesine katiplik ve şahitlik suretiyle destek olan dolayısıyla faizin kurumsallaşmasına ve yaygınlaşmasına katkı sağlayan kimselerin Allah'ın rahmetin uzak (lanetlenmiş) olduğu dile getirilmiştir. (Müslim, "Müsakat", 106).
İslam hukukunda faizin iki türü bulunmaktadır. Bunlardan biri "borç faizi" (ribe'd-düyûn), diğeri ise "alış-veriş faizi" (ribe'l-büyû) olarak isimlendirilir. Piyasada daha çok bilinen ve modern iktisatta da faiz olarak isimlendirilen riba, fıkıhta yalnızca borç faizine tekabül etmektedir. Buna ilaveten bazı hadislerde "altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz" olmak üzere altı eşyanın da aynı cins veya farklı cins karşılığında mübadele edilmesi sırasında bazı kurallara riayet edilmemesi de riba olarak adlandırılmıştır. Bu tür faize fıkıh literatüründe "alış-veriş faizi" (ribe'l-büyû') denilmiştir. Alış-veriş faizinin de fazlalık faizi (ribe'l-fadl) ve vade faizi (ribe'n-nesie) olmak üzere iki alt türü bulunmaktadır. Fazlalık faizi, aynı cins malların biri diğerinden fazla olacak şekilde mübadele edilmesi halinde; vade faizi ise ister aynı, isterse farklı cins malların birbirleri karşılığında değiştirilmesi halinde bedellerden birinde veya her ikisinde peşinlik bulunmaması durumunda gerçekleşmektedir. İslam hukukçularının çoğunluğu, ilgili hadiste geçen ve yukarıda isimleri sayılan altı maldaki esas gerekçeyi (illet) tespit ederek, aynı illeti taşıyan diğer malların mübadelesinde de peşinlik ve/veya eşitlik şartlarının ihlali halinde yine bu tür faizlerin cereyan edeceği görüşündedir.
İslam'da faizin yasaklanmasına çeşitli sebep ve hikmetleri gösterilmektedir. Bunların başında faiz sebebiyle insanların birbirlerine ve topluma karşı haksızlık (zulüm) yapmasının ve sermayenin belli kişi ya da gruplarda toplanmasının önlenmesi; temel üretim faktörlerinden sermaye ve emeğin risk ve getirisinin dengeli ve adil bir şekilde nimet - külfet dengesi içinde paylaşılmasının sağlanması, toplumda dengesiz ekonomik sınıflaşmalar oluşmasının önüne geçilmesi gibi hususlar gelmektedir.
Faiz, Cahiliye döneminden itibaren bazıları tarafından ticaretten elde edilen kar ile benzer veya aynı görülmüş ve her ikisinin de meşru olduğu iddia edilmiştir. Kur'an bu iddiayı temelden reddetmekte, ikisinin tamamen ayrı işlemler olduğunu, Allah'ın faizi haram, ticareti helal kıldığını açıkça dile getirmiş ve aksini iddia edenlerin şiddetli bir şekilde cezalandırılacağını vurgulamıştır. Faiz, sermayeyi kullanan ve emeği sarf eden tarafın riskine hiç katlanmaksızın sabit bir getiri sağlaması ve bunun hem karşı tarafa hem de toplumun geneline yönelik bir haksızlık olması yönüyle ticaretten ve ortaklık kar payından bütünüyle farklıdır.
Faiz, belirli bir hizmet karşılığında ödenen oransal bir ücret anlamındaki komisyon olarak da değerlendirilemez. Zira komisyon, kesin, belirli ve gerçekleşmiş bir hizmet bedeli olduğu halde, faizde böyle bir durum söz konusu değildir.
Faizi, paranın zaman değeri olarak meşru göstermek de İslam hukukçuları tarafından kabul görmemiştir. Zira her ne kadar bugünkü para ile gelecekteki aynı miktardaki para arasında çoğunlukla bir değer farkı bulunsa da bu değer farkının her durumda sermaye sahibi aleyhine olacağı kesin değildir. Bazı hallerde borçlu aleyhine de bir sonuç doğabilir. Böyle bir gerekçe ile faize meşruiyet kazandırmak isteyenler teorilerini, borçluyu dikkate almadan, sadece sermaye sahipleri lehine ve riski yalnızca bir tarafa (borçlu) yükleyerek temellendirmeye çalışmışlardır. İslam'da ise riskin ve kazancın adil bir şekilde paylaşılması temel prensiptir.
YAZAR
Abdullah Durmuş