İslam hukuku terimi olarak Müslüman olmayan bir devletin hakimiyeti altındaki ülke anlamını taşır. Sözlük anlamı "savaş ülkesi"dir.
Devlet üç temel unsurdan meydana gelir: Ülke, hakimiyet ve nüfus. İslam hukukçuları devletin ülkesini tanımlarken hakimiyeti esas alarak dünyayı iki kısma ayırmışlar, devletin siyasi ve hukuki düzeninin İslam esaslarına dayandığı, yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin İslami otoritenin elinde bulunduğu ülkelere daru'l-İslam, bu yetkilerin Müslüman otoritenin elinde bulunmadığı ülkelere daru'l-harb adını vermişlerdir. Daru'l-harb tabiri her ne kadar ilk bakışta "kendisiyle İslam ülkesi arasında savaş halinin mevcut olduğu ülke" anlamını ifade ediyorsa da İslam hukuku kaynaklarında "daru'l-islam dışındaki ülkeler" anlamında ve bugünkü "yabancı ülke" tabirinin karşılığı olarak kullanılmıştır. İslamiyet uluslararası ilişkilerde barışı esas almakla birlikte bugünkü gibi, devletlerin üzerinde birleştikleri uluslararası bir hukukun bulunmadığı bir dönemde devletler arası ilişkiler savaş esasına dayandığı ve hem gayrimüslim devletlerin kendi aralarında hem de Müslümanlarla gayrimüslim toplumlar arasındaki ilişkiler genellikle savaş halinde sürüp geldiği ve barış hali ancak karşılıklı antlaşmalarla kurulabildiğinden yabancı ülke aynı zamanda düşman ve savaş halindeki ülke olmuştur. Müslüman hukukçular da mevcut ilişkileri yansıtan en açık özellik olarak bu ülkeleri genellikle "daru'l-harb" şeklinde adlandırmakla birlikte aynı anlamda "daru'l-küfr" (küfür ülkesi), "daru'ş-şirk" (şirk ülkesi), "biladü'l-adüv" (düşman ülkeleri), "biladü'ş-şirk" (şirk ülkeleri) ve diğer bazı tabirleri de yaygın şekilde kullanmışlardır. Daru'l-harb adlandırması mevcut durumun bir tespit ve tasvirinden ibaret olup bu ülkelere daru'l-harb adının verilmesinin bazı Batılı araştırmacılarca Müslümanların kendileri dışındaki bütün ülkelere savaş açmış olmalarıyla ilişkilendirilmesi, bilgisizlik veya kasıttan kaynaklanan, tamamen yanlış bir kanaat ve yönlendirmedir. Zira İslam hukukundaki hakim telakkiye göre Müslüman olmayan toplumlarla savaşın meşruiyet sebebi onların Müslümanlara düşmanca bir tutum takınmaları veya savaş açmalarıdır; Müslümanların güvenliğine ve dini tebliğe yönelik düşmanca bir tutum olmaksızın Müslümanların onlara savaş açması söz konusu değildir.
Daru'l-harb olan bir ülke, halkının Müslüman olması veya Müslümanlar tarafından fethinden sonra orada İslam hakimiyetinin kurulmasıyla daru'l-İslam haline gelir. Bir ülke sadece fethedilmekle değil o ülkenin yurt edinilmesine karar verilip hukuk düzeninin uygulanmasıyla daru'l-İslama dönüşür. Daru'l-islam olan bir ülkenin daru'l-harbe dönüşmesi konusunda ise İslam hukukçuları farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Ülke ayrılığının hükümlere tesiri ve buna bağlı olarak daru'l-harpte bazı hükümlerin değişip değişmeyeceği konusunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Yasaların mülkiliği prensibini esas alan Hanefiler'e göre Müslümanların daru'l-harpte işledikleri suçlar manevi bakımdan günah olmakla birlikte ceza hukuku hükümleri uygulanmaz. Hukukun şahsiliğini esas alan diğer üç mezhebe göre ise bu konuda ülke ayrılığının etkisi yoktur.
Klasik dönemde devletler ve toplumlar arası ilişkilerin savaş esasına dayandığı farklı uluslararası şartlarda ortaya çıkan daru'l-İslam - daru'l-harb ayırımı ve adlandırması bugünkü uluslararası yapıda işlevini büyük ölçüde yitirmiş bulunmaktadır. Bu sebeple çağdaş birçok Müslüman ilim adamı günün şartlarına uygun yeni adlandırma ve tanımlara ihtiyaç bulunduğunu dile getirmekte, bugünkü gayrimüslim ülkeler için "daru'l-ahd", "daru's-silm" veya siyasi ve hukuki bir anlam taşımayan "daru'd-da've" ve "daru'l-eman" gibi adlar teklif etmektedirler.
YAZAR
Ahmet Özel