Cem Hakko bana tek bir cümle söyledi: “Benim için en şık takım dün akşam Türk takımıydı.” Cumartesi sabahıydı ve Vakko Yönetim Kurulu Başkanı yelken yarışında mı, rallide mi yoksa eskrim mi yapıyordu bilmiyorum. Ama bildiğim Cumartesi’ydi ve Cem Hakko mutlaka sabah erkenden uyanmıştır ve benim mesajıma illaki ter içinde yanıt veriyordur.
Başka bir cümle sarf etmedi ama ben aslında ne demek istediğini söyleyeyim: Yaptığımız işten memnunuz ve bu polemiklere girmiyoruz. Vakko tarihi boyunca herhangi bir polemikten, ama özellikle de siyasi polemikten uzak durdu. Belki de bu sayede Türkiye’nin en kıymetli hazır giyim markası olarak ayakta kaldı. Ama dünya da Beyoğlu’na insanların süslenerek çıktığı yıllar gibi değil artık. Ve 1934’te Şen Şapka olarak faaliyet gösteren marka şimdi belki de tarihinin en büyük krizini yaşıyor. Sosyal medya Vakko’yu da hazırlıksız yakaladı galiba.
ADETA FRANSIZ RIVIERA’SI
Kırmızı ve beyazı tek başına baskın renk olarak kıyafette kullanmak çok riskli. Beyaz forma yeşil sahalarda hemen kendini belli ediyor, ama beyaz bir takım elbise taşıyan kişiye bağlı olarak insanı penguene, beyaz bir takım da bir kadını hemen geline dönüştürebiliyor. Riskli.
Tasarımcılar kırmızıya da kadında iddialı bir gece elbisesi—“Pretty Woman”da Julia Roberts akla geliyor hemen—dışında pek yer vermemeye dikkat ediyorlar. Özellikle erkek için kırmızı takım, hatta ceket bulmak zordur. Tercih edenlerse de genelde siyahlardır. Michael Jackson’ın “Thriller”ından esinlenen Eddie Murphy’nin kırmızı deri “Delirious” kostümü ya da Kanye West’in 2010’daki canlı “Runaway” performansı aklıma geliyor. Tek tük, nadir örneklerdir ve bazı ten renkleri bazı iddialı renkleri daha iyi taşır.
Mavinin “cerulean” olarak bilinen tonu açık tenlerde iyi durmaz mesela. Pantone kataloğundan mavi tonlarını araştırabilirsiniz; Yunanistan ve İsrail mavisiyle gök mavisi arasındaki farkı da rakamlarla görebilmek mümkün.
Kuruluşunda yüzünü Batı’ya dönen Türkiye Cumhuriyeti’nin “İstikbal göklerdedir,” ülküsüne gönderme yapan gök maviyi Türk bayrağının kırmızı-beyaz renkleriyle birleştirerek kullanmak, bayrağımızın baskın renklerini yedirmek güvenli bir tercih. Gök mavisi yaz rengidir, bu kıyafetlerin de yaz Olimpiyat Oyunları için tasarlandığını unutmamak gerek.
Şeritli kıyafetlere özellikle Fransız sahil kıyılarında sık sık rastlanır. Tasarıma doğrudan katkısı oldu mu, bilmiyorum, ama Cem Hakko’nun Frankofon eğitiminden geçtiği bilinir. Fransız riviera’sını da iyi bilir Vakko. Spor da markanın bugünkü patronunun şahsi ilgi alanlarından dolayı markanın DNA’sına işlemiştir. Bu yüzden de yazın yelken, kışın kayak yarışlarıyla yıllardır kendi çapında mini bir olimpiyat düzenler Vakko grubu. Bu işlere yabancı değildir kısacası. Ay-yıldızın yanında gök mavisi, riviera şeritleri ekleyerek oyunların Fransa’da yapıldığına da üstü kapalı bir gönderme olabilir.
Bunlar tabii benim okumalarım, Vakko’nun tasarım ekibinden bu yönde bir bilgilendirme gelmedi. Vogue Paris’in eski genel yayın yönetmeni ve bu sene Berluti’ye danışmanlık vererek Fransız takımının kıyafetlerini hazırlayan Carine Rothfield kendi tasarımının altında yatan mesajları teker teker anlatıyor mesela: Büyük usta Saint Laurent’in kadınlara da giydirdiği “Le Smoking” ceket en az yakada “tricolore” bayrağının “dégradé” hali kadar Fransız.
Fransızların moda konusunda üstünlükleriyle yarışmak zor, modanın entelektüel bir uğraş olduğu ve içinde katmanlar barındığı gerçeğini görmezden gelmek de. YSL’in efsane tasarımlarının kökenlerini Matisse tablolarında bulmak mümkün örneğin.
ŞAPKA OLMALIYDI
Vakko’nun tasarım ekibi ilham kaynaklarını açıklasa belki bu kadar kıyamet kopmazdı. Ama bir iş yapıp, yorumu insanlara bırakmak da kreatif bir tercih. Ben şahsen bu riviera kıyafetlerinde “boaters hat” denilen, daha çok hasırdan yapılan ve teknecilerin Fransız riviera’sında kullandığı şapkaları da görmek isterdim.
Özellikle Seine nehrinde botlarla yapılan geçişe bu şapka yakışırdı. Dahası, şapka hem Vakko’nun başlangıcı Şen Şapka’ya hem de sürekli silinmek, unutulmak istenen Atatürk devrimlerine de şık bir gönderme olurdu. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz büyük entelektüel Ferit Edgü danışmanlığını yaptığı Vitali Hakko’ya böyle bir not iletirdi sanki. Vakko da, belli ki, tüm Türkiye gibi son yıllarda insan kaynakları sıkıntısı çekiyor. Bunu tasarımda da hissetmek mükün.
Bir kıyafeti herkese beğendirmek kadar herkese giydirmek de zor. “Tipitip” sempatikliğindeki Mete Gazoz’un vücut yapısına bu ‘look’ çok uygun mesela, ama Vakko’nun kendi sitesinde yer alan erkek mankenin üzerine ceket tam oturmamış gibi. Türk kafilesi üç-beş kişi de değil; birbirinden farklı vücut ölçülerine sahip sporculara teker teker ‘haute couture’ kıyafet hazırlamak da mümkün değil.
AMERİKA DA KÖTÜYDÜ
Amerikan takımının kıyafetlerini tasarlayan Ralph Lauren’in de böyle bir engelle karşılaştığını gördük. Dev cüsseli LeBron James’in üzerinde ceket eğreti duruyordu. Noah Lyles ve Steph Curry daha iyi taşıyordu.
Ralph Lauren’ın bir entektüel kaygısı yok, hatta hep kendisini tekrar ediyor: lacivert ceket, jean pantolon, dev logo. Her olimpiyatta benzer. Ama ne yalan söyleyeyim, 400 dolarlık etiket fiyatlı jean’lerin kesimi iyi gibi.
Logosunu utanmadan Sergio Tacchini’den çalan Telfar Clemens’in Liberia için yaptığı kostümler epey alkış topladı. Nadir siyah tasarımcılardan olduğu için Telfar Clemens’i eleştirmek zaten imkansız, oysa fazlasıyla queer bir “Captain America”yı andırıyor kostümler. Liberia sonradan kurulan bir ülke olduğu için tasarımın sınırlarında dolaşmak daha kolay: Telfar kendi logosunu ülkenin bayrağına yerleştirmiş mesela. Bizde olabileceğini düşünebiliyor musunuz?
Güney Sudan’ın simsiyah takımları da beğenildi, ama dikkatli bakıldığında bu ülkenin sporcuların farklı pantolon ve ayakkabı kullandıkları anlaşılıyor. Küçük bir kafile oldukları için kıyafetleri kişiye göre ayarlayabilmişler.
VAKKO’YA SAHİP ÇIKMAK
Ama özünde bu kadar büyük işi kotarabilmek kolay değil. Amerika için de değil, Türkiye için de. Vakko’nun bu tasarımı dayatmadığını, devletten onay alarak üretime geçtiğini gerçeğini unutmayalım. Türkiye sosyal medya tarafından yönetildiği için büyük ihtimalle bundan sonra Türk takımı için yeni bir tasarımcı bulunacak. Belki Türk Hava Yolları’nda olduğu gibi sadece Ortadoğu pazarında faaliyet gösteren ve Arap zevkine hitap eden bir yeteneksiz “dünyaca ünlü İtalyan designer” olarak pazarlanır, uçuş görevlilerinden sonra sporcuların da kostümlerini artık o diker.
Ne olursa olsun, Vakko’nun Türkiye’nin hayatındaki yeri yok edilemez ama. Ben çocukken Vakko’dan eve kumaşa basılı yıllık takvimler gelir, anneannem de onları yeniden değerlendirerek yastık yapardı. Vakko’nun bir ideali temsil ettiği, Vakko logosunun mutluluk verdiği, ulaşılması gereken bir hedef olarak heyecanlandırdığı bir evde büyüdüm ben. Vakko kutusu Türkiye’deki pek çok başka ev için de özel günlerin, başarının, mutluluğun simgesidir.
İçindeki üründen değeri daha kıymetli olan hediye paketini, alışverişte iadeyi, evde alışverişi, mağazaya girer girmez potpouri kokusundan yaşanan baş dönmesini hep Vakko’yla tattık. Sanat günleri, spor müsabakaları, özel radyo da Vakko’nun çatısında yetişti. Hayat kalitemizi hep biraz daha yukarı çekmek, bizim başkalarından geri kalan zevklerden mahrum olmamamızı sağlayan bir misyonu oldu Hakko ailesinin. Bambaşka şeyler yapabilirlerdi, ama ömürlerini Türkiye’de yaşam kalitesinin çıtasını biraz daha yükseltmeye harcadılar. Dünyanın herhangi bir yerinde olabilecek imkanları varken Türkiye’de kalmayı, Türkiye’nin markası olarak kalmayı tercih etmeleri de gözden kaçırılmamalıdır. Vakko, iyi ya da kötü bir kıyafete indirgenmeyecek kadar önemlidir Türkiye tarihinde.
Bu aşamada artık bu Olimpiyat kostümleri de beğen-beğenme meselesinin çok ötesine geçmiştir. Artık Vakko’ya sahip çıkmak entelektüel bir görev, ahlaki bir zorunluluktur. Normalde aklımın ucundan geçmezdi. Ama ilk iş kendi adıma Vakko’nun bu kostümlerinden edineceğim. Hem artık tarihi ve simgesel bir anlamı da var. (Bu yakınlarda Paris’e gelen ve valizinde yer olan varsa haber versin lütfen.)
Türkiye’deki fanatiklerin eline zaman zaman dünyanın aslında en çirkin insanları olmadıklarını gösterme fırsatı geçer, ama bu fırsatı hemen her zaman harcarlar. Günlerdir Vakko’ya yönelik başlatılan iğrenç, anti-semitik, nefret dolu saldırılarla pespayelikte şampiyonluğu yine kimseye kaptırmıyorlar. Her geçen gün çıtayı nasıl biraz daha aşağı çekebiliriz, nasıl daha da nefreti körükleriz yarışması düzenleniyor Türkiye’de.
Kendi ülkemden utandığım ve bu anların sık sık tekrarlandığı zamanlarda keşke bu topraklar taksitle Çin malı akıllı telefon alıp yarım yamalak kullandıkları ana dilleriyle hayatta sadece sosyal medya hesabı açmayı başarmış insanların filizlenmesine imkan tanımak yerine, Yahudilerine sahip çıksaydı da bir-iki tane daha Vakko’muz olsaydı diye düşünüyorum.