Henüz doğru düzgün hükümet dahi kuramamış bir ülke tarihe damga vurma iddiasındaki bir Olimpiyat açılışını nasıl yapacak? Bu soru Fransa’ya sadece dışarıdan bakanların değil, Olimpiyat Oyunları geldiği için Paris’i terk eden Fransızların da kafasındaydı. Fransızlar hemen her konuda şikayet etmeyi milli spor haline getirdiği için Olimpiyatlar’a da aylardır kuşkuyla yaklaşıyordu. Cumhurbaşkanı Macron’un halk desteğini büyük ölçüde kaybetmesi, bir zamanlar Concorde ya da Minitel gibi teknolojik gelişmelerle dünyada öncülük yaparken son yıllarda Amerika’nın gerisinde kalması bu kuşkuculuğu besliyordu. Üstelik Fransa herkesten daha da iddialı bir açılış yapma konusunda kararlıydı. Oysa daha Mayıs ayında bile iki saate yakın kuyruk bekleniyordu havalimanında.
Fransa’nın dünyada Paris’ten daha fazla bilinen bir markası yok. Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapan şehirde töreni ve müsabakaları stadyuma hapsetmek zaten düşünülemezdi. Ama şehrin belli bölümlerini spor salonu olarak kullanmanın lojistik riskleri vardı. Bir de güvenlik kaygıları tabii ki. Nitekim açılış günü tren yollarına yönelik planlı sabotaj güvenlik endişesinin haksız olmadığını gösterdi.
Paris ayrıca ilk kez açılış törenini de stadyumlardan çıkarıp şehre yaymak, Seine nehrini bir geçit alanı olarak kullanmak istiyordu. Aylar süren geçici inşaatlar, kaldırımların kapatılması, şehrin sağ tarafından sol kesimine geçememek gibi engeller Parislileri kaçırdı. Bir felaket olması için bütün şartlar hazırdı. Ama Paris başardı. Hatta tek bir törenle Fransa tekrar dünya sahnesinde oyun kurucu olabileceğini gösterdi.
TELEVİZYON İÇİN DÜŞÜLMÜŞ BİR TÖREN
Seine’in altı kilometrelik şeridinde bu kadar büyük organizasyon yapabilmek delilik işi zaten. Törenin başlangıcından bitimine kadar Paris’in üzerinde 150 km çapında hava sahası uçuşlara kapatıldı. Askerler şehirdeki güvenliği sağlamak için sevk edildi. Nehirde su altında dalgıçlarla da güvenlik sağlandı. Sadece Macron, İspanya Kralı ya da İngiliz Başbakanı değil, LeBron James’den Celine Dion’a, Elon Musk’tan Tom Cruise’a bütün dünyanın en üst tabakasının ve olağanüstü yetenekli sporcuların güvenliği böyle sağlandı. Toplam değeri kaç yüz milyar dolar eder acaba gelen VIP’lerin?
Ama töreni ekran başından izleyenler özel davetlilerden daha fazla zevk aldı. Altı kilometrelik kordonda pek çok kişi de olan biteni kurulan ekranlardan izliyordu zaten. Bir de üzerlerine yağmur yağarak; zaten bu yaz neredeyse yağmur yağmayan gün olmadı Paris’te.
Asıl izleyici kitlesi ekran başında olduğundan şölen de ona göre tasarlanmış. Ama ekran başındaki herkesi tam olarak memnun etmedi. Mesela, New York Times’ın televizyon eleştirmeni sporcuların yakından gösterilmediğinden, geçit törenine çok fazla odaklanılmadığından, müsabaka için gelenlerin neredeyse küçük birer detaya indirgendiğinden yakınıyor. Geçmişte stadyumda arka arkaya yürüyen sporcuları toplu halde görmek güzeldi. Mesela kıyafetlerini daha fazla incelemek mümkündü. Ama ben nehirde arka arkaya geçen teknelerdeki coşkudan da etkilendim.
Fransız kültürünün “ménage à trois” dahil her türlü unsurunu dalga geçerek ve insanın gözünün içine sokarak kullanan tören, sporculardan bağımsız olarak, gerçek bir şölendi. Bir kere başka hiç kimsenin elinde böyle bir sahne yok: Louvre piramidi, Notre Dame, Eiffel Kulesi… Pek az ülkenin “soft power” gücü de Fransa kadar kuvvetli: Louis Vuitton sandıklardan Édith Piaf şarkılarına kadar. Bir de başka hiçbir ülke kendisiyle bu kadar güzel dalga geçmiyor.
HEM GLOBAL HEM DE YEREL
Fransa töreni yerel değil, global de kıldı. Sadece Fransa’nın değil, dünyanın önde gelen simge isimlerine törene dahil etti. Olimpiyat meşalesini bir ara Zidane’ın elinden Rafael Nadal aldı, Lady Gaga törenin ortasında şarkı söyledi, kapanışı geçirdiği hastalıktan sonra sahnelere ne zaman döneceği merak konusu olan Celine Dion yaptı. Cezayir asıllı bir göçmen, New York’ta elit okullarda ana dili gibi Fransızca öğrenen bir şov yıldızı, İspanya’dan bir efsane, Kanada’nın adını ilk kez bir Türk bestecinin şarkısıyla duyuran en büyük yıldızı…
Fransa globale açılırken yerelde değişen kültürünü de sahiplendi: damdan dama atlayan parkour’cular, b-boy’lar, Fransız rap’i hep göçmenlerin ürünüydü. Afrika kökenli bir sporcunun son meşaleyi yakması da yabancı karşıtlarına açık bir mesajdı.
Fransa bugünlere nasıl gelindiğini tarihin unsurlarını törene yedirerek gösterdi. Jeanne D’arc gibi bir süvari, giyotinle kellesi kesilen Marie Antoinette, devrimi resmeden Delacroix tablosunun yeniden canlandırılması, Marianne’in oyunların maskotu olarak kullanılan kırmızı şapkasının arasına Fransız edebiyatının klasiklerini de sıkıştırdılar. Cancan dansı ve defilesiz olamazdı zaten.
EYVAH AHLAK ELDEN GİDİYOR
Çeşitlilik kendisini sadece ten rengi ya da ırkta göstermedi ama. Her kimlikten insan da sahnede kendisine yer buldu.
Olimpiyat açılışı bir anlamda dünyanın en büyük müzikal sahnesiydi. Ve bütün müzikaller gibi fazlasıyla queer’di. Kasıtlı bir tercihti bu, çünkü hayal gücü çok geniş bir yapımcıyla anlaşılmıştı törenler için. Ama bir ara Eurovision şarkı yarışmaları kadar grostesk bir hal aldı, rokoko ve ‘camp’ arasında gidip geldi. Dünyada, törenin yayınlandığı Türkiye de dahil, ahlak bekçilerinin haddinden fazla çoğaldığı bir dönemde kendi sınırlı dünyalarıyla başkalarını yargılamaya kalkanlara inadına nanik yaptı Fransa. Eurovision zevkinden Türkiye’yi sahte ahlaki kaygılarla men edenlere de iyi oldu; bu töreni yayınlamak zorunda kaldılar ve müdahale edemediler.
Fransa’nın milli değerlerinden biri olan “liberté” vurgulandı aslında. Dahası, Fransa’nın özgürlük anlayışına göre dokunulmayacak hiçbir tabu, eğilip bükülmeyecek hiçbir kutsal olmadığını da bir kez daha global ölçekte yükselen sağa karşı hepimizin gözünün içine soktular. Dokunulan tabulardan biri kafası kesilen kraliçeyse, bir diğeri de Katolik Kilisesi’ydi ve “Son Yemek” tablosu RuPaul’un yarışmasından fırlamış figürlerle yeniden canlandırıldı. Dünyada aşırı sağ bu sahne karşısında ayaklanırken pek çok Fransız gayet memnun; bu işlerin Fransız usulü nasıl yapıldığını Fransa’daki aşırı sağ politikacılara da gösterdiler. Tören özellikle bu çeşitliliğiyle yeni Fransa’nın nasıl bir ülke olduğunun net bir hatırlatmasıydı. Macron'un dediği gibi, "This is France."
Bugün Avrupa’da kiliseye vatandaşların vergisinden pay aktarılmayan tek ülke hala Fransa. Ama din elden gitmiyor. Tıpkı Madonna’nın 50 yıllık kariyerinde olduğu gibi, dünkü televizyon şöleninden sonra da Katolik Kilisesi’nin sarsıldığını düşünmüyorum.
Dün televizyon başından kalkıktan sonra kendisine yeni bir cinsel kimlik edinen insanların olduğunu da zannetmiyorum. Ama, lütfen, eğer TRT’nin yayından sonra Türkiye’de “erkeklik” elden gittiyse bana haber verin.