Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Eski Bodrum'dan kimler kaldı

        Dün günün önemli bir vaktini yazdığımı hatırladığım ama şahsi arşivimde yer almayan eski bir Bodrum yazımı aramakla geçirdim. Sıfırdan oturup yazsam daha kolay olurdu aslında. Niyetim Çetin Altan gibi “43 sene öncesinden bir yazı” diye eski bir makalemi yayımlamak değildi. Amacım benim için “Eski Bodrum”un nasıl bir yer olduğunu hatırlamak ve hatırlatmaktı. O zamanlar Bodrum hakkında neler yazmışım, neler düşünmüşüm, nasıl bir yermiş Bodrum? Bodrum’da herkes o eski Bodrum’dan bahsediyor, ama eski elbette kişinin yaşına göre değişiyor.

        Maça Kızı’nda kahvaltıda yan masada kendi aralarında sohbet edenleri dinliyorum. “Ben senin annenle 1977’de tanışmıştım,” diyor bir arkadaşı otelin sahibi Sahir Erozan’a. “17 yaşındaydık, ilk kez evden kaçıp gelmiştik. Annen bizi şöyle bir tarttıktan sonra geçin içeri diye karnımızı doyurup oda vermişti. Orada Örsan Öymen ve Bedri Koraman’la tanışmıştık ilk kez.” Erozan sesinin tonunu yan masaların duymayacağı tona ayarlayarak annesiyle ilgili bir anısını anlatıyor.

        Bir gün önce yemekte, rahmetli Güngör Uras’ın eşi Nuran Uras ilk kez Bodrum’da yazlık aldıklarında Maça Kızı’na denize girmeye gittiklerini anlatıyor. “İş adamlarının tekneleri vardı, ama yazarlar, çizerler, entelektüeller bütün günü burada geçirirlerdi,” diyor. “Akşam sahile masalar atılır, üzerlerine beyaz örtülerle çok şık bir yer olurdu.”

        Benim hatırladığım Maça Kızı’ysa 2000 yılında açılan, akşamüstü partileriyle adını duyuran ve bir anlamda Bodrum ve Türkbükü algısını değiştiren otel. O zamanlar Türkbükü ve Maça Kızı yeniydi, onun bile üzerinden 25 sene geçmiş. Türkübü’nün yolu bile olmadığı, kimsenin adını dahi duymadığına dair binlerce yazı var.

        HER GECE BODRUM

        Eski Bodrum klişesi üzerine takılmamın nedeni az-çok benim de burada belli bir tarih biriktirecek kadar uzun yıllara yayılan tatiller yapmış olmam. Eski yazılarımı arıyorum, çünkü hayal-meyal 90’ların sonu 2000’lerin başında gazetelerde ve televizyonlarda Türkbükü haberleri çıkmaya başladığında kayıtsız kalamadığımı hatırlıyorum. O zamanlar çalıştığım Radikal İki gibi sol-entelektüel ve ‘snob’ (hakaret sayılmayacaksa ‘züppe’ diye tercüme edebilirim) bir gazetenin bile radarına girmişti Türkbükü modası. Demek ki yadsınamayacak kadar büyük bir toplumsal ilgi olmuş o zamanlar yeni keşfedilen bu koya.

        Bugün hiç kimse Bodrum’dan bahsederken Selim İleri’nin adı içeriğinden daha fazla akılda kalan “Her Gece Bodrum” romanına gönderme yapmıyor. Oysa ben buradan yolladığım yazılardan birine “Her Gece Türkbükü” başlığını atmıştım. “Bir zamanlar Halikarnas Balıkçısı’nın…” diye başlayan cümlelere de rastlamıyorum çok uzun zamandır. Eski Bodrum gibi eski Bodrum’a dair entelektüel klişeler de çoktan unutulmuş demek ki. Eski Bodrum diye zırlayıp durmak da başlı başına bir klişe zaten.

        Eylül’de Bodrum’a gideceğimi söylediğim herkes bana “En güzel zamanı,” dedi. Uçağa giden otobüste—çünkü THY asla körük kullanmıyor—konuşan iki işadamı Eylül’ün Bodrum’un en güzel zamanı olduğunu kendi aralarında konuşuyorlar. Uçakta ön sırada oturan yolcu, Bodrum havalimanından beni almaya gelen görevli. Bodrum’un en güzel zamanı diyor. Bir kişiden daha “Bodrum’un en güzel zamanı Eylül’dür,” cümlesini duymaya tahammülüm yok artık. Eski Bodrum’dan bahsetmek kadar Eylül’ün Bodrum’un en güzel zamanı olduğunu söylemek de büyük bir klişeye dönüşmüş

        ÖLÜM İLİŞKİLERİ

        Bu sene, hatırlayamadığım kadar uzun zamandan beri ilk kez bir yaz mevsimini Türkiye’de geçirmedim. Yurtdışında yaşamaya başladığımdan beri birkaç gün de olsa mutlaka uğrardım. Ege suyu yemeden kışa hazırlanmazdım. Ama bu yıl içimden gelmedi. Merak dahi etmedim. Son birkaç yazdır kıyı şeridimize dair giderek artan hayal kırıklıklarım bu sene doruk noktasına geçti ve ben de yazın tatil yapabildiğim kısmını suyun öteki tarafında geçirdim.

        Türkiye’de tatil yapamamakla ilgili şikayetlerim başkalarıyla ortak: kontrolden çıkan fiyatlar, sahil şeridinin işgali, betonlaşma, hizmet kalitesinin giderek düşmesi. Ayrıca insanların mutsuzluğu, çalışanların memnuniyetsizliği, ülkedeki genel olumsuz hava da yaz tatilinin neşeli havasını olumsuz etkiliyor. Daha fazla saymama gerek yok, Beyaz Türkler çok dertli.

        Yaz sonunda, sırf adet yerini bulsun, en çok da Ayla’yı deneyeyim diye, Bodrum’a gittim. Daha iner inmez, ironik bir biçimde, kendimi eski Bodrum’da buldum üstelik. İroni şurada: Eski Bodrum’un artık bir zamanlar yeni olarak Maça Kızı’nda yaşaması.

        CEHENNEM KRALİÇESİ

        2002’de Bodrum’da yazdığım izlenimlerin bir kısmı—iyi bir yazı değil, şimdiden özür dilerim:

        “Bodrum’un birkaç yazdır içinde bulunduğu durumu anlatacak en güzel kelime zulüm herhalde. Bodrum da, Bodrumlu da zulüm çekiyor. (…) Bu Ege kasabası nicedir istila altında. Ege insanının sıcaklığı, Bodrum’un beyazlığı gibi yerel dokuları neredeyse tamamen siliniyor, üzeri çiziliyor ve ortaya İstanbul’un bir mikrokozmosu çıkıyor: ‘Bir kısım İstanbul’ burayı da nihayet kendine benzetti.

        Sayıları üç – dört bin arasında gezinen bir insan grubu bu. (…) İstanbul’da yaşıyorlar, içlerinden bir kısmı da ünlü. Bir kısmınınsa neden ünlü oldukları bile meçhul. Birinin kızı, oğlu, arkadaşı, sevgilisiler. (…) Gazete haberlerinde bir kulüp hakkında ‘yıkılıyor’ yahut ‘çok in’ gibi yorumlar okuyorsanız, bilin ki kalabalığı bu insanlar oluşturuyor.

        “Bu insan topluluğunun iki yazdır öncelikli tatil yerleriyse elbette Bodrum, Türkbükü. Hafta sonları Bodrum’a kalkan uçaklarda 15 sırayı aşkın ‘business class’ yolcusu oluyor. Gidiş – dönüş 60 milyon TL farkla kalkışlarda şampanya içip, yolda da rozbifli veya somonlu bir açık sandviç yiyorlar. Türkbükü’ne vardıklarındaysa butik otellerine yerleşip bir anda önce iskelelerdeki şezlonglara kurulup keyif yapmaya hazırlanıyorlar. Aynı denize farklı iskelelerden girmek sınıf farkı göstergeleri oluyor.”

        Benim aktardığım gözlemlerin bir benzerini, İstanbul’un Türkbükü’ne taşınmasını bir zamanlar Bodrum’da yazlık Safran açan işletmeci Altan Yağcı da yaptığımız bir söyleşide paylaşıyor:

        “Sadece herkes mayolu görünüyor. Hiçbir değişiklik yok, hal tavır, her şey aynı... Tamam, olabilir ama bir alternatif gerekli. Türkbükü’nde benim gördüğüm birbirinin aynı bir sistem var. Kurulmuş, hiç saşmıyor. Saat 17:00’de birdenbire millet şezlonglarından fırlıyor, o müziğe eşlik ediyor, biliyor o günün nasıl geçeceğini.”

        Yağcı’nın ya da sinema oyunculuğu yaptığı yıllardan kalma adıyla Aslı Altan’ın bugün de yabancısı olmadığımız bir tespiti daha var: “Ama Bodrum boş. Bunun 40 tane nedeni olsa gerek ama bir kere çok pahalı. Aşırı pahalı. Ve hakikaten can sıkıcı pahalı. Bu Türk Hava Yolları’ndan başlıyor, oteller ardından geliyor. Türkiye’de sezonu bir buçuk aya sıkıştırıyorlar.”

        BİR AKŞAM ALACASI

        Benzer kaygılar 20 yılı aşkın süredir dillendiriliyor, o zamanlar da Bodrum’un yaşadığı değişime kuşkuyla bakan benim gibiler de olmuş. Eminim daha önce de daha eski Bodrum özlemle anılıyordur.

        Ama birkaç gün önce gördüğüm değişim hiç kimsenin tasavvur dahi edemeyeceği, 2000’li yıllarda biz kendi aramızda “Türkbükü çıktı, Bodrum bozuldu,” diye kaygılanırken hayal gücümüzün bile alamayacağı kadar keskin olmuş.

        Bodrum’un, tıpkı İstanbul boğazı gibi bir avantajı var: Ne kadar çabalanırsa çabalansın yine de doğal güzelliği ve cazibesi yok olmuyor. Ama yapılaşmayı geceleri daha net görmek mümkün: Türkbükü koyu neredeyse İstanbul Boğazı gibi bir ışık seli. Türkbükü’nün benim de yazdığım ilk yıllarından bu yana yaşadığı değişimi, abartılı inşaat hamlesini bu ışıklardan ölçmek mümkün.

        Bu yüzden Maça Kızı’nın ilk müşterileri 1977’yi anarken, ben de—o zamanlar hafif eleştirerek anlattığım—2000’lerin başını bile özlüyorum.

        Karşı koyda açılan bu yazın en iddialı oteli Maxx Royal’in 24 adlı lokantasında—çalışanlara ‘twenty four’ demeniz gerekiyor anlamaları için—fiyatlar Euro’yla. Dünyanın hiçbir yerinde 35 Euro’ya kokteyl gördüğümü hatırlamıyorum. Türkiye’de mönülerde fiyatların Euro’ya yazılmasının norm olduğunu da.

        Buggy’le koyun öbür ucundaki Mykonos’tan ithal Scorpios’a gidiyoruz. İstanbul Havalimanı’ndan bu dev tesise yürümeyi sevmeyen Türkler bu “buggy” işini çok sevdi. “Büyüğü” de çok sevdiler. Çünkü havalimanı gibi bu otelin de büyüklüğü makul yürüme mesafelerinin ötesinde. Büyük her zaman iyi mi? Büyük aşağı yukarı her zaman Dubai demek. Saray / Beştepe / Külliye konusunda infial geçirenler henüz bu devasa oteli görmedi. Seneye karşı koya Bulgari Otel de geliyor, sahillerimize bir mücevher gibi konmak için. Burada ironi yapıyorum.

        CEMİL ŞEVKET BEY, AYNALI DOLABA İKİ EL REVOLVER

        Merak ettiğim bir eski Bodrum daha var: Torba’daki Sanat Evi yerinde duruyor mu acaba? Bir sanat evi değil, küçük bir plaj aslında burası. Ama müdavimleri aşağı yukarı aynı ve epey bir zaman önce birkaç akşamüstü onların aralarına dahil olma şerefine ulaşmıştım.

        Ferdi Özbeğen önderliğindeki bir tarikatın havanın soğuduğu günlere kadar vaktini geçirdiği, genellikle öğleden sonra uğradıkları üyeliği olmayan küçük bir kulüp gibiydi burası. Dönen muhabbet ve dedikodunun sınırı yoktu, uzaktan seyirci olmak bile Bodrum’un Bodrum olduğu günlere ışınlanmaktı. Denizde en az iki saat kalmayı orada yaşadım ilk kez, çünkü bol dedikoduyla ağır ağır kulaç atmadan “yüzülüyordu.”

        Ferdi Özbeğen’e sık sık Zeki Müren anılarını anlatmasını isterdim. Paşa’nın Bardakçı koyunda etrafına kadınları toplayıp saatlerce bel altı fıkra ve hikayeler anlattığı günleri yaşamış gibiydim: Bazı aylar 31 çeker, Şubat en fazla 29,” gibi berbat espriler bir zamanlar Sabah gazetesinin kuponla verdiği Zeki Müren fıkraları kitabında yer alırdı. Böyle bir Türkiye’, böyle bir Bodrum’du.

        Sanat Evi’nin ilk kaybı Ferdi Özbeğen oldu sanırım. Müdavimlerden başka kimler artık aramızda yok? Çok çok az bilinen şarkısı olmasına rağmen Türkiye’nin kolektif hafızasına yer etmiş Akrep Nalan’la bir daha aynı masada oturamayacağım. Savaş Ay da erken gidenlerden.

        Ali Poyrazoğlu buralarda ama 80’ler Bodrum’unun o çekirdek ekibine sonradan eklenen Fatih Ürek gibi eksilen arkadaşlıkların ardından kendisini yalnız hissettiğine eminim. Her yaz Sanat Evi’nin iskelesinden slip mayosuyla denize giren ve bu sayede yazın başladığını müjdeleyen Fedon artık haber bile olmuyor. Selim İleri’nin romanlarına göndermenin yok olması gibi Fedon’un slip mayosu da bir kuşağın hafızasından silindi gitti.

        Sanat Evi ekibinin de bir akşam, Özbeğen’in doğum gününde “Rahmi Bey’in özel şarkıcısı” diye takdim edilen biriyle tanışmıştım; “Mr John” mıydı? O nerelerde acaba? Ekipten Ertan Öztaş da yazları Marmara Adası’nda çıkıyor artık, Bodrum’da değil. “Bestelerin Efendisi” olarak bilinen ve her yaz yanına aldığı bir başka kadın vokalle sahne alan tek kişilik dev orkestra Bülent Özdemir ise hala buralarda, çünkü bir bez afişte adını gördüm.

        Sanat Evi’ndeki kadroya Ahu Tuğba’yı oturtmak zor olabilir. Ama o da bu ekibin vazgeçilmez bir parçasıydı ve gerçek hayatta da en az beyaz perdede olduğu kadar “sex bomb”du ve bunun fazlasıyla farkındaydı. Yakın zamanda o da gitti.

        KIRIK DENİZ KABUKLARI

        Maça Kızı’nın sahibi Sahir Erozan geçenlerde “Eski Bodrum” tartışmaları hakkında Cemil İpekçi’nin bir yorumunu aktardı: “Ben de aynaya bakıyorum, 40 sene önceki Cemil’i göremiyorum.”

        Değişim kaçınılmaz. Ben de kendimi eski Bodrum nostaljisi yapanlar gibi hissediyorum. Bundan bir 20 sene sonra, belki bugün 1977’deki Maça Kızı’nı ananlar gibi, ben de “Ah o eski Maça Kızı yok muydu?” diye anlatacağım. Oysa, mesela, Hydra’da birisi adanın geçmiş yıllarını anlatırken bizimki gibi acı çekmiyor: “Bir zamanlar bu adada eşekler vardı, Leonard Cohen şu cafe’de otururdu,” diye söze girmiyor. Çünkü eşekler de orada, Pirate Bar da.

        Yunanistan’ın bir avantajı ellerinde koruyacak ya ve mahvedecek kadar çok adalarının olması. Bizim elimizde bir Bodrum vardı. Korumamayı tercih ettik. Bizimki hayatın doğal akışı ve dünyanın olağan değişim ve ilerlemesinden daha öte, zorlama ve vahşi bir tercih oldu.

        Mazhar Alanson yazılış hikayesini birkaç kere değiştirdiği ama hepimizin “Yandım” olarak bildiği şarkısını ilk kez Okan Bayülgen’in “Zaga” programında seslendirdiğinde, bunun “Bodrum Bodrum” parçasının devamı olduğunu anlatmıştı. Akla gelen ilk dize de “Hatıralarımın üstüne oteller yapmışlar,” cümlesiydi.

        Bir süredir “Enişte Gözüyle Bodrum” kitabının yazarı akademisyen Baskın Oran ve sanat güneşi Zeki Müren’in evleriyle—ortak ev değil, ayrı ayrı—Halikarnas Disco’nun da yer aldığı Bodrum’un Kumbahçe mahallesinde pansiyon işletiyor Cemil İpekçi. Bu yaz çektiği bir video’da pansiyonu kanalizasyon basmasına ve belediye hizmetlerinin yetersiz kalmasına isyan ediyordu: “Zaten iki müşteri vardı, onlar da kaçtı.”

        Bodrum’da evi olanlar günde üç-dört kere elektrik kesildiğini, ancak taşıma suyla depoyu doldurabildiklerini anlatıyor. Nasıl anlatsam, nereden başlasam, bilemedim. Hatırlarımızın üzerine kanalizasyon bastı.