Aydemir Akbaş’la 2010 yılının Ocak ayında Etiler’de bir gece kulübünde, sabaha karşı tanıştım ve biraz gençliğin, biraz içkinin verdiği cesaretle yanına gidip kafasını şişirdim. İçimde yıllardır ona karşı söylemek istediklerimi biriktirmiştim, bu fırsatı tepemezdim.
Önceki gün çok büyük bir oyuncuyu kaybettik. Onun ne kadar büyük bir oyuncu olduğunun pek çok kişi tarafından bilinmediğini düşünüyorum. Zaten o gece de gidip—yazıya da yansıyan şımarıklığımla—huzurunu bozmam bundandı.
Telefonumda numarası duruyor. Hayal meyal hatırlıyorum; galiba hakkında yazdığım yazıyı Erdal Özyağcılar okuyup ona söylemiş, o da bana sonradan telefon açmıştı. Onunla daha fazla sohbet edebilmeyi isterdim. Ama onu beyaz perdede bir rolde görmeyi daha fazla isterdim.
Anısına, 12 Ocak 2010 tarihli olması gerek, Akşam’daki “Türkiye sizi pornocu olarak hatırlayacak” başlıklı yazımı yeniden paylaşmak istiyorum. Bugün bu yazıyı yeniden okuduğumda sanki hayattaki bir insanın “ardından” yazılmış gibi tüylerimi ürpertiyor. O gün o hiç gitmeyecekmiş gibi yazmışım.
*
Epey bir zaman önceydi, tek başıma güneye gitmiştim, bir otele kapanmış ve yaz tatilimi odada geçiriyordum. Bütün gün balkondan dışarı bakıyor, diğer zamanlarda da televizyon izliyordum. O sıralar imdadıma TRT-Int yetişti. Her gün Türk televizyonculuk tarihinin en harika prodüksiyonlarından biri olan “Hanımın Çiftliği”ni yayınlanıyordu.
“Hanımın Çiftliği” yeniden çevrilince YouTube’dan eski bölümleri bulup bir daha izledim ve bugün de aynı tadı aldım. O dizide asıl beni etkileyenlerden Aydemir Akbaş’ın oyunculuğuydu. Yaptığı erotik-komedi filmlerine aşina olduğumuz Akbaş’ın nasıl muhteşem bir aktör olduğu bu dizide ortaya çıkıyor. Öyle böyle bir oyunculuk da değil; samimi söylüyorum, Robert De Niro görse kıskanır.
O gün bugündür Aydemir Akbaş’ın hakkı yenen çok büyük bir aktör olduğuna inanıyorum. Ve bir gün yeniden oyunculuğunu sergileyecek, buna başkalarına da ikna edecek bir film yapmasını bekliyorum. Bir de kendi kendime amaç edindim: Bir gün bu adamı bulacağım, nerede olursa olsun gidip konuşacağım, şöyle bir sarsılmasını isteyeceğim.
“Hanımın Çiftliği”ni izlediğim yaz tatilinin üzerinden çok zaman geçti; o zamandan bu zamana birkaç kere aynı ortamlarda denk geldim Aydemir Akbaş’la. Doğrusunu söylemek gerekirse yanına gidip konuşmaya çekindim: Ters olduğu, aksiliği, canı istemediğine küfürler edip başından attığını biliyordum. Şimdi kalkıp biri ona ukalalık yapsa belki de tatsızlık çıkacaktı...
Ta ki Cumartesi gecesine kadar. Şamdan’ın bahçesinde, sabaha karşı onu gördüm. Barda oturmuş, önünde rakı kadehi kendi kendine takılıyordu. Bir şekilde tanıştırıldık, bir şekilde ben cesaretimi topladım ve onunla konuşmaya başladım.
Önce oyunculuğunu övdüm. “Hanımın Çiftliği”nden ödül aldığını söyledi. “Yetmez,” dedim. “Ben Cannes’dan, Berlin’den ödül almanızı bekliyorum.”
Ve devam ettim: “Eğer bir şey yapmazsanız Türkiye sizi ‘Civciv Çıkacak Kuş Çıkacak’la hatırlayacak. Kimse iyi bir oyuncu olduğunuzu bilmeyecek. Bunu siz kendi kendinize yaptınız.”
“Ben ‘Civciv Çıkacak Kuş Çıkacak’ın Aydemir’i değilim,” diye karşılık verdi. Bu filmin kendisinin olmadığını ısrarla vurguladı.“Civciv Çıkacak Kuş Çıkacak” onun filmi değil, ama 70’lerdeki erotik film furyasının simgelerinden...
“Hiç itiraz etmeyin, bu insanlar sizi o pornocu diye hatırlayacak eğer bir şey yapmazsanız,” diye üsteledim.
Bir dönem çok para kazandığını anlattı... Sıkı yönetim dönemlerinde kendisine nasıl baskı uygulandığından... Kurduğu tiyatronun nasıl battığından... Paraları nasıl harcadığından... Kendisine nasıl yüklenildiğinden...
Solcu olduğunu öğreniyorum. Siyasi gündemden bahsediyoruz. Konulara, haberlere, ayrıntılara hakimiyeti dikkatimi çekiyor. Ergenekon’da yaşanan komedileri, askerin nasıl yıpratıldığını, liberallerden ama özellikle de Oral Çalışlar’dan ne kadar iğrendiğini anlatıyor... Arada bol bol küfürler de uçuşuyor elbette; küfür ona yakışıyor.
Aydemir Akbaş 74 yaşında. Hâlâ geziyor; içiyor, eğleniyor, hayatını yaşıyor. Tüm bunların yanında yaşadığı ülkede ne olup bittiğiyle de ilgili, haberdar.
Ama beni daha da şaşırtan bir tarafı daha var. Hâlâ çalışıyor: Tam beş ayrı senaryo üzerinde. “Senaryoyu bilmem ama ölmeden mutlaka bu dediğin yerlerin birinden ödül alacağım,” diyor. “Bir rol var, bu rolü ben oynayabilirim ya da yalnız bir başka kişi: Şener Şen...”
Acele etmesi gerektiğini, bir an önce bu filmleri yapıp tarihe kendi adını hak ettiği şekilde yazdırmasını söyledim. “Kendi kariyerinize en büyük hatayı siz yaptınız,” dedim. “Küsmeyecektiniz, erotik filmlerden dolayı üzerinize geliyor, yükleniyorlar diye pes etmeyecektiniz. Kaldı ki çok da komik filmlerdi bunlar; gülüp geçecektiniz ve ne büyük bir oyuncu olduğunuzu kanıtlayacaktınız.”
“Bana bu söylediklerini, hem de en ağır bir şekilde, hareketlerle, küfürlerle gazetende de yaz” dedi...
Bu yazıyla o geceki konuşmamızı “sarhoş muhabbeti” diye geçiştirmeyip belgelemek istiyorum.
Ama ondan bir isteğim daha var.
Anılarını da yazması gerekiyor. Aydemir Akbaş’ın hayatı bir anlamda Türkiye’nin de tarihidir: İnan Kıraç’la Galatasaray Lisesi’nden sınıf arkadaşı mesela... Darbeler döneminin ardından erotik sinemanın yıldızı... Ama tarihinde Yılmaz Güney sineması ve Yılmaz Güney’le dostluk da var... Tarihimizin en renkli medya patronu Erol Simavi’nin masasında o var; İbrahim Tatlıses ve şürekâsının en önemli figürü de o... Siyasetten gece hayatına pek çok ortamın içinde...
Söylediğine göre yazmış. Ölümünden sonra yayımlanacakmış.
Gerçi umarım daha uzun yıllar o kitaptan mahrum kalırız; bu arada da söylediği filmleri çeker. “Tek bir izleyicinize bile borçlusunuz,” diye bitirdim kafasını şişirmeyi. Bir akşam Galatasaraylılar Derneği’nde uzun uzun konuşmak için sözleşiyoruz.
Ben o gece verdiğim sözü tutuyorum. Sıra onun sözlerini tutmasında.
*
Galatasaray Derneği’nde uzun uzun konuşmak için bulaşamadık. Onu çok özleyeceğim.