Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Bugün İngiltere’de seçimler var ama kimsenin heyecanla takip ettiğini zannetmiyorum. İngilizlerin bile. Bütün işaretler ülkeyi son 15 yılda yöneten muhafazakar iktidarın sona ereceği ve İşçi Partisi’nin başa geçeceği yönünde. Sonucu şimdiden belli olan bir maç adeta. İngiltere’nin büyümesi durdu, kamu servisleri, hele hele bir zamanlar ülkenin gururu olan sağlık sistemi çökmüş durumda, hapishaneler fazla kalabalık ve nüfusunun beşte biri fakirlik içinde yaşıyor. Londra’yı çıkarttığınızda bir zamanlar dünyayı yöneten ülke bu mu diyorsunuz.

İngiltere son yıllarda başka ülkelerin de başına bela olan dertlerle uğraşıyor. Muhafazakarlar “Türkler gelecek,” diye kampanya yapıp ülkeyi Avrupa Birliği’nden çıkardı ama iktidarları boyunca ülke rekor göçmen kabul etti. Varlığını göçmen karşıtlığı üzerine inşa eden siyasi figürler ülkedeki siyasi tartışmayı belirler oldu. Yönetilemez hale gelen ülke bir ara neredeyse her hafta başbakan değiştirdi. Boris Johnson gibi siyaseti şova dönüştürenler skandalla görevden ayrılmak zorunda kaldı. Görevden ayrılmaya hazırlanan mevcut başbakan Rishi Sunak’ın koltuğun ağırlığını taşıyamadığı eleştirileri var. İngiltere vatandaşı da ülkesinin prestij kaybının farkında ve ülkenin onurunu yeniden koruyacak, inşa edecek bir figür arayışındalar. İşçi Partisi’nin çıkaracağı Keir Starmer’in öncelikli görevi bu.

Seçimlerin anlam ve önemini bu kadarla özetleyebilirim. Üzerine birkaç söz daha söylenebilir ama hiçbiri giderek sıkıcılaşmaya başlayan bir ülkenin sıkıcı bir seçimi olduğu gerçeğini değiştirmez. Ancak bu seçimin tek bir ilgi çekici tarafı var. En az seçimler kadar kendisi de sıkıcı olan Keir Starmer. Yeni bir siyasetçi tipolojisinin başlangıcı olabilir.

DÜNYADAKİ RÜZGARLAR

80’lerde Türkiye’nin dünya eksenindeki önemini vurgulamak için dünyadaki merkez sağın yükselişinde Özal’ı da sayarlardı; Kohl, Reagan ve Thatcher’la birlikte. Bill Clinton, Tony Blair ve Gerhard Schröder’li merkez sol dünyaya yön vermeye başladığında Deniz Baykal da kendisini bu rüzgara monte etmeye kalktı. O sene CHP kurultayında Ricky Martin çaldılar, Baykal sahneden balonlarla Blair gibi indi. Ama o merkez sol dalga hiçbir zaman gelmedi. Ne geldiğini biliyoruz.

Çoktandır Türkiye’deki siyasi gelişmeler Batı ülkeleriyle değil daha çok otoriterliğin hakim olduğu rejimlerle birlikte anılıyor. Amerika ya da Fransa’daki seçimleri yorumlayan uzmanlar Türkiye’deki liderliği Macaristan, Rusya ve Hindistan’ı yönetenlerle bir sayıyor. Belki bu yüzden de İngiltere’deki seçimden Türkiye’ye projeksiyon yapmak beyhude bir çaba.

Ancak önceki gün Keir Starmer hakkında New York Times’da çıkan yazıyı okurken bir benzerlik çizilebilir diye düşündüm. Starmer’ın en büyük özelliği siyasetin teatral unsurlarını reddetmesi, Donald Trump ya da Boris Johnson gibi abartılı karakterlerin aksine son derece düşük profil çizmesi. Bir anlamda siyaset kültüründe değişimi simgeliyor.

Avukatlık yaptığı ve İşçi Partisi’ne girdikten sonra partideki aşırı uçları bir şekilde eleyip, merkeze daha yakın politikalarla liderliği kazandığı biliniyor. Fazlasıyla devletçi olduğu, devlete karşı açılan davalarda savunma yaparken hep İngiltere’nin tarafını tuttuğu, polisi koruduğu gibi bilgiler ülkedeki liberallerin canını sıkıyor. Onun yönetiminde İngiltere’nin otoriterleşebileceği gibi itirazlar yükseliyor.

New Left Review’nün editörü ve “The Starmer Project” kitabının yazarı Oliver Eagleton’ın New York Times’a yazdığı makalesine göre muhtemel yeni Başbakan “yavan politik stili olan ve politikalarını sık sık değiştirebilen bir eski avukat.” Bazılarına göre “bir muamma” ve seçim manifestosu Daily Telegraph tarafından “tarihin en ruhsuzu” olarak tanımlandı. Eagleton’a göre Starmer’ın uygulamaları sayesinde İşçi Partisi adeta muhafazakarların aynadaki yansımasına dönüştü: “büyük şirketlere itaatkar, içeride tasarrufu dışarıda militarizmi çevik eden.”

Solcular şimdiden Starmer’ın fazla otoriterleşebileceği, devletçilik yüzünden demokrasinin zarar görebileceği gibi endişeleri dillendiriyor. Ama daha çok projeksiyon yapıyorlar. Çünkü Starmer kendisini medyaya anlatmak için çok fazla çabalamıyor. Söyleşilerinden belli zaten; kurduğu kısa cümleler ya da tek kelimelik yanıtlarla medyaya slogan vermiyor.

SIKILMAK İYİDİR

Söylemedikleri Starmer’ın sıkıcılık derecesinde düzgün yaşayan, skandallara bulaşmayan, kurallara uyan bir olduğu. Dahası, büyük farkla seçimi kazanacak.

Medyanın ya da liberal kaygıların aksine belli ki İngiliz seçmen çok uzun zamandır kendi şovunu ülke menfaatlerinin önünde tutan siyasetçi modelinden sıkılmış. Şaşaadan, gösterişten, sistemin sınırlarını zorlayanlardan, abartılı uçlardan, hatta siyasette en geçerli olduğuna inanılan karizmadansa sadece işine bakan teknokrat tarzı bir lidere özlem duymaya başlamışlar. Şov siyaseti bir süre insanlara eğlence geliyor ama bir süre sonra vakti doluyor. Ve insanlar yoruluyor.

Ülkenin onuru, ekonomik durum, dış ve iç tehditler söz konusu olduğunda toplumlar görev adamı istiyor, bir medya yıldızı değil. İnsanların biraz nefes almaya, siyasetle ilgilenmemeye, görevinin ehli birine devrettikleri devlet işleyişine her dakika kafa yormamaya ihtiyacı var. Her sabah yeni bir skandalla uyanılmayan bir ülke iyi bir şey, emin olun.

İngiltere seçmenini tercihini ben de bir gün Türkiye’ye benzer yansımaları olur mu diye takip ediyorum. Pek çok kişi şimdiden yeni dönemin liderini kendilerince belirlemiş durumda. Ama ben ilk günden beri biraz daha temkinli olmak, 25 seneye yaklaşan yorgunluğun ardından Türkiye’nin de nefes almaya, hatta sıkılmaya ihtiyacı olabileceğini düşünüyorum. İngiltere seçimlerini benim dışımda en az birinin daha takip ettiğineyse eminim: Kızı İngiltere’de yaşayan, kendisi de uzun süre avukatlık yapan Mansur Yavaş.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar