Mayıs ayında Amerikan televizyonlarının yöneticileri her yıl olduğu gibi New York’ta bir otelin toplantı salonunda reklam verenle buluştu, yeni sezonda ekrana getirecekleri programları sundu. Ancak bu sene dört büyükler olarak bilinen ABC, NBC, CBS ve Fox’un yeni sezon programında komedi dizileri neredeyse yok gibiydi. Sadece iki kanal yeni sezonda ikişer tane yeni komedi dizisi yayınlayacağını açıkladı. Oysa Hollywood’daki grevden sonra ana akım kanalların büyük geri dönüşü olacaktı bu toplantı, beklenti yüksekti. Komedi dizileri de Amerikan televizyonunun olmazsa olmazıydı.
Sadece Amerikalı mı? Ta tek kanallı yıllardan beri Türk izleyici de Amerikan komedilerinin bağımlısıydı. Artık bu geleneğin sonuna gelindiğini, Amerikan komedisinin bildiğimiz haliyle ölüm fermanının yazıldığı söylenebilir.
DÖRT UYDURUK DİZİ
“Upfront” denilen toplantılarda kanallar en iddialı yapımlarını duyurur. Variety’e göre yeni sezonda NBC’de ekrana gelecek iki komedi dizisinden biri “Happy Place.” Babasından miras kalan bara hiç tanımadığı üvey kız kardeşinin ortak olduğunu öğrenen bir kadının hikayesi. Buradan bir “Cheers” çıkar mı, yoksa iptal mi olur göreceğiz.
NBC’nin bir diğer komedi dizisi “St. Denis Medical” ise ekrandaki hastane hikayeleri geleneğini sürdürüyor. Oregon’da bütçesi kısılmış, personeli az bir hastanede akıllarını kaçırmadan hizmet vermeye devam eden doktor ve hemşirelerin hikayesi. Fazlasıyla “Scrubs” mı dediniz? Yapımcılardan Justin Spitzer daha önce o dizide çalışmıştı.
Fox’ta da durum çok parlak değil. İki komediden “Going Dutch” Amerikan ordusundan ağzı bozuk albayın Hollanda’ya sürülmesi üzerine. Amerikan televizyonu “M.A.S.H.”den beri doğru dürüst bir ordu komedisi yapamadı. Yapımcılar 90’lardaki komedi dizileri benzeri bir eğlence vaat ediyor.
Bir diğer komedi dizisi “Universal Basic Guys” ise animasyon. Otomasyon yüzünden işsiz kalıp ayda üç bin dolar maaşa bağlanan iki erkek kardeşinin hikayesi. Fox geçmiş yıllarda “The Simpsons” ve “Family Guy” ile yetişkinlere yönelik çizgi filmlerde başarılı olmuştu.
En iddialı dört komedi buysa sipariş verilen diğer dizileri düşünmek dahi istemiyorum. Hiçbirini merakla beklemiyorum, bir tanesi bile heyecanlandırmıyor. Zaten ana akım kanallar çok uzun zamandır bir yaratıcılık sorunu yaşıyor. Kimi sinema filmlerin dizi olarak uyarlanması, geçmişte başarılı olan dizilerin eski ve yeni kadrolarla yeniden çekilmesi gibi çözümlerle dijital platformlarla rekabette bir şekilde ayakta kalmaya çalışıyorlar.
NBC’deki sit-com’u dokuz sezon süren ve televizyon tarihinin akışını değiştiren Jerry Seinfeld geçtiğimiz haftalarda New Yorker’a verdiği bir söyleşide ortalama bir Amerikalının akşam eve geldiğinde ekranda komedi dizilerini hazır bulduğunu anlatıyor. Televizyonu açıyorsunuz ve “M.A.S.H.” ya da “All in the Family” veya “Cheers” ekranda sizi bekliyordu. Bu dizilerin bazıları 10 sene sürdü ve tekrarları hala izleniyor. Komedi dizilerinin en büyük ismi olarak bilinen Norman Lear tabulara saldırarak “The Jeffersons” gibi klasikler yarattı. 90’lardaki televizyon devriminin en önemli üretimleri “Seinfeld” ya da “Friends” bugün hala yeni izleyici bulabiliyor. Ancak o zamandan bu zamana komedide ciddi bir kısırlık var. Sadece ana akımda değil, HBO gibi paralı kanallarda da nitelikli komedi bulmak mümkün değil.
AMAN RENCİDE ETMEYELİM
Şans verilen yeni komedilerin ömrü alışkanlık yaratamayacak kadar kısa tutuluyor. İyi rating alamıyorlar, kanallar arkalarında durmuyor, dizinin kimliğini bulmasına fırsat vermeden iptal ediliyorlar. Ekranda tutunabilen “Hacks” gibi bir diziyse eski kuşak bir komedyenin artık kabul görmeyen davranışlarının yeni kuşak bir komedi yazarı tarafından sürekli eleştirilmesi, ikilinin birbirinden öğrendiklerini kendilerini geliştirmesi üzerine kurulu mesaj içerikli bir dizi. Çok beğenilen “Abbot Elementary” ise ancak yoklukta güldürüyor.
Çoktandır iyi komedi yazarı yetişmiyor. Olanlar da hemen kapılıyor, zira çok fazla içerik üreticisi var. Komedinin ölümünün asıl sebebiyse günümüz Amerika’sında mizah yapılacak alanın giderek daha fazla daraltılması. Ricky Gervais gibi Amerika’da tanınan komedyenler herkesin rencide olduğu bu kültürel iklime karşı seslerini daha fazla yükseltiyor, insanların sinir uçlarına daha fazla dokunuyor ve rahatsız ediyor. Ama ana akımda bir zamanlar espri malzemesi olan hemen hiçbir konuya dokunulmuyor. Çünkü illaki birileri rencide oluyor, alınıyor, infiale geçiyor. “İptal kültürü” o kadar baskın ki televizyon yöneticileri başları ağrımasın diye komediye hiç bulaşmıyorlar.
Televizyonların son yıllarda ekrana getirdiği en başarılı komedi dizisi “Roseanne”di. 80’li yılların efsane dizisinin yeniden yapımı olan sit-com hala güldürüyordu. Ancak diziye adını veren Roseanne Barr’ın Trump desteği ve ayrımcı yorumları kadrodan çıkarılmasına neden oldu. Dizinin de mecburen adı değişti. Sanatla sanatçıyı ayırt etmek ne zamandır mümkün değil; komedi de komedyenle mizahı ayıramıyor.
Komedinin ölümü AK Partili yılların başlangıcından beri Türkiye’de de tartışıldı. Levent Kırca kendisine iktidarın program yaptırmadığını söyleyerek hayatını kaybetti. Aslında artık komik değildi ve yıllar içinde yıpranmıştı. Ancak yıllar içinde başka komedyenlerin önünün açılmaması, politikacılarının taklitlerinin yapılmasının gelenek olduğu bir ülkede siyasi mizahın öldürülmesi bir anlamda Kırca’yı haklı çıkardı. “Güldür Güldür” dışında aklıma komedi gelmiyor; Türklerin komediden anladığı Şahan Gökbakar’ın zeka çıtasını aşağı çekip kültürü yozlaştırması veya Gülse Birsel’in ısırmayan sütlü kahve mizahı sadece. Cem Yılmaz hayatı boyunca siyasi mizahtan kaçındı zaten, son yıllarda da sadece kendisini tekrar ediyor.
AŞIRI SOL HASSASİYETLER
Amerika’da siyasi baskı yok, ifade özgürlüğü de en geniş şekliyle anayasal güvence altında. Ama Chris Rock gibi komedyenler çok uzun zamandır üniversite kampüslerinde sahne almıyor. Seinfeld verdiği söyleşide komedinin ölümünü “aşırı sol” ve “politik doğruculuk saçmalığına” bağlıyor… “Başkalarını rencide etmemek için çabalayan bir güruh.”
Seinfeld de bu yorumlarından sonra “woke” insanların hedefi oldu. Birçok komedyen mizahın hala yapılabilir olduğunu kanıtlamaya çalıyor. Jon Stewart son yıllarda sadece birkaç kelime kullanmaktan men edildiğini, bunun da büyük bir mesele olmadığını söyledi mesela.
Ancak komedi kültürü birkaç sakıncalı kelimenin men edilmesinin ötesinde bir otosansürle boğuşuyor. Politik doğruculuğun yükselmeye başladığı 90’lı yıllarda yapılan komedi bugün izlendiğinde insan bazen şok geçiriyor, nasıl bunu yapmalarına izin vermişler deniyor.
Politik doğruculuk kaba hatlarıyla çeşitli nedenlerden dolayı azınlık olan gruplarla dalga geçilmesini engellemek için önemli bir filtre işlevi görüyor. Siyahlar, Yahudiler, özürlüler gibi sık sık hedefe konulan gruplar bu sayede korunuyor. Ama son yıllarda rencide olmaya hazır insan sayısı o kadar arttı ki, politik doğruculuk da ana hatlarıyla azınlıkları korumanın ötesinde azınlıklar içindeki alt grupların çoğu yapay hassasiyetlerini gözetmeye vardı.
Çok fazla örneğe boğmadan bence geldiğimiz noktanın ne kadar abartılı ve absürt olduğunu özetleyecek bir hadiseyi aktarmakla yetineceğim. Önceki gün bir yemek yazarı Instagram’da paylaştığı baget ekmeği fotoğrafının şikayet sonucu silindiğini anlatıyordu: Gluten yemeyenler rencide olduğu için algoritma fotoğrafı silmeye karar vermiş. Sonra da Avrupa’da neden aşırı sağ yükseliyor, Amerika’da neden Trump seçiliyor diye tartışıyoruz.