Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Avustralya'da iki İran

        İran kökenli Noora Niasari’nin yazıp yönettiği Avustralya yapımı ‘Şeyda’ (Shayda), dünya prömiyerini 2023’te gerçekleşen Sundance Film Festivali’nde yaptı ve Uluslararası Dramatik kategoride Seyirci Ödülü’nü kazandı. Yapımcıları arasında Cate Blanchette’in de yer aldığı filmin, geçtiğimiz yıl Avustralya’nın uluslararası kategoride Oscar adayı olduğunu belirtelim.

        ‘Şeyda’, İran’da doğan, Avustralya’da büyüyen ve Melbourne Üniversitesi'nde sinema eğitimi alan Noora Niasari’nin ilk uzun filmi. Kendi yaşamından esinlenerek çektiği ‘Şeyda’, 1995 yılında Avustralya’da geçiyor.

        Havalimanındaki açılış sahnesi, filmin gerilimli tonunu en baştan hissettiriyor. Film ilerledikçe, Mona (Selina Zahednia) ve annesi Şeyda’nın (Zar Amir Ebrahimi), Joyce’un (Leah Purcell) yönettiği bir kadın sığınma evinde kaldığını anlıyoruz. Küçük Mona’nın yeni hayatına alışmakta zorluk çektiğini, Şeyda’nın ise evin yerinin tespit edilmesinden endişe ettiğini gözlemliyoruz. Şeyda, hiç kimseye, özellikle de Avustralya’da yaşayan İranlılara güvenmiyor. Öyle ki, İran marketinden alışveriş etmekten dahi çekiniyor. Çünkü boşanmak istediği eşi Hüseyin’in (Osamah Sami) yapacaklarından çekiniyor. Evliliğin devamını isteyen Hüseyin’in kızının velayetini almak için her şeyi yapacağını biliyor. Hüseyin, Avustralya’da yaşasa dahi İran rejiminin erkek olarak kendine verdiği hakları kaybetmek istemeyen biri. İlerleyen bölümlerde kızını İran’da yetiştirmekten yana olduğunu açıkça söylüyor.

        Noora Niasari, Arri Alexa Mini kamerasıyla 1.37:1 dar kadraj formatında çektiği filmde, Şeyda’nın yaşadığı psikolojik huzursuzluğun, bitmeyen kaygılarının görsel karşılıklarını bulmakta hiç zorlanmıyor. Genelde karakterlerini yakından takip eden el kamerasını tercih ediyor Niasari. Dar kadraj formatıyla mekanlardan ziyade karakterlere, hareketlere odaklanıyor. Niasari, gerilim duygusu kadar anne ile kızın ikili dünyasını da öne çıkarıyor. Seyri keyifli bir film olduğunu iddia edemem ama Niasari, İran’daki rejimin Şeyda üzerindeki dolaylı baskısını hissettirmekte başarılı. Filmini de bu baskıya karşı verilen mücadele üzerine kuruyor. Bir sahnede eşi Hüseyin’in "İran’da olsaydın seni yaşatmazlardı" demesini unutmamak gerek. Filmin ele aldığı konulardan biri, İran rejiminin kadınlar üzerinde Avustralya gibi bir ülkede dahi etkisini hissettiren dolaylı baskısı… Hüseyin’in, tüm gücünü İran’daki rejimden aldığı çok belli. Rejim yanlısı İran göçmenleri de sonuçta onun tarafını tutuyor, gerektiğinde Hüseyin’in muhbiri gibi hareket edebiliyorlar. İran hükümetinin, Şeyda’nın Avustralya’daki üniversite bursunu kesmesi, atlanmaması gereken bir detay. Hüseyin’in Avustralya mahkemelerinden aldığı haftada bir görüşme izni sırasında kızı Mona’yı etkilemek için yapacakları hesaba katıldığında, Şeyda için boşanma ve velayet süreci giderek zorlaşıyor.

        Filmin ikinci teması aslında tam da burada belirginleşiyor. Şeyda, kızı Mona’nın tüm bu süreci en az psikolojik hasarla atlatması için elinden geleni yapmak zorunda olduğunu biliyor. İçindeki kaygıları, korkuları, gelecek endişelerini ona hissettirmemek için çaba gösteriyor. Ayrıca, henüz yasal statüsünün belli olmadığı yabancı bir ülkede yaşadığının farkında. İran’daki annesinin dahi içten içe Hüseyin’e dönmesini istediği belli. Avustralya yasaları onun yanını tutacak olsa bile yalnız anne olarak yabancı ülkede kendisini bekleyen zorlu geleceğin farkında. Ama tüm bu süreçte, önceliklerini doğru tespit edip sadece kızına odaklanabiliyor. Belli ki anneliğin verdiği güçle direniyor Şeyda. Dolayısıyla, anneliğin gücü ve önemi üzerine bir film seyrediyoruz.

        Aynı zamanda ‘korkuya teslim olmak ile korkuyu yenmek’ ikilemi üzerinden ilerleyen bir film ‘Şeyda’. Kendi kaygılarını yansıtmamaya çalışması bir yana, Şeyda’nın kızı Mona’ya korkularını yenmeyi öğretmesi de gerekiyor. Ama biliyoruz ki, sığınma evinde hayatını sürdüren kadınlar gibi Şeyda’nın korktuğu çok şey var. Sözgelimi, evin yerinin öğrenilmesi, gittiği yerlerde Hüseyin’in tarafını tutan arkadaşlara, akrabalara rastlaması ve başka şeyler… Peki, böylesi endişeleri olan bir anne, kızına korkuyu yenmesini, her koşulda hayatı sevmesini öğretebilir mi? Film bu sorunun yanıtını arıyor.

        Şeyda’nın Mona’yı İran kültürü ve folkloruyla yetiştirmek için gösterdiği çaba, hikâyenin en dikkat çekici yanlarından biri. Onları bekleyen en iyi senaryoda bile İran’a dönüş olasılığının biteceğini biliyor Şeyda. Buna rağmen, kızını köklerinden koparmak istemiyor. Tam aksine, yabancı bir ülkede ona İran kültürünü yaşatmaya çalışıyor. Sözgelimi, güney yarımkürede yurtlarından çok uzakta farklı bir iklimde ve mevsimde olmalarına rağmen İran Yeni Yılı’nı geleneksel şekilde kutlamak için ne gerekiyorsa yapıyor.

        Noora Niasari’nin filmdeki amaçlarından birinin, Avustralya’daki iki İran’ı anlatmak olduğunu düşünüyorum. Bir yanda, şeriatla yönetilen İran; diğer yanda Şeyda, Elly (Rina Mousavi), Ferhat (Mojean Aria) gibi özgür düşünceli insanların seküler İran’ı var. Avustralya’da her ikisinin de varlığını sürdürebildiğini görüyoruz. Şeyda’nın İran’ı, Hafız-ı Şirazi gibi şairleri, müziği, şarkıları, dansları, yüzlerce yıllık gelenekleri ve görenekleriyle varlığını zihinlerde sürdüren bir ülke…

        Niasari, sığınma evindeki hayat ve diğer yan karakterler üzerinden sadece İranlıların değil, farklı dinlerden, ülkelerden gelen erkeklerin de kadınlar için nasıl birer baş belasına dönüşebildiğini gösteriyor. Ama bunu Hüseyin dışındaki erkekleri filme dahil etmeden, sadece eşleri üzerinde oluşturdukları baskıyı somutlaştırarak anlatıyor. Niasari, kadın dayanışmasının her zaman mükemmel işlemeyebileceğini, sığınma evinde hayatın öyle çok da kolay olmadığını hissettirmekten geri durmuyor. Sığınma evi filmin ilk anlarından itibaren güvenli bir limandan ziyade dışardan gelen tehditlere açık geçici bir sığınak aslında…

        Mona’nın dönemin popüler Disney animasyonu ‘Aslan Kral’ı seyretmek istemesi ve onun ana karakteri aslan Simba’nın oyuncağına bağlılığı, büyük ihtimalle Noora Niasari’nin kendi çocukluğundan kalma gerçek anılar üzerinden şekilleniyor. O yüzden, baba–oğul ilişkisi ve ataerkil sistem üzerine bir masal olan ‘Aslan Kral’ın kendi babasıyla olan ilişkilerini tersten yansıttığını söylemek belki zorlama olur. Kesin olan, Mona’nın da her çocuk gibi babasına güvenmek, onu sevmek istemesi... Babasının onu çok sevdiğini, İran’a götürmek istediğini biliyor Mona. Peki, 6 yaşındaki Mona anne ve babanın temsil ettiği iki İran arasında tercih yapmak zorunda kalsa, hangisini seçecek? Film, bir yanıyla bu sorunun yanıtı üzerine kurulu…

        ‘Şeyda’ alçakgönüllü, iddiasız ama anlatımı ve senaryosuyla meselesine hâkim bir film. 2008 yılında İran’ı terk etmek zorunda kalan ve Fransa’ya yerleşen Zar Amir Ebrahimi’nin, Şeyda rolünde filmi sürükleyen başarılı bir performans sergilediğini de belirtelim.

        7/10