Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Avatar, nereye kadar gider?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        “Avatar”, Güneş Sistemi'nin ötesinde bir gezegen olan Pandora'da 2154 tarihinde geçse de çağımızın ve üstünde yaşadığımız Yeryüzü'nün meselelerini ele alıyor, diye yazmışım 2009’da ilk film gösterime girdiğinde. Aynı hikâyenin üçüncü halkası “Avatar: Ateş ve Kül” (Avatar: Fire and Ash) için de durum değişmiyor. James Cameron, sömürgeciliği ve gezegenimizin ekolojik dengelerini sarsan zihniyeti eleştirmeyi sürdürüyor.

        İlk film, Yeryüzü’nden Pandora’ya gelen askerlerden biri olan Jake Sully’nin (Sam Worthington) biyolojik olarak bir Na’vi’ye dönüşmesini ve sömürgecilerin gezegenden kovulmasını anlatıyordu. İkinci filmde, insanlar daha hazırlıklı ve güçlü olarak Pandora’ya dönüp, gezegeni ele geçirmek için harekete geçiyorlardı. Öncelikli hedeflerinden biri, Na’vi direniş hareketinin lideri olan Sully’yi yakalamaktı. Bu amaç doğrultusunda sürdürülen kirli savaşı gören Neytiri (Zoe Saldana) ile Sully, orman halkını korumak ve saklanmak için çocuklarıyla birlikte evlerini terk ediyor, resif halkına sığınıp deniz kenarında yaşamaya başlıyorlardı.

        Üçüncü filmin ilk düğümü, oğulları Neteyam’ı kaybetmenin acısını unutamayan Neytiri ile Sully’nin, Miles "Spider" Socorro’yu (Jack Champion) aileden uzaklaştırma kararı almasıyla atılıyor. İlk filmin sonunda bebek olduğu için dünyaya götürülemeyen ve Na’vi’lerin arasında solunum maskesi takarak hayatını sürdüren Spider’ın “kendi türüyle”, yani insanlar arasında yaşaması gerektiğini söylüyorlar çocuklarına. Oğulları Lo’ak’ın (Britain Dalton), evlat edindikleri Kiri’nin (Sigourney Weaver) ve küçük kızları Tuk’un (Trinity Bliss) kabullenemediği bir karar oluyor bu. Çünkü onlar, Spider’ı kardeşleri olarak görüyorlar. Bu arada Quaritch de Sully’yi yakalamak ve biyolojik oğlu Spider’ı bulmak için harekete geçiyor.

        Önceki iki filme göre hikâyenin en dikkat çekici yanı Quaritch’in (Stephen Lang) ateş ve kül halkı olarak anılan, volkanik bölgede yaşayan Mangkwan klanının lideri Varang (Oona Chaplin) ile yaptığı ittifak… Orman ve resif halkından çok farklı olan, korsanlıkla geçinen Mangkwan’ların gezegenlerini sömürmeye gelen uzaylılara, yani insanlara verdiği destek, Na’vi halkına hiç düşünmeden ihanet etmeleri, üçüncü filmin ayırt edici özelliklerinden biri.

        Mangkwan klanı, western filmlerinde beyazlarla iş birliği yapan Amerikan yerlilerini akla getiriyor. Çocukluğumda okuduğum resimli romanlarda, kötü niyetli beyazlar yerlileri içki ve silahla kandırır, onlara her istediklerini yaptırırlardı. Burada da benzer bir durum var. Her şeyiyle tipik bir sömürgeci beyaz olan Quaritch, Sully ve Spider’ı bulmak isterken Varang liderliğindeki Mangkwan’larla karşılaştığında onları gözüne kestiriyor. Yerel halkın ateşli silah kullanmadığı gezegende gelişmiş otomatik silahlar vadettiği Varang’ı yanına alarak bir sürek avı başlatıyor.

        James Cameron, ikinci filmde özellikle genç karakterlerle öyküyü zenginleştiriyor; seriyi Sully ve Neytiri’nin hikâyesi olmaktan çıkarıyordu. Üçüncü filmde, önceden tanıdığımız karakterlerin daha derinlemesine geliştirildiğini, her birinin kendi meseleleriyle karşımıza geldiğini görüyoruz. O yüzden, filmi hikâyesinden ziyade karakterler üzerinden yorumlamak daha doğru...

        İlk kez “Avatar: Ateş ve Kül”de karşımıza çıkan Varang, öfkesi ve nefretiyle yaşayan isyankâr bir karakter. Onun isyanı Pandora’nın tanrıçası Eywa’ya… Volkanik patlamalarla yerleşik düzenleri mahvolan Mangkwan halkının başına gelen her şey için onu suçluyor. Eywa’nın halkına haksızlık yaptığını düşünüyor. O yüzden, elinden gelen her kötülüğü yaparak, aynı gezegeni paylaştığı diğer Na’vi’lerin Eywa’ya olan inançlarını yıkmak istiyor. Açıkçası, saf kötülüğü temsil eden karakterler bana hep biraz sığ gelir ama Varang onlardan biri değil sanki. Önceki iki filmde Na’vi halkıyla Pandora ve Eywa’yı birbirinden ayırmak mümkün değildi. Na’viler kendilerini tabiatın ve Eywa’nın parçası olarak görüyorlardı. Mükemmel bir harmoniden söz ediyorduk. Varang ise bu uyumdaki ilk büyük çatlak olarak açıkçası ilgiye değer bir karakter. Bir anlamda, Pandora’nın zayıf ve kırılgan yanını temsil ediyor. Eywa’nın tüm evlatlarını aynı şekilde mutlu edemediğini gösteriyor.

        İlk filmden bu yana hikâyenin antagonisti olan Quaritch, bu kez derinlikli ve kompleks bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Cameron, riske girerek, Neytiri ve Jake Sully’yi biraz geri plana atma pahasına Varan ile Quaritch’e daha geniş bir alan açıyor. Varang, kendi türüyle insanlar arasında kalırken Quaritch, daha zor ikilemlerle yüzleşiyor. Bir yanda, babalık yapamadığı oğlu duruyor. Diğer yanda, intikam duygusu ve asker kimliğiyle üstlendiği görevleri var. Kaldı ki, kendisi de somut bir ikilemi temsil ediyor. Jake gibi o da insan bedenine dönemeyecek bir Na’vi artık. Varang ile aralarındaki cinsel çekimi unutmamak gerek. Gerçi film boyunca Jake Sully’yi yakalama fikrinden hiç vazgeçmiyor ama oğlunun durumunun kafasını karıştırdığını ve Jake Sully’den eskisi kadar nefret etmediğini görüyoruz. Filmdeki karşılaşmalarından birinde Jake Sully’ye açık açık “Oğluma iyi baktığınızı görüyorum” diyor zaten. Karşı taraflarda dursalar da Sully ile bu filmde aralarında farklı bir bağ kurulduğu kesin. Bir sahnede Sully, “içindeki insanı bırak ve her şeyinle bir Na’vi ol artık” anlamına gelen şeyler söylüyor. Kabul etmese de bu seçeneği kafasında tarttığını seziyoruz. Özetle, Quaritch başta final olmak üzere üçüncü filme damgasını vuran önemli bir karakter.

        Oğlunun ölümüyle insanlardan daha çok nefret eder hale gelen ve Spider’ın varlığına artık katlanamadığını söyleyen Neytiri verdiği kararlarla hikâyeyi şekillendiren karakterlerden biri... Spider üzerinden, içinde uyanan ayrımcılıkla yüzleşiyor Neytiri…

        Spider konusunda Neytiri’ye hak veren ve onu ailesinden uzak tutmaya karar veren Jake Sully, ilerleyen bölümlerde daha zor ikilemler içinde buluyor kendini. Pandora için en doğrusunun ne olduğu konusunda karar verirken gerçek bir Na’vi gibi davranmak, içindeki insan yanı tümüyle yok etmek istiyor. Öfkesi ve vicdanı arasında kalan Neytiri’nin aksine Sully, sağduyusuyla doğruyu bulmaya çalışıyor. “Avatar: Ateş ve Kül”, Hazreti İbrahim’in oğlunu Tanrı’ya kurban etmek istemesine referans verdiği sahnesiyle akılda kalıyor. Varang ve klanı hariç, tüm filmi karakterlerin içlerindeki Eywa’yı bulma çabası olarak okumak olası.

        Neytiri’nin istemediği, babasının peşinde olduğu ve Parker Selfridge’in (Giovanni Ribisi), insanların Pandora’daki geleceği için kritik önem atfettiği Miles "Spider" Socorro ise filmin zihni en berrak karakterlerinden biri… Kimse onun kafasını çok karıştıramıyor. Öncelikleri net ve açık. Kimlik sorununu aşmış durumda. Kritik bir sahnede Sully’ye “Beni sevdin mi?” diye sorması, sevgiden başka hiçbir şeye önem vermediğinin göstergesi…

        Sadece Spider değil, diğer gençlerde de aynı kararlılığı ve sağduyuyu görüyoruz. “Avatar: Ateş ve Kül” yeni neslin ağırlığını hissettirdiği bir film… İkinci filmde ağır bir kimlik sorunu yaşayan Kiri, Eywa ile kurduğu / kuramadığı bağlar konusunda kendini kötü hissediyor başlarda ama içgörü ve sezgilerinin anne babası yerine koyduğu Neytiri ile Sully’den daha iyi olduğu o kadar açık ki… Film ilerledikçe giderek güçlendiğine, birçok konuda sorumluluk aldığına ve finalde, savaşın gidişine müdahale ettiğine tanık oluyoruz.

        Önceki filmin önemli karakterlerinden biriydi Neytiri ile Sully’nin oğlu Lo’ak… Herkesin çok sevdiği abisi Neteyam’ın gölgesinde kalan ve kendini yalnız hisseden Lo’ak, yeni filmin anlatıcısı aynı zamanda. Denizde kendi gibi başka bir “yalnız” bulması ve onunla kurduğu arkadaşlık “Avatar: Suyun Yolu”nun belki de en güzel yan hikâyesiydi… Lo’ak’ın balina benzeri büyük bir deniz memelisi olan ve kendi klanından dışlanan tulkanla kurduğu bağ, “Ateş ve Kül”ün de önemli yan öykülerinden biri. Kadim geleneklere karşı çıkma pahasına, doğru bildiğinden vazgeçmemesi ve arkadaşı tulkanı sonuna kadar savunması, Lo’ak’ın artık gerçek bir birey olduğunun göstergesi…

        Spider, Kiri ve Lo’ak, genç kuşağı temsil eden üç karakter olarak, önceki kuşaklara göre daha önyargısız ve özgür düşünceliler. En önemlisi sorumluluk almaya hazırlar. Sanki Eywa da bunun farkında çünkü onlar Pandora’nın geleceğini temsil ediyorlar.

        Karmaşık iletişim sistemleri ve duygusal zekâlarıyla insanlardan daha üstün bir beyne sahip olan tulkanlar, “Ateş ve Kül”ün hikâyesinde bu kez daha önemli bir yer tutuyorlar. Onları avlayıp para kazanmaktan başka hiçbir şey düşünmeyen insanlar, Yeryüzü’ndeki o büyük ve utanç verici balina kıyımlarını getiriyor aklımıza… Ve kendi aralarında iletişim kuracak kadar zeki olan balinaların onca kıyıma karşı insanlara, gemilere zarar vermediğini bir kez daha düşünüyoruz.

        İşte bu yüzden, Pandora her haliyle Yeryüzü’nün bir yansıması… Sömürgeci beyaz Avrupalıların, silah gücü kullanarak ortadan kaldırdığı bütün o dünya uygarlıklarını ve doğaya verdikleri zararı bir kez daha yüzümüze çarpıyor.

        Peki, Avatar gişelerde ne yapar? Seri nereye kadar gider? Popüler kültürdeki yerini sağlamlaştırır mı? Hazırlıkları devam eden dördüncü film, karşımıza gelir mi? Tüm bunları hemen yanıtlamak hiç kolay değil.

        Politik alt metinleri bir yana, James Cameron önceki iki filmde olduğu gibi aksiyon duygusunu yine çok sağlam tutuyor. Bir fantezi bilimkurgu örneği olarak “Avatar: Ateş ve Kül” her iki türün de iyi örneklerinden biri… Özel efekt işçiliği ve teknik kalitesiyle 2025’in en iyi yapımları arasında olduğu inkâr edilemez.

        Basın gösteriminin hemen öncesinde seyrettiğimiz 2-3 dakikalık videoda, filmde yapay zekâ kullanılmadığını ve her şeyin insanların denetimindeki bilgisayar kökenli görüntülerle yapıldığını açıklayan Cameron, özellikle performans yakalama tekniğindeki insan unsurunun altını çiziyor. Cameron yaptığı filmi yeni bir format olarak gördüğünü söylüyor aynı videoda. Kuşkusuz haklı ama 2025 itibarıyla “Avatar: Ateş ve Kül”ün, teknik anlamda 2009’daki ilk film kadar heyecan verici olduğunu söylemek zor. 3 yıl önce seyrettiğimiz “Suyun Yolu”nda özellikle denizaltında geçen sahnelerde yaşadığımız deneyim de heyecan vericiydi mesela. Ne var ki, “Ateş ve Kül”, görsel anlamda ilk iki filmin ötesine geçemiyor. Böyle bir iddiası da yok. Aslına bakarsanız, geçmesine gerek var mı, ondan da emin değilim. Çünkü ilk iki filmin teknik standartları zaten çok yukarıda.

        Sinema teknolojisinin yapay zekâ desteğiyle artık her şeyi mümkün kıldığı bir çağda, önemli olan hikâye, karakterler ve filmin söylediği söz olmalı. “Avatar: Ateş ve Kül” karakterler konusunda başarılı… Söylediği sözler ve ele aldığı meseleler konusunda ilk iki filme eklediği çok fazla şey yok. Hikâyesini övmek, açıkçası zor. Ama aksiyon ve epik bir anlatı olarak baktığınızda türün meraklılarını hayal kırıklığına uğratmayabilir; çünkü Cameron, seyir deneyimi olarak yine nitelikli bir iş koyuyor ortaya ve insanlar bu filme giderken parasının karşılığını alacağını biliyor.

        7/10