Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar 'Sonsuza dek' ama kiminle?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Ölümden sonra hayatı hayal etmeye çalışan filmlerin sinema tarihinde ayrı bir yeri vardır. İkinci Dünya Savaşı’nın milyonlarca insanı hayattan alıp götürdüğü 1940’lı yıllarda benzer filmlerin sayısının artması, kuşkusuz anlamlıdır. “Here Comes Mr. Jordan” (1941) “A Guy Named Joe” (1943), “Heaven Can Wait” (1943), “A Matter of Life and Death” (1946) gibi filmler, söz konusu alt türün klasikleri arasında kabul edilir. Vaktinden önce ölen kişilerin hayata geri dönme çabaları ve aşk, öne çıkan motiflerdir. Seyircilere kendini iyi hissettirmeyi hedefleyen duygusal, eğlenceli ve sıcak filmlerdir bunlar.

        “Sonsuza Dek” (Eternity), temelleri 1940’lı yıllarda atılan bu alt türün yeni örneklerinden biri… Öte yandan, son 25 yılda örneklerini defalarca gördüğümüz tarzda bir “erkek seçme hikâyesi” bekliyor bizi. Her şey, kadının kendini seven iki erkek arasından bir seçim yapması üzerine kurulu… Diğer “erkek seçme filmlerinden” farklı yanı, olayların öbür dünyada geçmesi…

        Yaşayanların dünyasında başlıyor film… Eski model bir otomobilin içinde tanıyoruz Joan (Betty Buckley) ve Larry’yi (Barry Primus). O kadar yavaş gidiyorlar ki arkalarında uzun bir konvoy oluşmuş durumda. Susmak bilmeyen korna sesleri ikisinin de umurunda değil. Konuştukları konulara yoğunlaşmış durumdalar. Kendi dünyalarında kendi gündemlerinde yaşayan yaşlı bir çift oldukları o kadar belli ki… Aşktan ve romantizmden ziyade yıllar içinde oluşturdukları “ikili dünyanın” altını çizen bir sahne bu… Otomobille çocukları ve torunlarıyla görüşecekleri aile buluşmasına gidiyorlar. Bu arada, Larry arada tuzlu kraker atıştırıyor.

        İşte o buluşma sırasında ağzına attığı krakerin nefes borusuna kaçması sonucunda Larry aniden dünya değiştiriyor. Ölmeden hemen önce, torunlardan birinin eline geçen eski siyah beyaz fotoğrafta Joan’u savaşta ölen ilk eşi Luke ile birlikte görüyor Larry ve muhtemelen stres nedeniyle yine krakere uzanıyor. Sonra 30 yaşlarındaki haliyle (Miles Teller) trende uyanıyor ve uzun süre öldüğünü anlamakta, kabullenmekte zorlanıyor. Kendi ölümünden ziyade kanserle savaşan Joan’u yalnız bırakmasına üzülüyor; hatta suçluluk duyuyor.

        Yönetmen David Freyne, Pat Cunnane ile birlikte yazdığı senaryoda Larry’nin gittiği yeri, Yeryüzü ile Cennet arasında bir yer olarak hayal ediyor. Benzer birçok filmde karşımıza çıkan bu geçiş yerlerinin, bürokratik yapılarıyla dikkat çektiklerini hatırlıyoruz. Burada da uyulması gereken bir mevzuat var ama kişiye özel güler yüzlü “öbür dünya danışmanları” sayesinde bürokratik yapıya dair fazla bir iz göremiyoruz. Mekân, farklı cennet konseptlerinin pazarlandığı çok büyük bir turizm fuarını andırıyor. Yeryüzü’nden gelenler 5 yıldızlı bir otelde ağırlanıyorlar ama 7 gün içinde tercihlerini yapmaları ve “sonsuza dek” yaşayacakları farklı cennetlerden birini tercih etmeleri gerekiyor.

        Detaylarına girmek istemediğim gelişmelerin ardından Joan (Elizabeth Olsen), hayatını kaybedip söz konusu ara bölgeye gençleşmiş olarak geldiğinde, sadece Larry ile değil, onu yıllardır orada bekleyen ilk eşi Luke’la (Callum Turner) da karşılaşıyor. Her ikisi de sonsuza kadar onunla yaşamak istediği için nihai kararı Joan’un vermesini bekliyorlar. Böylece Joan, ölümün ve fiziksel olarak 30’lu yaşlarına dönmenin şokunu dahi atlamadan kendini çok zor bir seçimin orta yerinde buluyor. Larry ve Joan’un öbür dünya danışmanları Anna (Da’Vine Joy Randolph), Ryan (John Early) seçim sürecini kolaylaştırmak için ellerinden geleni yapıyor, hatta yöneticileriyle konuşup mevzuatı bile esnetiyorlar. Ama hiçbir şey Joan’un işini kolaylaştırmıyor, tam aksine giderek zorlaştırıyor. Luke’un onunla birlikte cennete gitmek için neleri göze aldığını görüyor. Larry’nin onu ne kadar çok sevdiğinin de farkında…

        Kuşkusuz, daha ilk andan Joan’un kimi seçebileceğine dair zihnimizde fikirler, gerekçeler beliriyor. Ama film bittikten sonra tahminimizin ve gönlümüzden geçenin çıkmasından ziyade asıl önemli noktanın, olayların gelişim süreci olduğunu ve bunu öngöremediğimizi fark ediyoruz.

        Bir yanda, kısa süre birlikte olduğu ilk aşkı; diğer yanda, ömrünün çoğunu geçirdiği kişi var. Joan, hangisiyle mutlu olacağına karar vermeye çalışıyor. Alacağı kararın, içlerinden birinin kalbini kıracağını bilmek ise onun için her şeyi daha sıkıntılı hale getiriyor.

        Sadece film değil, biz de aynı soru üzerine kafa yoruyoruz. Gençlik aşkının romantizmi mi, yıllarca hayatın bütün sıkıntılarını paylaştığınız eşiniz mi? İlk bakışta rutin evlilik hayatını temsil eden nevrotik Larry’nin yakışıklı, genç ve sabırlı Luke ile rekabet etmesi zor geliyor belki ama onun da çok güçlü bir rakip olduğu ortada... Tüm bunlar, gerçek aşkın ne olduğu üzerine düşündürüyor bizi ve Joan’u…

        Böyle filmlerin senaryosunda, kadın karakterin vereceği kararı seyircilerin de içten içe onaylaması için duygusal gerekçeler hazırlanır genellikle. Asıl önemlisi, kararın bir taraf için haksızlık ve yıkım anlamına gelmemesine dikkat edilir. “Sonsuza Dek”te ise açıkçası böyle bir çaba göze çarpmıyor. Seçilmeyen erkeğin gerçekten çok acı çekeceği ortada… O yüzden, tipik bir “kendini iyi hisset filmiyle” karşı karşıya değiliz aslında. Herkes verdiği kararın bedelini ödeyecek. Çünkü filmin en az aşk kadar dikkat çeken diğer teması, verdiğimiz kararların ve yaptığımız seçimlerin hayatımızdaki önemi… Öldükten sonra trenle istasyona gelen herkesin yapmak zorunda olduğu o seçim, hikâyenin en kritik noktalarından biri… Öyle ki, film bittikten sonra, Luke, Joan ve Larry arasındaki aşk üçgeninden ziyade insanların karşı karşıya kaldığı seçme mecburiyeti, zihnimizi meşgul ediyor. İlk bakışta cennetin hiç bitmeyen tatil anlamına gelmesi, çok güzel geliyor kulağa… Lakin, düşündükçe sonsuza kadar aynı yerde yaşama kuralı giderek huzursuzluk veriyor. Zaten tam da bu nedenle her cennet konsepti kendini satmak için tanıtım ve promosyon faaliyetleri yürütüyor. Filmin en komik sahneleri de bu farklı cennet fikirleri üzerinden gelişiyor zaten.

        Yanlış yapılmış ve pişmanlık duyulan tercihlerin hayatı cehenneme dönüştürebileceğine de vurgu yapılıyor filmde. Hatta cennet vaadinin sadece kandırmaca, orasının ise cehennem olduğu dahi geliyor aklımıza ama öyle bir sürpriz çıkmıyor karşımıza. Sonuçta, gerçekten cennetteyiz ama yanlış tercih yapanların işi gerçekten çok zor.

        Filmi yazan ve yöneten David Freyne’in, “hiç bitmeyen tatil” veya “hobilerimize, inançlarımıza, fikirlerimize dayalı cennet konseptinin” çok eğlenceli olabileceğine inandığı belli... Sadece doğru tercih yapmamıza ve bunun için de kendimizi daha iyi tanımamız gerektiğine odaklanıyor. Hatta “Önemli olan mekân değil, orada kiminle olduğunuz” demeye bile getiriyor ve içinde sevgi olmayan bir cennetin cehenneme dönüşeceği fikrini kabul etmiş oluyor. Ama tüm bunların iyi ele alındığını söylemek olası değil. Sonuçta, aşk üçgeni öyküsü her şeyin önünde, geri kalan her şey ise arka planda kalıyor. İşte bu yüzden, hikâyenin asıl ilgiye değer ve en eğlenceli yanlarının atlandığını, iyi değerlendirilemediğini düşünüyorum.

        İnsanların gittikleri yerlerde kendi geçmişlerinden bazı anları seyretme şansına sahip olduğu, müzelerdeki sergi salonlarını hatırlatan hafıza tünelleri, filmin en iyi fikirlerinden biri… Joan’un böyle bir yerde sınırları ihlal edip kendi hafızasının içinde dolaştığı anlar, akılda kalıcı sahneler arasında. Freyne, “geçmiş hayattaki anları seyretme” sahnelerinde “Sil Baştan”da (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) Michel Gondry’nin yakaladığı tarza yakın bir yaklaşım benimsiyor.

        “Sonsuza Dek”in “iki erkek arasından tercih yapan kadın filmleri” arasında özel bir yeri olacağını pek sanmıyorum açıkçası ama ölümden sonra olup bitenler üzerine kurulu fantastik romantik komediler arasında adının anılma ihtimali yabana atılamaz. Gerçi hakkını veremiyor ama akılda kalıcı bir öbür dünya konsepti var filmde. İlginç şekilde kurulan hikâye örgüsü sayesinde sıkılmadan seyrediyorsunuz. Oyuncuların da iyi performanslar sergilediğini not edelim.

        6/10